Felsefe hakkında her şey…

Sokrates’in ‘hiçbir şey bilmeme’ bilgeliği kutuplaşmış bir Türkiye’ye ne öğretebilir?

21.05.2023
396
Sokrates’in ‘hiçbir şey bilmeme’ bilgeliği kutuplaşmış bir Türkiye’ye ne öğretebilir?

Türkiye, binlerce yıllık Türk devlet geleneğinin yüz yıllık mirasçısıdır. Fakat Türkiye özellikle son yıllarda, belki de cumhuriyet tarihinin hem siyasal hem de bir bütün olarak toplumsal anlamda en sert biçimde kutuplaşmış ve parçalanmış olduğu dönemini yaşıyor ve herkes bundan son derece muzdarip.

Konu hakkında bütün siyaset bilimciler, televizyon yorumcuları, sosyal bilimciler vb. bu kutuplaşmayı aşabilmek için nelerin düzeltilmesi gerektiğine dair uzun uzun listeler yapıyorlar: Ekonomik istikrar adına adımlar atılması, göçmenler ve sığınmacılar meselesine bir çözüm bulunması, genel hatlarıyla iktidar kanadının yetersizliğinin giderilmesi bunlardan sadece birkaçı.

Her karşıtlık, rekabet hâlinde bulunan her farklı görüş, herkesin kendisininkinin doğru olduğuna inandığı bir çift kutuplu çıkmaza girer. Belki de haklı olma konusundaki bu onulmaz ısrar, toplumsal çatlakların temel nedenidir. Yoksa karşıt olan her şey neden asla telafisi olamayacakmışçasına yanlış görünsün ki?

Sosyal bilimcilere ve ilahiyatçılara göre Türkiye özelinde görünürdeki ulusal açmazımızın “epistemik alçak gönüllülük” veya “entelektüel alçak gönüllülük” eksikliğine, yani kişinin kendisininkinden farklı görüşlere ve bakış açılarına kapalı olmasına, empati kuramamasına ve nihayetinde de uzlaşma sorunu yaşamasına işaret ettiğini iddia etmektelerdir. Başka bir deyişle, Türk toplumu, birbirini dinlemeyi ne yazık ki bıraktı da diyebiliriz.

Entelektüel alçak gönüllülük oldukça az karşılaşılan bir erdemdir. Peki bu erdemle neden bu kadar az karşılaşıyoruz? Çünkü alçak gönüllülük, çoğu insan için hata yapma korkusuna ve bir konuda haklı olmanın bir başkasının o konuda tamamen haksız olması gerektiği fikrine aykırıdır.

Epistemik alçak gönüllülüğün, alçak gönüllü olmayı ürkütücü kılan çift taraflı bir tehlike ortaya çıkardığını ve bunun da Sokrates’in bu tevazuyu Batı felsefesinin kalbine yerleştirdiği günden beri var olduğunu söylemek de mümkündür.

HİÇBİR ŞEY BİLMEDİĞİNİ BİLMEK

Düşünün ki en iyi dostlarınızdan birisi yanınıza geldi ve size sizin tüm insanların en bilgesi olduğunuzu söyledi. Ne yapardınız? Belki ona hak vererek gururlanır ve dostunuza bir yemek ısmarlardınız. Ancak tarihin en büyük filozoflarından birisi olan Sokrates bu beğeniyi kendisine ileten arkadaşının bunu Antik Yunan dünyasının en büyük tinsel otoritesi olan Delfi Kâhini’nden doğrulatmış olduğunu söylemesine rağmen, dostuna son derece samimi ve mutlak bir inançsızlıkla karşılık vermiştir.

Sokrates, "Sorgulanmamış hayat, yaşanmaya değmez." sözcüğü ile sorgulamanın önemini ortaya koymuştur.

Sokrates

Bu alçak gönüllülük –“Haydi oradan sen de! Ben kesinlikle en bilge değilim!”– tüm zamanların tartışmasız en çok benimsenen hayat felsefesinin önünü açmıştır. Sokrates ilerlemiş yaşına rağmen kendisinden daha bilge birini bulmak için bir felsefi yolculuğa çıkmış ve Antik Dünya’nın bilgelerini bulabilmek adına, Platon’un da belirttiği üzere çok fazla zaman harcamıştır.

Peki sonuç ne oldu dersiniz? Sokrates, antik dönem bilgelerinin gerçekte bildiklerinden daha fazlasını bildiklerini zannettikleri sonucuna ulaştı. Bu sonuç da onu kendisinin gerçekten de tüm insanların en bilgesi olduğu sonucuna götürdü; çünkü o, en azından, “hiçbir şey bilmediğini” biliyordu.

Buradan tabii ki Sokrates’in gerçek anlamda hiçbir şey bilmediği anlamına ulaşılamaz. O, gerçek anlamda, çok şey biliyordu. Bunu da düzenli biçimde yaptığı sorgulamalarda, defalarca, herkese ispat etti. O sadece, bildiğini iddia edebileceği şeylerin kati bir sınırı olduğunu düşünüyordu.

Bu düşünce, Batı felsefesinde “epistemik alçak gönüllülüğün” olarak yansıyan anlayışın da temelini oluşturmaktadır. Buna göre hiçbir şey bilmediğini bilme anlayışı, kişinin kendi ön yargılarının ve eksikliklerinin farkına vararak kendini entelektüel zeminde geliştirebilmek için kullanabileceği bir fırsat yaratmaktadır.

GÜCÜ UYANDIRMAK

Hiçbir şey bilmediğini bilme anlayışı, bazı insanlar için oldukça tehlikeli görünebilir. Özellikle de inançlarından kesinlikle emin olan insanlar için…

Bugün Türkiye’de olduğu kadar Antik Atina’da da fark edilen olmak, paraya ve güce çevrilmektedir. Antik Yunan şehir devletlerinde politikacılara, soylulara, şairlere ve yazarlara retorik dersleri veren Sofistler, münevveri oldukları belli bir zaman diliminin hükümranlarıydılar. Bu zamanda Yunan tiyatrosu ve epik şiiri, dinle çok yakından ilişkiliydi ve tiyatro yazarları ile şairler hem estetiğin hem de ahlaki gerçekliğin sözcüleri sayılıyorlardı. Dahası, tiyatro ve şiir aynı zamanda önemli ekonomik gelir kaynaklarıydı. Bu da sanatçıları kusursuzluklarını kanıtlamak ve para kazanmak amacıyla “hata yapmaktan korkma, en kötü, daha iyi kaybedersin” zihniyetini benimsemeye yönlendirdi.

Sokrates dönemin putlarını ve kutuplaşmış fikirlerini eleştirel bir şekilde sorgulayarak şehrinin hükümranlarını bir bakıma tehdit etti. Sürekli sorgulayan ve eleştiren bir figür sorgulanmayan bütün inançları savunarak hayatlarını kazanan şehrin hükümranlarına ister kendileri, ister bürokratik hiyerarşi, ister tanrılara olan inanç hususunda olsun, doğrudan bir tehdit teşkil etmişti.

Sokrates’in asli sorgulayıcılarından biri olan Euthyphro’yu ele alalım. Euthyphron, doğru ile yanlış arasındaki farkı bildiğinden çok emin olduğu babasını mahkemeye çıkarmıştır. Sokrates, Euthyphro’nun babasıyla dindarlığın gerçek anlamı hakkında tartışmış ve onu bu konudaki keskin fikirlerinden çok kısa sürede vazgeçirmiştir.

Sokrates yargılanırken onu gençliği yozlaştırmakla suçlayanlardan birisi de dönemin en iyi vatanseverlerinden birisi olarak tanınan Meletus’tur. Sokrates, Meletus’la girdiği diyalogda onun vatanseverliğin gerçekte ne anlama geldiğini dahi bilmediğini çok kısa sürede ispat etmiştir. Bu bağlamda Sokrates, mutlak gerçeği bildiğine dair herhangi bir iddiada bulunmadan, etrafındakilerin neredeyse bütün sanılarını kendi yöntemiyle çürütmeyi başarmıştır.

İlgili konu: Sokratik yöntem

Sokrates’in hayatını ve felsefesini diyaloglarıyla anlatan Platon’u okumak oldukça düş kırıklığı yaratır; çünkü Sokrates bu diyaloglarda neredeyse hiçbir zaman son sözü söyleyen kişi değildir. Çünkü o cevaplardan çok sorulara değer verir ve mütemadiyen soru sorar. Bu diyaloglarda Sokratik sorgulamayı daima önde tutan, eleştiriyi daha da derinleştiren sabit, Sokrates’in kesinsizliğe sonuna kadar açık olmasıdır.

BEDEL ÖDEMEK

Sokrates mahkemeye çıkarıldığında çok ciddi iki suçlamayla karşılaştı. Bunlardan ilki, gençlere, zayıf argümanları güçlü göstermenin yollarını öğretmesiydi ki bu aslında onun değil, Sofistler’in yaptığı şeydi. İkincisi ise yeni tanrılar icat ederek dine karşı bir suç işlemesiydi. Bu da aslında Sokrates’in yaptığı bir şey değildi. Bu genelde şairlerin ve oyun yazarlarının işiydi.

sokrates, sokrates'in ölümü, sokrates'in savunmasu, sokrates'in idamı

Sokrates’in idamı

O hâlde Sokrates’in yargılanmasına neden olan gerçek suçu neydi? Belki de sadece şuydu: Sokrates, toplumun etki merkezlerinin kibirli duruşlarını eleştirmişti. Onlar da Sokrates’i ölüm cezasıyla karşı karşıya getirdi.

İlgili konu: Sokrates gerçekte neden ölüm cezasına çarptırıldı?

Sokrates, insanın herhangi bir konudaki kişisel fikirleri karşısında alçak gönüllü olmasının, doğruyu arama yolundaki en gerekli adımlardan biri, hatta belki de en önemlisi olduğunu göstermiştir. Bu son derece devrimci bir bakış açısıdır; çünkü bizi neye inandığımız, neye tapındığımız ve anlam’a nereden temas ettiğimiz gibi hususlarla ilgili ön yargılara meydan okumaya çağırır. O kendi döneminde bu meydan okumayı gerçekleştirmiş ve kendini Atinalıların doğru’nun ve iyi’nin ne olduğu konusunda bir bıçak sırtı hâlini alarak kutuplaşmış tartışmalarının ortasına atmış, bu çatışmada ilk kurşunu yiyen de kendisi olmuştur.

Amerikalı filozof Henry David Thoreau alçak gönüllülük konusunda şöyle yazmıştır:

“Alçak gönüllülük karanlığa benzer; cennetin ışıklarını gözler önüne serer.”

Henry David Thoreau

Bu şu demektir: Bir kişinin düşüncelerinin doğruluğu, kesinliği ve kendi bilgeliği hakkında göstereceği alçak gönüllülük, dünyayı onların gördüğü gibi görmeye çalıştığınız sürece, başkalarının da onlar gibi düşünmek için kabul edilebilir sebepleri olduğu gerçeğini ortaya çıkarabilir.

Kişinin hayattaki duruşu konusunda alçak gönüllü olması, gerçek-ötesine (post-truth) çağrı değildir; bir bar kavgasına dönüşen ağız dalaşlarında, kural ve kısıtlamalar ortadan kalkar, her şey kabul edilir hâle gelir.

 


Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, John J. Kaag ve J. W. Traphagan’ın “What Socrates’ ‘know nothing’ wisdom can teach a polarized America” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.

Kaynak Metnin Yazarı: J. W. Traphagan, Professor Emeritus of Religious Studies, The University of Texas at Austin; John J. Kaag Professor of Philosophy, UMass Lowell

Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer YILDIRIM

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 1 YORUM
  1. Mehmet dedi ki:

    Sokrates’e ait olduğu söylenen söz “Bildiğim bir şey var o da hiçbir şey bilmediğimdir.”
    Bu söz sokrates’in savunması kitabında geçer. Yazarı platon’dur.
    Bu sözün hikayesinin başlangıcı delfi tapınağındaki kahinin bilge kişi kimdir özellikleri nelerdir,yaklaşımının bir sonucudur.
    Bu söz bir had, sınır sözüdür. Kendini bilmenin erdemini vurgulayan bir sözdür.
    Canının istediğini söyleyen, canını sıkacak şeyler duyabilir.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...