Alexis de Tocqueville’de Eşitlik – Özgürlük Dengesi
Alexis de Tocqueville (1805-1859) liberal düşüncenin önemli referans kaynaklarından biridir.
Bir aristokrat olan Tocqueville’in iki önemli eseri bulunmaktadır: Amerika’da Demokrasi ve Eski Rejim ve Devrim. Bu iki eserine bakıldığında, Tocqueville’in bir filozof, tarihçi ve hukukçu olduğu, bazı tahlil ve yöntemleri ile de sosyoloji ve siyaset bilimine çok yaklaştığı görülür.
Hukuk tahsili yapmış olan Tocqueville XIX. yüzyıl düşünürlerinin birçoğunun yaptığı gibi otorite, eşitlik ve özgürlük meseleleri üzerinde durmuştur. 1835 ve 1840’da iki cilt olarak yayınladığı Amerika’da Demokrasi adlı eseri, Fransız hükûmeti adına cezaevlerini incelemek üzere gittiği Amerika Birleşik Devletleri’nde yaptığı gözlemlere dayanan ampirik bir araştırmadır.
Bu eserinde Tocqueville, düşüncelerin toplumsal sınıflar tarafından biçimlendirildiğini ileri sürmekte, yakın bir gelecekte yeni bir sanayi aristokrasisinin doğacağını ve dünyada Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya’nın hâkimiyet kuracağını öngörmekteydi. Tocqueville’in bu öngörülerinin gerçekleşmiş olması, onun sosyolojik ve politik dehasına işaret eder.
Tocqueville’in Amerika’da Demokrasi’de asıl üzerinde durduğu mesele ise özgürlük ve eşitliğin nasıl bağdaştırılacağı sorunudur. Tocqueville kısaca şu soruyu sorar: Eşitlikçi bir ortamda özgürlükler nasıl korunmalıdır? Gözlemlerine dayanarak Amerika’daki demokratik rejimin eşitliği sağlamada Avrupa’yı çoktan geçtiğini belirtir. Tocqueville’e göre bu durum, Amerika’da ayrıcalıklı sınıfların (aristokrasi) olmayışından ve kapitalizmin gelişme döneminde fırsat eşitliğinin bir süre sağlanabilmiş olmasından kaynaklanır. Toplumsal dengeyi sağlayabilmek için en önemli koşul olan orta sınıfın güçlendirilmesidir ve Tocqueville’e göre, Amerika bunu başarmıştır.
Aristokratik bir aileden olmasına rağmen Tocqueville, insanlığın 1789 sonrası yeni dönemde geri dönüşü olmayan yeni bir çağa girdiğini iddia eder: Bu çağ eşitlik çağıdır. Yeni dönemde insanlar arası eşitliği ortaya çıkaran faktörleri ise şöyle sıralar: eğitimin ve bilimin gelişmesi, matbaanın icadı, ateşli silahların gelişmesi, savaşlarda piyadelerin öneminin artması, hiyerarşik bir düzen kurmuş olan Katolikliğin yerini birçok bölgede Protestanlığın alması ve Amerika’nın keşfi…
Tocqueville’e göre, eşitlik sağlandıkça insan içgüdüsel olarak daha fazlasını ister. Giderek artan eşitlik talebi, ayrıcalıklılara karşı nefreti doğurur. Doğuştan ayrıcalıkların ve zamanla ortaya çıkan iktisadi ayrıcalıkların önlenmesi devletin görevidir. Devlet bu görevi yerine getirirken giderek merkezileşir. Merkezi devlet eşitliği benimser ve destekler. Fakat devletin merkezileşmesi, buna paralel olarak giderek artan bir şekilde toplumsal ve ekonomik hayata müdahale etmesi demokrasileri yeni bir despotizm türüyle karşı karşıya getirir.
Tocqueville’e göre, yeni dönemde, yani eşitlik çağında ortaya çıkan eşitlikçi toplumun fertleri bencildir; Tocqueville’in ifadesiyle “kişisel”dir. Modern toplumun fertleri, kendi kabuğuna çekilmeye ve sadece yakın çevresiyle ilişki kurmaya meyillidir. Toplumda ortaya çıkan bu tür bir bireyselleşme, devletin daha da despotikleşmesine imkân verir. Çünkü birey, merkezi devlet karşısında tek başınadır.
Ancak tarihin geldiği nokta itibariyle, eşitliğin sağlanması yolunda ilerlemek dışında bir çare bulunmamaktadır. Tocqueville, modern toplumu 1789 öncesine döndürmenin artık mümkün olmadığını kabul eder. Bu nedenle, kendisi gibi aristokrat bir düşünür olan Montesquieu’nün önerilerine itibar etmez. Tocqueville, Kanunların Ruhu’nda monarşiyi ve devlet yönetiminde soylulara ayrı bir yer vermek gerektiğini savunan Montesquieu’nün fikirlerini benimsemez. Ona göre eşitlik modern dünyanın kaçınılmaz bir gerçeğidir; eşitlik ve özgürlük bağdaştırılabilir iki durumdur.
Peki eşitlikçi modern toplumlarda, devletin despotikleşmesi nasıl engellenebilir? Bir toplumda eşitlik ve özgürlük aynı anda nasıl mümkün olabilir? Tocqueville’e göre bu iki koşula bağlıdır: Birinci koşul siyasette adem-i merkeziyet (decentralisation) yani yerinden yönetim sistemini tesis etmektir. Ülke içindeki bölgelere idari özerklik verilerek yönetimin tek elde ve tek merkezde toplanması önlenecek ve Tocqueville’e göre böylece siyasi özgürlük sağlanacaktır.
İkinci koşul ise siyasi, iktisadi, bilimsel, sanatsal vb. alanlarda insanların çeşitli birlikler (dernekler) kurmalarının önü açılmalı, sivil toplum örgütleri teşvik edilmelidir. Vatandaşlar bu tür birlikler (dernekler) bünyesinde örgütlendikleri oranda kişisellikten kurtulacaklar, kamu işleriyle ilgilenmeye başlayacaklardır. Kısacası dernek (veya topluluk, cemiyet…) faaliyetlerinde bulunmak vatandaşların sorumluluk duygusunun artmasını sağlayacaktır. Ayrıca bu örgütlenmeler insanların devlet karşısında tek başlarına (birey olarak) savunamayacakları çıkarların topluca savunulmasına da imkân verecektir. Böylece eşitlikçi despotizmin önüne geçilecektir.
Tocqueville modern toplumda dinin de toplumsal bir kurum olarak önemli bir işlev göreceğinden bahseder: Din, insanların kişiselleşmelerini, birey olarak – devlet karşısında – tek başlarına kalmalarını ve maddi çıkarlar peşinde koşmalarını engelleyen bir kurumdur. Bu nedenle de modern toplumun eşitlik ve özgürlüğe bir arada sahip olabilmesi için din elzemdir, vazgeçilmezdir.
Bugünden bakıldığında Tocqueville, toplumsal ve iktisadi alanda devlet müdahalesini asgariye (mümkün olan en düşük seviyeye) indirgemeye çalışan, eşitlikçilik düşüncesine odaklanan ve özgürlükleri de savunan liberal bir düşünürdür.
Tocqueville’in diğer önemli eseri olan Eski Rejim ve Devrim, 1856’da yayınlanmıştır. Bu kitap, özellikle Devrim öncesinde Fransız toplumunun durumunu inceler. Tocqueville, bu döneme (“ancien régime” / “eski rejim”) yeni bakış getirir ve Devrim’in bir kırılma, kopuş olmadığını, asırlardır devam eden ve devletin merkezileşmesiyle sonuçlanan bir sürecin neticesi olduğu tezini ortaya atar. Böylece tarihte kırılma ve kopuşların değil sürekliliğin altını çizmiş olur.
Tocqueville’e göre Devrim’in din karşıtı olması, özel politik nedenlerden kaynaklanmaktadır. Amerika’da Demokrasi adlı eserinde de belirttiği gibi, din ve demokrasi uyuşmaz iki kurum değildir. Fransa’da 1789 sürecinde ortaya çıkan Kilise karşıtı hareket aslında siyasal varlığa karşıdır. Yani rahiplere karşı verilen mücadele, özünde toprak sahiplerine, senyörlere ve yöneticilere karşı verilmiş bir mücadeledir.
Tocqueville’e göre 1789 olmasaydı, eski sosyal yapı er ya da geç zaten çökecekti. Belki bir anda yıkılmayacak ama parça parça düşecekti. Dolayısıyla Devrim, tarihi bir tesadüf değil önceki dönemin bir neticesidir.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM