Felsefe hakkında her şey…

Ebû Bekir Râzî’nin Hayatı ve Eserleri

04.11.2019

İslam düşünce tarihinde hekim-filozof tipinin olduğu kadar tabiatçı/natüralist felsefenin de en başarılı temsilcisi olan Ebû Bekr Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî, 865 yılında Tahran yakınlarında bulunan Rey şehrinde doğdu. Batılıların Rhazes diye andıkları Râzî’nin hayatı hakkında bilinenler gençlik yıllarında edebiyat ve musiki ile ilgilendiği (İbn Cülcül, 1955: 77; İbn Hallikân, 1978: V, 158) ve geçimini kuyumculuk yaparak sağladığı ile sınırlıdır.

Kuyumculuk mesleği dolayısıyla kimyaya ilgi duymaya başlamış, yaptığı deneyler sırasında ortaya çıkan buhar ve gazlar gözlerinin rahatsızlanmasına yol açmış (Beyhaki, 1351: 8), hayatı boyunca süren bu rahatsızlık onu tıbba yöneltmiştir (Bîrûnî, 1366: 4). Tıp tarihinin önemli simaları olan Hipokrat ve Galen ‘den (Câlînûs) sonra tıp ilmine yaptığı önemli katkılar Râzî’ye “Arapların Galeni” unvanını kazandırmıştır.

Hekim-filozof Râzî, ilme olan tutkusu ile çalışma azim ve temposunu şöyle dile getirir: “Bu alandaki sabırlı çalışmalarım neticesinde, bir yıl zarfında “teâvîz hattıyla” (müsvedde olarak) yirmi bin varaktan fazla yazı yazdım. el-Câmi’u’l-kebîr üzerinde geceli gündüzlü on beş yıl çalıştım. Neticede okuma ve yazmamı engelleyecek derecede gözlerim zayıfladı ve elim titreyip tutmaz oldu. Bu halde iken dahi [ilmin] peşini bırakmadım, başkasına okutup yazdırarak gücüm yettiği ölçüde çalışmalarıma devam ediyorum.” (Râzî, 2003: 81- 82)

Râzî’nin hangi hocalardan ilim tahsil ettiğine dair yeterli bilgiye sahip değiliz. Onun hekim Ali b. Rabben et-Taberî’nin öğrencisi olduğu kaynaklar da belirtiliyorsa da Râzî doğmadan dört yıl önce Ali b. Rabben’in ölmüş olması bu bilginin yanlışlığını göstermektedir. İbnü’n-Nedîm, gezgin bir filozof ve Râzî’nin hocası olarak söz ettiği fakat kimliği hakkında yeterli bilgi vermediği Belhî, Bağdat’a giderek filozof Kindî’nin ders halkasına katılan Ebû Zeyd el-Belhî olmalıdır. Nitekim o, kendisinden on beş yaş büyük olan Belhî’nin nezle olması üzerine “Ebû Zeyd el-Belhî’nin nezle olmasının sebebi ilkbaharda kokladığı güldür” başlığıyla bir makale yazmıştır (Câbirî, 2001: 310; Kaya, 2007: 479).

O, ilme ve bilgiye olan tutkusunu Filozofça Yaşama (es-Sîretü’l-felsefiyye) adını verdiği otobiyografi niteliğindeki eserinde şöyle dile getirir: “Beni tanıyanlar bilir ki, ilme karşı olan sevgim, tutkum ve bu uğurdaki çalışmalarım gençliğimden bugüne kadar aralıksız devam etmektedir. Hatta okumadığım bir kitap, karşılaşmadığı m bir ilim adamı bulunursa -büyük bir zarara uğramam söz konusu olsa dahi her şeyi bir kenara bırakıp o kitabı okumadan ve o âlimi tanımadan edemem. Bu alandaki sabırlı çalışmalarım neticesinde, bir yıl zarfında “teâvîz hattıyla” (müsvedde olarak) yirmi bin varaktan fazla yazı yazdım.” (Râzî, 2003: 81-82)

İlim tahsili için uzun seyahatlere çıkan Ebû Bekir Râzî, aralarında Horasan bölgesinin de yer aldığı çeşitli ilim ve kültür merkezlerinde edindiği Yunan, Hint, İran ve İslam tıbbına dair zengin tıp bilgisi dolayısıyla Rey’e dönüşünde buradaki hastanenin başhekimliğine getirildi. Daha otuzlu yaşlarında iken Halife Müktefî-Billâh’ı n daveti üzerine gittiği Bağdat’ta çok sayıda hekimin katıldığı başhekimlik sınavını birincilikle kazandı (İbn Ebû Usaybia, 1965:. 414; Kemâl es-Sâmerrâî, 1984: I, 501) Râzî başhekim olarak hastaların önce asistanlar, sonra başasistanlar tarafından muayene edildiği, ancak ihtiyaç duyulması halinde kendisinin duruma müdahil olduğu; ayrıca hastanın müracaatından başlayarak tedavinin bitimine kadar geçen sürecin her aşamasının müşahede defterlerinde kayıt altına alındığı bir hastane düzeni oluşturdu. Onun tıp tarihine yaptığı önemli katkılardan biri de ilk defa kimyayı tıbbın hizmetinde kullanmış olmasıdır. Deneylerini maymunlar üzerinde gerçekleştiren Râzî, hastaların denek olarak kullanılmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Tıp ve felsefe başta olmak üzere çağının bütün ilimlerine dair eserler veren Râzî’nin özellikle kimya ve tıp alanındaki birçok eseri Latinceye çevrilmekle kalmamı ş, bazılarının XIX. yüzyıla kadar kırktan fazla baskısı yapılmıştır (Bedevî, 1990: 50; Kaya, 2003: 69-70).

Gerek Antik ve Helenistik dönemde yaşamış gerekse çağdaşı olan birçok bilgin, düşünür ve ilâhiyatçı ile hesaplaşma ve tartışmaya girmekten çekinmeyen Râzî, ortaya koyduğu eleştiriler kadar maruz kaldığı eleştirilere karşı kendini savunurken de cesaret ve özgür düşünceye dair örnekler vermiştir. Kendisini filozofluk taslamakla suçlayanlara cevap verirken şöyle der: “Hemen hatırlatalım ki, -Allah’ın yardımıyla- bugüne kadar biz, filozof adına yaraşmayacak hiçbir davranışta bulunmadı k. Çünkü ilim ve amel gibi felsefenin her iki alanında da eksiği bulunmak yani bir filozof için bilinmesi gerekeni bilmemek ve yapılması gerekeni yapmamak filozofluktan azledilmeyi hak etmek demektir. Hamdolsun Allah’a, O’nun lütuf ve irşadıyla biz bu gibi kusurlardan uzağız. … Hülasa, bu makaleyi yazdığım tarihe kadar fizik ve metafizik gibi felsefenin çeşitli disiplinleriyle ilgili iki yüze yakın eser kaleme almışımdır. … İmdi, ulaştığım bu bilgi düzeyi filozof adını almama yetmiyorsa, keşke bilseydim, şu çağımızda bu isme layık olan kimdir!” (Râzî, 2003: 80-81)

Müşfik, cömert ve çalışkan bir kişilik olan; öğrencileri ve hastaları ile meşgul olmadığı zamanlarını hep okuyup yazarak geçiren, muhtemelen yoğun çalışma temposunun bir neticesi olarak hayatının sonlarına doğru parkinson hastalığına yakalanan ve gözlerine katarakt inen Râzî, 925 yılında doğduğu yer olan Rey’de vefat etti.

Gözlerine inen katarakt dolayısıyla öğrencilerinin ameliyatla tedavi önerisini Râzî’nin, “Artık çok geç; zaten dünyayı yeterince gördüm!” diyerek kabul etmemesi ona yakışan bilgece bir tavır olarak değerlendirilir (Fahri, 1987: 80; Kaya, 2003: 70).

Yaşadığı dönemin dinî, felsefi ve ilmî hoşgörü ortamında tabiatçı-deist felsefenin en önemli temsilcisi olarak Râzî, bireysel ve toplumsal yahut psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını gidererek ahlaklı ve mutlu bir hayatı gerçekleştirmesinde Allah’ın insana verdiği akıl gücü ve adalet duygusunun yeterli olduğu tezini hararetle savunmuştur. Bunun için ayrıca dine ve peygamberin rehberliğine ihtiyaç olmadığını ileri sürmesi nedeniyle şiddetli eleştirilere konu olmuş, kendisinden mülhid ve zındık şeklinde söz edilegelmiştir. Deist dünya görüşü ve felsefi yaklaşımıyla bir gelenek kuramamış olan Râzî daha çok tıp alanındaki başarılarıyla tanınmıştır (Kaya, 2007: 479).

Kendi ifadesinden de anlaşıldığı üzere Râzî’nin kaleme aldığı 200’den fazla eserden ancak elli dokuzu günümüze ulaşabilmiştir. Bunlardan bazılarını şöylece sıralayabiliriz: et-Tıbbü’r-rûhânî. Hüseyin Karaman Ruh Sağlığı adıyla Türkçeye (İstanbul 2004) çevirmiştir. 2. es-Sîretü’l-felsefiyye. Mahmut Kaya “Filozofça Yaşama” başlığıyla Türkçe’ye tercüme etmiştir (Felsefe Arkivi, sy. 27, İstanbul 1991, s. 91-201), 3. Makâle fîmâ ba’de’t-tabî’a, 4. Makâle fî emârâti’ikbâl ve’d-devle. Mahmut Kaya “İkbâl ve Devlete Kavuşmanın Belirtileri” başlığı ile Türkçeye tercüme edip yayımlamıştır (İslam filozoflarından Felsefe Metinleri, İstanbul 2003, s. 101- 103), 5. Ahlaku’t-tabîb. Mahmut Kaya “Ünlü Hekim-Filozof Ebû Bekir er-Râzî ve Hekimlik Ahlakı ile İlgili Bir Risâlesi” başlığı ile Türkçeye çevirip neşretmiştir (Felsefe Arkivi, sy. 26, İstanbul 1987, s. 227-246), 6. el-Hâvî yahut el-Câmi’u’l-kebîr, 7. et-Tıbbü’l-Mansûrî, 8. Kitâbü’t-Tecârib, 9. Kitâb Sırru sınâ’ati’t-tıb.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...