‘All Watched Over’: Teknoloji özgürlük, bilgi de güç değildir…
Adam Curtis’in “All Watched by Machines of Loving Grace” isimli üç bölümlük belgeselinin ilk bölümü, bilginin güç olmadığını ve teknolojinin de özgürlük anlamına gelmediğini savunuyor.
Bu program, bu yılın başlarında İngiltere’de yayınlandığında hararetli tartışmaların merkezinde yer aldı.
“All Watched by Machines of Loving Grace”i seyrederken, yapımın ışıltısının sizi ele geçirmesine izin vermek çok kolay. Göz kamaştırıcı görüntülerle resmedilen büyük bir fikir muhteşem bir şekilde başka bir fikre evrilirken, Curtis’in hipnotik anlatımı da her türlü bilişsel pürüzü zımparalamayı başarıyor.
Bu filmi seyrederken insan kendini radikal filozof Slavoj Zizek’in bir dersine katılmış, dersin amansız temposundan nefesi kesilmiş ve büyüleyici geniş fikir yelpazesi karşısında şaşkına dönmüş hissediyor.
Ama durup bütün bu etkileyici konular hakkında düşünürseniz, hepsi birer çelişki yığınına dönüşecek ya da sıradanlığa bürünecekler.
Durup bu etkileyici konulara eğildiğinizde filmden geriye, kafanızı kurcalayan ve kandırıldığınız fikrini zihninize zerk eden, bir çelişki yığınına veya sıradanlığa dönüşen, rahatsız edici bir his kalıyor.
Böylece Curtis’in bir tür post-modern entelektüel sihirbaz olup olmadığını merak etmeye başlıyorsunuz.
“All Watched Over” bize; makineler tarafından yaratılan, hepimizin birbirimize bağlı ve özgür olduğumuz bir dünyada yaşadığımıza inanmaya başladığımızı anlatıyor. Ama aslında bu makine dünyasında hepimiz sadece bir sistemin basit bileşenleriyiz.
İnsanoğlu sistemlerin geri bildirim yoluyla kendilerini kontrol edebileceğini, piyasalarda ve doğanın ekosisteminde siyasetsiz bir ağ ve eski güç hiyerarşilerinin olmadığı bir dünya yaratıp insan toplumu için mükemmel bir denge kurabileceğini hayal etti.
Ama Curtis, filminde bize bir üst gücün asla yok olmadığını anlatıyor. Ve asla da yok olmayacağını…
BİLGİ GÜÇ DEĞİLDİR
Curtis’in hedef aldığı şeylerden biri, internet ütopyacılığı.
Daha doğrusu kendi ifadesiyle “teknolojinin herkesi kendi fikirleri doğrultusunda yaşamakta tamamen özgür olan kahraman bireylere dönüştürebileceği” inancı…
Ancak bu yalnızca kapitalizme bağlı iktidarın süregelen gerçekliğini gizlemeye hizmet eden bir yanılsamadır.
Bloggerlar, bilgisayar korsanları ve internet troll’leri bu tür bir ütopyacılığın tezahürleridir. Bilgisayarlar, bahsedilen kişilerin her birine bir güç hissi verir; bu arada gerçek güçler dünyayı yönetmeye devam ederler.
Bu bize güç merkezleri hakkındaki bir görüş farklılığı değil, daha çok gücün ne olduğuna dair farklı bir yaklaşımı anlatıyor. Eskiden sermayenin kontrolünün, paranın ana güç kaynağı olduğuna inanırdık; ama şimdi bize, bilginin güç olduğu söyleniyor.
İnsanların; interneti bu kadar çok bilgiyi erişilebilir kıldığı için övdüğünü, bu bilgiye erişimin insanları güçlü kıldığını ve toplumlarımızı daha demokratik bir hâle getirdiğini savunduklarını sıklıkla duyuyoruz.
Günümüzün internet ütopyacıları bilgiye, sahip olmadığı sihirli güçler atfederek bilgiyi fetişleştiriyorlar. “Sosyal medya devrimleri”nin coşkudan kaosa dönüşmesinin nedeni de budur. Çünkü bunlar kolayca yeni bir despotizme yol açabilirler.
iPhone’ları aracılığıyla bir dayanışma dönemine girenler, bir despotu devirecek kadar güçlü olabilirler. Ancak Batılı özgürlüklere duyulan özlemden başka bir siyasi arka planı ve yerleşik bir ideolojiyi ifade eden tutarlı örgütlenme biçimleri yoksa o zaman yeni bir düzen kurabilmek için herhangi bir zemin de yok demektir.
WİKİLEAKS HAYALETİ
“All Watched Over”da WikiLeaks’ten bahsedilmiyor; fakat Wikileaks bir şekilde kendini konuya dâhil etmeyi başarıyor.
Julian Assange, güçlüleri devirmek istedi; ancak kampanyasını güç kaynakları konusunda o kadar çarpık bir anlayış üzerine kurdu ki muhteşem başarısı neredeyse hiçbir şeyi değiştirmedi.
Öyle ki Reuters çalışanları ile silahsız sivillerin ABD ordusu tarafından vurulduğunu gösteren “Collateral Murder” adlı mide bulandırıcı videonun WikiLeaks yayınlarıyla ortaya çıkarılması bile Irak’taki savaşın gidişatını değiştiremedi.
Güç sahipleri sırlarını veri tabanlarında saklarsa becerikli hacker’lar bu sırlara erişebilir ve bunlar, Stieg Larsson’ın “Millennium Trilogy”sindeki Lisbeth Salander’ın sanal arkadaşı gibi, karanlık bir odada pizza yerken yanıp sönen bir ekranın önünde oturan yalnız hacker’ın çağdaş kahramanlıklarını doğurur.
Adam Curtis için bilgisayarlar kurtuluşun aracı değil, baskının ajanlarıdır. Ve elinden gelenin en iyisini yaparak internet savaşçılarının fantezilerini, gerçek güç dağıtımıyla karşılaştırır.
Bu bize hippi komünlerinin neden bu kadar çabuk dağıldığını hatırlatıyor. Bizi gerçek benliklerimize kavuşturarak özgürleştirebilecek merkezsiz ve yapılandırılmamış sistemlerin romantik hayali, kişisel politikaların ve bencilliğin gerçek dünyasına çarparak dağılıyor.
Assange’ın WikiLeaks kolektifi üzerindeki kuralları hakkında ortaya atılan hikâyeler, internet ütopyacılığının anarşist iş birliği ruhuna aykırı olarak, komün hastalığının daha modern bir versiyonudur.
Yine de Curtis ve Assange’ın dünyalarında tuhaf bir şekilde uyumlu olan bir şeyler var. Gerçekliğe güvenilemeyeceği duygusundan beslenen bu ikili, bir tür postmodern paranoyayı paylaşıyorlar.
Belki de “Matrix”in makineler tarafından yaratılan simüle edilmiş gerçekliğinde olduğu gibi, gerçeğin güvenilirliğini sarsan şey de onun ışıldayan tarzıdır.
Onlar, bir uydurma ve bir komplo arasında seçim yapmak zorunda kalırsa her zaman komployu seçecek türden insanlar. Fark şu ki Curtis gücün nasıl işlediğinin farkındadır. Bu sebeple onun komploları daha inandırıcı oluyor.
TEKNO-SERMAYE
“All Watched Over”, umulmadık bir şekilde, filozof Ayn Rand’ın tehlikeli derecede bireyci olan ideolojisini 1960’ların karşı kültürüyle ilişkilendiriyor.
Curtis, şu anda dünyayı yöneten şirketlerin kurulduğu Silikon Vadisi’nde yetişen karşı kültürel okulu terk etmiş akıllı insanların yolunu izliyor.
Bunlar bugün, tasarladıkları makinelerin, devleti harcamak pahasına herkesi güçlendirdiği sanal kapitalizm damgasını her yere vuran insanlar.
Sanal kapitalizm ile birlikte Amerikan bireyciliği, takım elbisesiz ve kravatsız olarak yeniden doğdu.
Steve Jobs, bu yenidoğanların en başarılı temsilcisidir; çünkü aynı anda hem soğukkanlı hem de acımasız olmayı başarmıştır.
Jobs, servetini iyi bir amaç için kullanmayı reddeden marka takıntılı müşterilerinden milyarlarca dolar kazanmıştır.
Özetle, Silikon Vadisi kültürü, kapitalizmi en iyi şekilde kullanan yapıların başında geliyor.
“All Watched Over”ın temalarından biri, kapitalizmin artık piyasanın işinin bilgisayarlar tarafından yapıldığı bir noktaya ulaştığıdır. Tıpkı bilgisayarların; üreticilerin stoklarını, tam zamanlı üretim süreçlerini, perakendecilerin sipariş sistemlerini ve bankaların yatırım stratejilerini kontrol etmesi gibi, borsalardaki alım-satım kararlarının çoğu da gene önceden programlanmış bilgisayarlar tarafından veriliyor.
Sovyetler Birliği gibi bir devletin, 1950’lerde, sosyalist hedeflerinin peşinden koşarken, kapitalist piyasanın geniş tahsisat görevini taklit etmek için bilgisayarları kullanıp kullanamayacağına dair yaşanan şiddetli tartışmaları hatırlayalım. Bu hedefe göre bilgisayarlar, fiyat mekanizmasının kapitalizmde yaptığı gibi, birbirine bağlı binlerce pazar arasında arz ile talebi eşleştirmek için gereken milyonlarca hesaplamayı yapacaktı.
Gücün bu sibernetik organizasyonunda uğursuzluk görenler, 2008’de patlak veren mali çöküşle birlikte haklı çıktılar. Bu çöküşten sonra dönütler, dengeleyici olmaktan çıkıp istikrarsızlaştırıcı bir hâle dönmeye başladı.
“All Watched Over”da serbest piyasaların görünen yüzü olarak yer alan ve genç bir adamken Ayn Rand’ın felsefesini kana kana içmiş olan Alan Greenspan ayrıldıktan sonra, sistem nutku tutulmuş sersem bir tavuğa dönerek sarpa sardı.
Bu sonun kaçınılmaz olduğunu bilmek için “Das Kapital”i hatmetmiş olmanıza gerek yok; çünkü kapitalizm doğası gereği istikrarsızdır.
Neoliberal devrim, devleti şeytanlaştırdıktan sonra iktidarı hükûmetten alarak daha tarafsız ve daha verimli olduğu iddia edilen piyasaya kaydırmaya başladı.
Yarım akıllıların bile bileceği gibi piyasa, derin güç eşitsizliği demektir ve bu eşitsizliği yerleşik hâle getirir. Ayrıca neoliberal güç kayması da piyasa sayesinde hükûmetten zenginlere doğru kayar. Ve zenginler her zaman daha fazla kazanç sağlamak için piyasayı manipüle etmeye devam ederler. Onların işi budur.
Ama bunların hiçbirisi apaçık bir gerçeklik değil. Curtis, bireylerin özgür olabileceği düzenli bir dünyayı iyiliksever bir şekilde yöneten bilgisayarların, değişmeyen bir gerçeği saklayan bir sis perdesi hâline dönüştüğüne dair rasyonel bir argümana ulaşmak için inandırıcılıktan uzak bazı adımlar atıyor. Güç, güçlülerin elinde kalıyor.
“All Watched Over”, gücün bugün nasıl işlediğine dair ortaya konan büyük gerçeklik üzerine bir yapıttır ve Foucault’nun yönetimsellik kavramını andırır.
Bu, modern toplumun, çıkarlarını sistemin çıkarlarıyla özdeşleştirecek türden bir vatandaş yaratan hükûmetler tarafından yönetilebilir kılınma sürecini ifade ediyor.
Curtis bunu genişletiyor ve vatandaşları bu şekilde pasifleştirenin sadece hükûmetler olmadığını, aynı zamanda bilgisayarlar tarafından yönetilen sistemlerin ve günümüzde siyasi ideolojilerin yerini alan “bilgisayar düşüncesi”nin de bunda rol oynadığını belirtiyor.
Sistemlerin dünyayı yönettiği doğrudur; ancak bu sistemler tarafsız ve kendi kendini düzenleyen yapılar değildir; onlar kontrol sistemleridir.
“All Watched Over”ın iç yüzü, budur.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Prof. Clive Hamilton’ın* “‘All Watched Over’ tells us information isn’t power, technology isn’t freedom” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım
Kaynak: ‘All Watched Over’ tells us information isn’t power, technology isn’t freedom 28 Ocak 2021 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi; Clive Hamilton
* Clive Hamilton, Charles Sturt Üniversitesinde felsefe profesörüdür. Uzmanlık alanı, kamu ahlakıdır.