Sieyès’in Egemenlik ve Temsil Anlayışı
Fransız düşünür Sieyès’e göre siyasi iktidar gibi sosyal hayat da temsile dayanmaktadır. Temsili sistemi savunurken ve meşrulaştırırken iki gerekçe sunar: Temsilin bir gereklilik olduğuna dair sunduğu birinci gerekçe iş bölümüyle ilgilidir.
Sieyès’e göre iktisadi alanda geçerli olan kanunlar siyasal alanda da geçerlidir. Dolayısıyla Adam Smith’in ekonomi alanında geliştirdiği iş bölümü fikri, siyasal alan için de geçerlidir. Kısacası iktisadi hayatta olduğu gibi siyasi yaşamda da iş bölümü bir zorunluluktur. Yönetici olmak bir yetenek meselesidir, bu yeteneğe sahip olmayanlar siyaset dışında başka işlerle uğraşmalıdırlar.
Bu varsayımdan hareketle Sieyès ikinci gerekçesini sunmaktadır: İnsanlar arasında doğal bir eşitsizlik söz konusu olduğu için herkes yönetici olamaz. Yöneticilik ancak temsile dayanan seçkinlerin üstesinden gelebileceği bir görevdir. Maddi ihtiyaçların sürekli baskısı altında bulunan ve eğitimden yoksun halk tabakası bu görevi yerine getiremez. Bu düşüncenin doğal bir sonucu olarak yönetenler – yönetilenler ayrımı ortaya çıkmaktadır.
Sieyès’e göre temsile dayanmayan her anayasa yanlış bir anayasadır. Temsilcilerin yetkilerini sınırlayacak olan ise seçmenlerden aldıkları vekâlet değil anayasadır. Böylece temsilciler, kendilerini seçenlerin talimatlarıyla değil, doğrudan doğruya anayasanın hükümleriyle bağlı olacaklardır. Temsilcilerin sorumluluğu, seçim bölgelerinde kendilerine vekâlet veren üç ayrı sınıfa mensup seçmenlere karşı değil, milletin bütününe karşıdır. Ulus ise yukarıda da belirtildiği gibi sadece bugünü değil, geçmişi ve geleceği de kapsayan manevi bir varlıktır.
Kısacası Sieyès’in savunduğu temsil anlayışına göre iktidarın kullanılması (yasama yetkisi), anayasaya bağlı olarak ulus adına çoğunlukla karar alan ve seçmenlerine emredici vekâletle bağlı olmayan bağımsız temsilcilere bırakılmalıydı. Burada dikkat çekici olan nokta şudur: Ulus adına yasama yetkisini kullanacak olan halkın çoğunluğu değil, seçmenlerin çoğunluğunun seçtiği temsilcilerin çoğunluğudur; yani Sieyès’e göre yasama yetkisi, çoğunluğun çoğunluğuna ait olmalıdır.
Sieyès Temmuz 1789’da Fransız Kurucu Millet Meclisi’nde yaptığı bir konuşmasında insan haklarını “doğal ve medeni haklar” ile “siyasi haklar” olmak üzere ikiye ayırmaktaydı. Doğal ve medeni hakları “pasif haklar”, siyasi hakları ise “aktif haklar” olarak niteleyen Sieyès şöyle demekteydi:
“Bir ülkenin vatandaşlarının tümü pasif vatandaş hukukundan yararlanmalıdır. Şahsının, malının, özgürlüğünün korunması herkesin hakkıdır. Ancak kamu gücünün kurulmasına ve işlemesine katılmak herkes için hak değildir; herkes aktif vatandaş değildir. Bugünkü durumda çocuklar, yabancılar, kamu gücüne ve örgütlenmesine hiçbir yardımı dokunmayanlar, toplumun yönetiminde aktif rol oynayamazlar, onu yönetemezler. Tümü toplumun yarattıklarından yararlanabilirler. Devlet denilen büyük sosyal teşebbüsün gerçek hissedarları ancak kamu örgütüne yardımcı olanlardır. Ortaklığın gerçek üyeleri, gerçek aktif vatandaşlardır.”
Sieyès “aktif vatandaşlar”ın kimler olduğu konusunda bir açıklama yapmaz. Fakat “aktif vatandaş” – “pasif vatandaş” ayrımının iktisadi bir temele dayandığını ve Sieyès’in burjuva düzenine hukuki bir zemin hazırladığını söylemek yanlış olmaz. Nitekim devrimin önemli aktörleri, Sieyès’in bu ayrımına dayanarak aktif ve pasif vatandaş ayrımının ödenen vergi miktarına bakılarak yapılması gerektiğini savunmuşlardır. Bu düşünceye göre “aktif vatandaşlar” yani yönetime katılabilenler en fazla vergiyi verenler olmalıdır.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer Yıldırım