20. Yüzyıl (Yirminci yy) Tarih Felsefesi
1.1. Yeni Kantçılık
Alman felsefe geleneğinde spekülatif idealizmden Kant’ın bilgi kuramına bir dönüşü ve çağdaş felsefe sorunları karşısında Kant’a dayalı bir eleştirici tavrı benimseyen Yeni Kantçılık, 20. yüz yılda “tarih bilimi”ne yönelik felsefi çalışmaların en önemlilerinden birini gerçekleştirmiştir.
1.1.1. Heidelberg Okulu
Heidelberg Okulu’nun tarih eleştirisi, idealist tarih felsefelerine karşı bilgi-kuramsal ve bilim felsefi açıdan bir tavır almış olur ve bu tavra dayalı olarak bir tarih mantığı geliştirmeye çalışır.
1.1.1.1. Wilhelm Wildelband
Tarihin hedefi tümel önermeler elde etmek değil, her olayı kendi tekliği içinde betimlemektir.
1.1.1.2. Heinrich Rickert
Tarih ancak bireyselleştirici bir bilim olarak kalabilir, o yasalar peşinde olan genelleştirici bir bilim haline asla gelemez ve gelmemelidir.
Biz nedensellik ilkesini doğabilimlerinde yasa-olgu ilişkisi olarak zorunluluk tasarımına göre kullanırız . Oysa kültür gerçekliğinde bu ilkeyi, zorunluluk tasarımına bağlı yasa-olgu ilişkisi olarak kullanamayız. Nedensellik burada bir değer-eylem ilişkisine göre kurulur. Değerlerin eylemleri belirleme tarzı ise bir zorunluluk taşımaz. “İnsanların yaşamları bağlanılan, inanılan değerlere aykırı eylemlerle doludur. Öyleyse kültür gerçekliği, hem değerlere bağlı bir gerçeklik alanı olarak bir “anlama edimi”ni gerektirmesi, hem de doğabilimsel anlamda bir zorunluluğu içermemesi bakımından doğal gerçeklikten kesinlikle ayrıdır.”
1.1.2. Marburg Okulu
Henri Cohen: “Tarihin özü, üretim güçlerinde ve üretim ilişkilerindeki değişmelerde değil, özgür insan aklının ürünleri olan ahlaksal ilkelerde yakalanabilir.” demiştir.
1.2. Tarihselcilik
1.2.1. Wilhelm Dilthey
İnsanın total kimliği, bütünlüğü,tarihsel olarak oluşan bir şeydir.bu bütünlüğün kavranılmasında gözetilmesi gereken şey, salt a priori bir bilgi olanağının kabulü değil; tersine, içinde bulunduğumuz konumların toplamından çıkan bir gelişim tarihidir.
Tinsel yaşam doğabilimsel açıklamanın değil ,anlamanın konusudur. Tarihe eğilmek için özel bir yönelime ihtiyaç vardır. Bu da geçmişi yeniden yaşamak ve anlamaktan geçer.
Tarihsel olayları anlamamıza en elverişli “nesnelleşme türü” dildir. Dil her dönemde anlamın taşıyıcısı olmuştur.
Dilthey’e göre tinsel bilimler ve özellikle tarih “tüm tarihsel fenomenlerde yaşamaya geçmiş olan” bazı temel ve taşıyıcı öğeler saptayabilir. Diltehey’ın “yaşama kalıpları”, “nesnellşetirmeler” adını da verdiği bu temel ve taşıyıcı öğelerin başında dil gelir; hatta ona göre tarihsel olayları anlamamıza en elverişli “nesnelleştirme türü” dildir. Çünkü Dilthey için dil, “her dönemde anlamların taşıyıcısı” olmuştur. Bu nedenle dil, her tarihsel dönemin kendini dışa vurduğu, nesnelleştirdiği ortamdır.
Çünkü Dilthey’e göre her tarihsek dönemde “yaşamın belli değerleri içerilmiştir ve tarihin tüm velvelesi bu değerler çevresinde dolanır. Bir tarihsel döneme damgasını vuran değerler ise o dönemin anlamlarının taşıyıcısı olarak dilde saptanabilirler. Bu yüzden tinsel bilimlerin ana malzemesi, her zaman, dilsel ürünler olarak yazılı yapıtlar olur.
Bizler bugün, belli bir tinsel donanım altında, geçmişin değerlerinden oldukça farklı bir değerler ağı içindeyizdir ve bu yüzden bize az çok yabancı olan geçmişte kalmış değerleri tam olarak anlama olanağımız da bu nedenle kısıtlıdır. Yine bu nedenle, yapabileceğimiz şey geçmişi, dilsel ürünleri, yazılı yapıtların dilini yorumlayarak anlamakla, yani hermeneutik yapmakla sınırlıdır.
1.3. Yeni Hegelci Tarih Anlayışı
1.3.1. Benedetto Croce
Tarihte insanın kendi yapıp etmelerinden kaynaklanan tinden başka bir tin yoktur. Bu yüzden tin tarihe sokulmuş, kendisini tarihte açan bir şey değil, tersine tinin kendisi bizzat tarihtir.
1.3.2. Robin George Collingwood
Tarihin belli bir anında yaşayan bizler, tarihin tümü üzerine bir şey söyleme hak ve olanağına asla sahip değilizdir.
Felsefe tarih karşıtlığı karşıtlardan birini öbürünün üstüne taşıma yoluyla ortadan kaldırılamaz. İkilem ancak, insanın kendisini sezgisel yoldan bir tarihsel nelik ve çağını da geçmişe katlanan bir tarihsel bütün olarak hissetmesi yoluyla aşılabilir.
1.4. Döngüsel Tarih Anlayışı
1.4.1. Oswald Spengler
Tarihe teorik aklın nedensellik kategorisi ile eğilemeyiz; çünkü tarih gelişigüzel yeşeren çiçeklerin(kültürler) tarlasıdır. Tarih, yüksek kültürleri değer yargılarına başvurmaksızın karşılaştırmalar içinde anlamaya çalışan bir bilimdir.
1.4.2. Arnold Joseph Toynbee
Bilim olarak tarih, yasa bilimleri ile şiir arasında bir yerdedir ve her ikisine birden dayanır. Tarihin nesne birimi ise “kültürler”dir. Kültürler dinamik şeylerdir. Kültürlere bu dinamiği veren ise “yaratıcı kişiler”dir. Özellikle yüksek kültürler kendi içlerinde anlaşılabilir olan “anlam bütünlükleri” oluşturur. İşte özellikle tarih , bu yüksek kültürleri değer yargılarına başvurmadan karşılaştırmalar içinde anlamaya çalışan bir bilimdir.
1.5. Yirminci Yüz Yıl Maksizmi
1.5.1. Georg Lukacs
Tarihsel olayları daima kesiksiz bir değişim süreci içinde kavramak zorunludur. Tarihteki gelişim eğilimlerini basit ampirik olgular değil , yüksek bir gerçeklik taşıyan şeyler olarak görmek gerekir.
Diyalektik bütünlüğü görme yoluyla, tarihsel malzemeye toplumu bir bütün olarak betimlememizi sağlayan ve bize tarihsel süreçlerin güdümleyicisi olarak görünen ekonomik kategoriler, öbür yandan, ancak toplumun bütünlüğünde var oluşlarını bulan bir belirlenmişlik taşırlar. Bu yüzden ekonomik kategoriler, yalnızca tarihsel süreçlerin kavranılabilirliğini sağlayan çıplak doğa yasaları gibi yorumlanamazlar. Çünkü onlar ancak toplumsallık halinde işleyen kategorilerdirler ve bu yüzden, var oluşlarını toplumun bütünlüğünde bulan bir belirlenmişlik de taşırlar.
1.5.2. Antonio Gramsci
İtalya’da A. Gramsci ve Lukacs gibi her çağın ana güdümleyicisinin hep ekonomi olmadığını, ekonominin belirlediği toplumsal yapıların (bugünkü kapitalist toplumda olduğu gibi) ancak belli çağlarda görülebileceğini belirtir. Bu yüzden ona göre Marksizm, her şeyi açımlayan bir din ya da tüm varlık alanlarını taşıyan bir ontoloji değil, bir genel tarih metodolojisidir
1.5.3. Louis Althusser
Marksist ekonomiyi yapısalcı bir açıdan yorumlama girişiminde, yapısalcılığın döngüsel tarih anlayışından bir ölçüde sıyrılmaya çalışarak tarihsel gelişimi “insani eylemleri önceden belirleyen büyük yapıların dönüşümü” olarak görmek ister.
1.6. Frankfurt Okulu
1.6.1. Max Horkheimer
Tutkular, özellikle de otorite tutkusu saptanmadan, örneğin Horkheimer’e göre tarihin nesnel eleştirisi daima eksik kalır.
Tarihin taşıyıcısı, gerçek bireysel sujelerin birbirleriyle olan işlevsel bağıdır.
1.6.2. Theodor Adorno
Tarihte akıl değil, tutkulu insan doğası, yani bir akıl-dışılık egemendir. Tarih bugüne kadar kendisini kesintisiz bir süreklilik olarak kurgulamamızı sağlayacak bir total süjeye asla sahip olmamıştır.
Tarihin taşıyıcısı, gerçek bireysel süjelerin birbirleriyle olan işlevsel bağıdır. Kendini tarih içinde dışa vuran ve daima daha ileriye doğru giden bir evren planının bulunduğu savı boş bir savdır.
1.6.3. Jurgen Habermas
Gerçek tarih gerçek tutkulardan oluşur. Öyle ki tarihe yön verdiği ileri sürülen evrensel şeyler, ne sadece tin, ne sadece akıl, ne de sadece ekonomidir. Tarih bir de tutku psikolojisi açısından görülebilmelidir. İnsanın insana hükmetmesi psikolojisini anlamadan tarihi ancak eksik, parçalı, hatta yanlış anlamış oluruz.
1.7. Var Oluşçu Tarih Anlayışı
On dokuzuncu yüz yıl pozitivizminde, bir yandan Comte’ta olduğu gibi tüm tarihi evrelere bölen ve ilerleme düşüncesinin egemen olduğu bir bütüncü tarih felsefesine rastlanırken, öbür yandan tarihi doğabilim örneğine göre bir yasa bilimi olarak kurma eğilimi ağır basar; ama her iki durumda da yani hem tarih felsefesi düzleminde, hem de tarih biliminin felsefi düzleminde, 19. yüz yıl pozitivizminin de Almanya’da olduğu gibi başlıca sorununun theoria – historia karşıtlığını aşmak olduğu söylenebilir.
Jaspers: İnsan ancak kendisini bir eksiztenz olarak görmeye başladığı anda, çağının olayları karşısında bir tavır alıp eyleme geçebilir.
Sartre: Tarih, insanın içine atıldığı koşullar toplamıdır,onun bu dünyada olma ortamıdır. İnsanın ekzistans olma ortamı olarak tarih, bu yüzden, ekzistens açısından insanın “kendi kendisini yapma olanağının bulunduğu yerdir.
1.8. Yapısalcı Tarih Anlayışı
Bir dilin, bir toplumsal yaşayış tarzının, bir çağın göreli olarak sabit kalmış yapısını rasyonel olarak kavrama yönteminden hareket eden bir akımdır. Bu akım, kaynağını dilbilim ve etnolojide bulur. Bu akıma göre, tarihsel bilimlerin yöntemi, dilbilimin eş zamanlılığından hareket ederek dillerin yapısını araştıran yöntemini esas almalıdır. Buna göre, her tarihsel dönem, çağ ya da halk, kendi eşzamanlı yaşamı içinde yapısal özellikleriyle kavranılmalıdır.
1.9. Hermeneutik Tarih Anlayışı
1.9.1. Hans Georg Gadamer
Felsefi hermeneutik; çağların, kültürlerin, sınıfların, toplumların, özne-üstü anlamlarla yani bir çağın ya da bir toplumun dildeki sözlere verdikleri ortak anlamlarla şekillenen yaşam biçimlerinin bütünlüğü ve bu bütünlüğü sağlayan şeylerin peşindedir.
Tarihi anlamak, doğabilimsel yoldan nedensellik zincirleri oluşturarak, belli süreçleri açıklamak değildir. Tersine “tarihi anlamak” bizi tarih içinde konuşan ve ona ait bir şey kılan şey’i anlamaktır. Tarihsel olmanın temel katakteri, açıktır ki anlamlı olmaktı; ama bu sözcüğün etkin anlamında böyledir.