Felsefe hakkında her şey…

Ziya Gökalp’in siyaset felsefesi

10.11.2022
Ziya Gökalp’in siyaset felsefesi

Gökalp’e göre, kamu siyaseti düşüncesiyle birleşerek siyasi velayete tabi olan heyete, devlet denir (Gökalp 1981b/10, 43). Bir başka yazısında devlet, kendine mahsus bir hükümetle, bir araziye ve bir ahaliye malik olan zümre demektir. Devletler, kavmi, sultani ve milli olarak üçe ayrılır. İlk iki devlet örneğine Emevi ve Abbasi örneklerini vermiştir. Milli devletler, imparatorlukların yıkılmalarından kaynaklanmıştır. Bununla birlikte Büyük Britanya milli bir devlettir. Fransa’da, milli devleti teşkil edenlere vatandaş denilir (Gökalp 1981b/25, 152-153). Devleti Batı modeli çerçevesinde tanımlamış ve sınıflamıştır. Ağırlıklı olarak yönetim tarzı üzerinde durmuştur.

Gökalp’e göre Hukuki Türkçülüğün gayesi, Türkiye’de modern bir hukuk vücuda getirmek, çağdaş ülkeler arasına girebilmek için milli hukukun bütün dallarını, teokrasi ve klerikalizm kalıntılarından kurtarmaktır. Teokrasi, kanunların, Allah’ın yeryüzünde gölgesi sayılan halifeler ve sultanlar tarafından yapılmasıdır. Klerikalizm, Allah tarafından konulduğu ileri sürülen geleneklerin değişmez kanunlar sayılarak, Allah’ın tercümanları telakki edilen ruhaniler tarafından tefsir edilmesidir (Gökalp 1999, 174). Ortaçağa ait bu iki unsurdan kurtulan devletler, çağdaşlık vasfını kazanmaktadırlar. Çağdaş devletlerde, kanun yapma ve yönetme hakkı doğrudan millete aittir ve milletin bu salahiyetini kısıtlayacak hiç bir mercii yoktur. Ayrıca milletin bütün fertleri birbirlerine eşittir. Bu yönetim tarzı demokrasidir (Gökalp 1999, 174). Gökalp, Siyasi Türkçülük adı altında, Türkçülüğün siyasi bir parti olmadığını, ilmi, felsefi, estetik bir mektep ve kültürel bir çalışma, yenileşme yolu olduğunu belirtmiştir (Gökalp 1999, 183). Siyasi mefkureye uzak durmayan Türkçülük, klerikalizm, teokrasi ve istibdatla bağdaşamaz. Türkçülük, modern bir akım olarak ancak modern mahiyette bulunan akımlarla ve mefkurelerle bağdaşabilir. Modern bir akımı temsil eden Halk Fırkasıyla uyum içindedir. Halk Fırkası, hükümranlığı millete verdiği gibi, devlete Türkiye ve halka da Türk milleti adlarını bağışlamış ve halkı ve devleti Osmanlılık unvanından kurtarmıştır (Gökalp 1999, 183). Her Türkçü, siyaset sahasında halkçı kalacaktır, her halkçı kültür sahasında Türkçü olacaktır. Gökalp’a göre dini ilmihal, akaitte mezhebin Maturidilik ve fıkıhta mezhebin Hanefilik olduğu gibi, siyasette halkçılık ve kültürde Türkçülük, bağlı kalınacak ilkelerdir (Gökalp 1999, 184; Gökalp 1974, 33). Ziya Gökalp’ın hukuk ve siyasette Türkçülük anlayışı, devletin nasıl tanımlanması gerektiğini de ortaya koymaktadır. Dini unsurlardan temizlenmek anlamında laik ile halkçılık anlayışından gelen cumhuriyet bağlamında demokrasi, devletin yapılandırılmasında öngörülmektedir. Bu anlayışa ilişkin görüşlerini çeşitli yazılarında da dile getirmiştir.

Ziya Gökalp, TBMM Hükümeti’ni göz önünde bulundurarak yönetim tarzları hakkındaki görüşlerini ortaya koymuştur. I. Dünya Savaşı sonrasında, Batı’da, meşruti krallıkların ortadan kalktığını, yönetimlerin parlamenter ya da başkanlık sistemi şekillerini aldıklarını belirten Gökalp, yönetimlerin ortak bir özelliğinin ferdi hükümet olduğunun altını çizmiştir (Gökalp 1982/24, 111-112). Ona göre, hakiki hükümet telakkisin esas alan hükümetler, tahakküme değil, doğal bir üstünlük ve fikri bir hakimiyete dayanırlar. Hükümetin esası, içtimai vicdanın ferdi vicdanlara karşı bir feyiz menbaı (kaynağı), bir deha kaynağı, bir mefkure çeşmesi olmasıdır (Gökalp 1982/25, 117). Hukuk anlayışıyla da bu ideal yorumu desteklemektedir. Türk inkılapçılarına göre hukuk, içtimai vicdanın hak tanıdığı kaidelerdir. Bu kaideler maddi bir müeyyideye malik oldukları için değil, manevi bir velayete ve nüfuza malik oldukları için muhterem ve mutadırlar (Gökalp 1982/25, 116). Türkiye’deki yeni hükümet, Avrupa’da gerçekleşenlerin hepsine muhalif olarak içtimai hükümet tarzıdır (Gökalp 1982/24, 112). Hükümet, fertleri değil cemiyeti idare eder. Cemiyetin ne istediğini, ancak cemiyet bilir. O halde cemiyet, o cemiyetin mümessillerinden mürekkep olan büyük bir zümre tarafından iyi idare olunabilir (Gökalp 1982/24, 112). TBMM Hükümeti içtimai hükümet tarzı olarak öne çıkartılmıştır (Gökalp 1982/24, 113). Ferdi hükümetler, nazırlardan oluşurken, içtimai hükümet, meclisteki bütün vekillerin görevlendirilmesiyle gerçekleşir (Gökalp 1982/24, 113). Çıkarım hatalarına rağmen, TBMM hükümetinin teorik temellerini oluşturmak ve meşruluğunu gösterme kaygısı güttüğü açıkça görülmektedir. Bazı ecnebi yazarların TBMM Hükümeti’nin Bolşevik olduğu iddialarına verdiği cevaplarda, hükümet anlayışına ilişkin çeşitli görüşler de ortaya koymuştur. Ona göre, sanayi açısından yetersiz olan Türkiye’de iktisadi sınıfların, olmamasından Bolşeviklik gerçekleşmez (Gökalp 1982/25, 115-116). Hükümetlerin sınıflara bağlı oluşması durumunda, toplumsal sınıflar arasında bir dengesizliğin olduğunu kabul eden Ziya Gökalp, bununla birlikte böyle oluşan hükümetlerin çok kuvvetli olduğunu belirtmiştir. Çünkü, tüccar, sanatkar, iş adamı sırf kendi faydası için hükümetin kuvvetli olmasını ister. Hangi memlekette hükümet memurlar sınıfına istinat ederse, orada hükümet daima zayıftır. Çünkü memurlar daha iyi bir konuma geçmek için mevcut hükümeti daima düşürmeye çalışırlar (Gökalp 2007/2, 47). Hükümet biçimlerini çeşitli yönlerini tartışan Gökalp, memur hükümetinin zayıflığını Osmanlı Devleti gerçeğine dayandırmış olmalıdır.

Gökalp, Yüce Mahkeme (1922) adlı yazısında, halk hükümetlerinin birinci şartının, milli kanunları mukaddes tanımak olduğunu belirtmiştir. Çünkü kanunlar, milletin resmi bir mahiyet almış olan mefkurelerinden ve iradelerinden başka bir şey değildir. Her milletin resmi ahlakı, kanunlarıdır. Vatanperverliğin esası milli kanunlara taalluk etmektedir. Bir millet kanunlarını mefkurelerine mugayir (karşıt) görüyorsa derhal değiştirmelidir. Bu tür kanunlar cemiyetin ahlakını bozarlar (Gökalp 1982/27, 124). Kanunların en mukaddesi de anayasadır (Kanun-i Esasi), zira, en büyük mefkureler bu kanunda tecelli etmiştir. Türkiye anayasası, Türk demokrasisinin bütün mefkurelerinin tecelligahı (gerçekleşen yer) olduğundan, mukaddes kabul edilmelidir. Din meselelerinde Kur’an-ı Kerim belirleyici olduğu gibi, hukuk meselelerinde de belirleyici anayasadır (Gökalp 1982/27, 124). Kanunların, kanun-i Esasi’ye uygun olmaları ve onunla çatışmamaları için Yüce Mahkeme kurulması gerekmektedir (Gökalp 1982/27, 125). Ziya Gökalp’in kanunlar hakkında verdiği açıklamalar yerinde olmakla birlikte, Devlet’in kanunlarının önemli bir kısmının tercüme olduğunu unutmuş gibi gözükmektedir. Tercüme kanunların, sıralanan bu özelliklere sahip olamayacağının farkında olmakla birlikte, tercüme kanunlardan söz etmemiştir.

Ziya Gökalp’a göre milli hakimiyet, milletteki içtimai vicdanın hakimiyeti demektir Milletin kendisine mahsus bir dimağı ve sinir manzumesi bulunmadığından, içtimai vicdanı, saf bir halde bulunmaz. İçtimai vicdan, saf ve münferit olarak galeyan dönemlerinde ortaya çıkar ve fertlerin bilinçlerini kontrol altına alır (Gökalp 1977/2-1, 13). İçtimai vicdan, mefkureler ile kıymet duygularından oluştuğundan, daima mefkurevidir. Galeyan dönemlerinde mefkureler baskın hale gelir. Ferdi ruhlar, uzvi ruh ile içtimai ruhtan mürekkep olduklarından, iki makus tesir altında kalırlar ve bazen mefkureli bazen de hodkam (bencil) davranırlar. Fert içtimai ruhun tesiri altına girdiğinde mefkureli, uzvi ruh etkisinde olduğunda hodkamdır. Dolayısıyla milli hakimiyet, doğası gereği mefkureli olan cemiyetlere tam bir güvenlik sağlar (Gökalp 1977/2-1, 13). Hakimiyet, psikolojik bir temele oturtulmakla birlikte, hakimiyetin gerçekleşmesi siyasi organlarla gerçekleştirilmektedir. Gökalp’a göre, her milletin anayasası (teşkilat-ı esasiye kanunu), milleti temsil etme yetkisini mebuslara vermiştir. Mebusların belli umdeler çerçevesinde cemiyetleşerek birbirlerini denetlemeleri de anayasaya aykırı bir durum değildir ve milli hakimiyetin az çok görüldüğü ülkelerde, fırka (Parti) namı altında bir takım cemiyetler kurulmuştur. Anayasalar, milli hakimiyeti, mebuslara yani fertlere tevdi ettiği halde, fırkaların oluşmasıyla, milli hakimiyet, fertlerin elinden çıkarak, bu siyasi cemiyetlerin uhdesine geçmiştir. Ferdiyetçilikten doğacak sıkıntıları gidermek için iyi bir yoldur (Gökalp 1977/2-1, 13-14). Yeni yönetim tarzını ve bu tarzın dayandığı değerleri ile kurumları temellendirmeye çalıştığı görülmektedir.

Ziya Gökalp, halkçılık ilkesinin, ırklar ile milletlerin eşit olduğunu içerdiğini belirtmiştir (Gökalp 1974, 37). Irkçı yaklaşımları reddederek, milletlerin harslarıyla oluştuklarını, milletler arasında toplumsal eşitsizlikleri, ırk, ruh ve uzvi verasette değil, başka bir noktada aramak gerektiğini belirtmiştir (Gökalp 1974, 37-40). Milletlerin içtimai seviyelerinin farklılığı, nüfusun azlığı ve iş bölümünün yeterince gelişmemesi, coğrafi şartlar gibi, içtimai yapıdan kaynaklanır. Bu veriler, milletler arasındaki eşitsizliğin nedeninin toplumsal olduğunu göstermektedir. Halkçılık, sosyolojinin verilerine dayanarak, milletlerin eşitliğini kabul etmektedir (Gökalp 1974, 40-41). Eşitsizliğin doğadan olduğu görüşünü savunan sosyal Darwinizmi de reddetmiştir. Ona göre, eşitsizlik doğal bir temele dayandırılırsa, halkçılığı savunmanın imkanı kalmamaktadır. Ayrıca, halkçılık mefkuresinin amaçları arasında, emperyalizmin ve bundan doğan harbin yer yüzünden kalkması ve milletlerin kardeş gibi birbirleriyle yardımlaşmaları da yer almaktadır (Gökalp 1974, 50). Halkçılık, esareti, reayalığı, feodalizmi, emperyalizmi, istibdadı, şovenizmi, taassubu hülasa hürriyet ve müsavata mugayir ne kadar müesseseler varsa hepsini ortadan kaldırmağa çalışan bir mefkuredir (Gökalp 1974, 50). Her ne kadar milletler arasında bir düşmanlık olsa da bunun nedeni, mutaassıp papazlar, emperyalistler ve kapitalistlerdir. Bunlar ortadan çekilirlerse, milletler birbirleri kardeş gibi seveceklerdir (Gökalp 1974,53). İnsanlar arasındaki eşitsizlikler, doğal değil sunidir, başka deyişle toplumsaldır. Dolayısıyla bu türden eşitsizliklerin kaldırılması da toplumların görevidir. Halkçılık bunu hedeflemektedir. Toplumsal eşitsizliği, çocukların bakımı, eğitimi çerçevesinde gidermek mümkündür. Bu gayeye ulaşmak için Bolşevik, komünist, kolektivist ya da sosyalist olmağa lüzum yoktur. Halkçılık, ferdi mülkiyet kaidesini ilga etmeden bu neticeye ulaşabilir (Gökalp 1974, 54) Doğal eşitsizlikler de talim ve terbiye ile kısmen azaltılabilir. Esas olan toplum tarafından üretilmiş,içtimai eşitsizliği ortadan kaldırmaktır. Bu konuda içtimai adalet, önemli sorunları çözebilmektedir (Gökalp 1974, 55). Halkçılık temeline dayanan yeni yönetim tarzı, yeni devletin dayandığı eski değerleri ortadan kaldırdığı için, Batı medeniyetinin gerekli tüm değer ve kurumlarının önünü açmaktadır. Yönetim tarzı hakkında ileri sürdüğü teorik temellendirmeler, esas itibariyle kaygılar tarafından belirlenen amaçların gerçekleştirilmesi için gerekli meşruluk zeminini hazırlamaya yöneliktir.

Kaynak: TÜRKİYE’DE FELSEFENİN GELİŞİMİ I, s. 83-86, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2456 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1428

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...