Şekli Eşitlik Nedir?
Eşitlik ilkesi, Fransız Devrimi’nden önce, 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ile anayasal bir form kazanmıştır: “tüm insanlar eşittir, kendilerine Yaratıcıları tarafından verilen geri alınamaz haklarla donatılmışlardır.”
Fransız Devrimi de çok geçmeden, takriben 13 sene sonra ekler: “Tüm insanlar hakları çerçevesinde özgür ve eşit doğar ve yaşarlar”. Fakat hemen belirtmek gerekir ki eşitlik çok da düz bir kavram değildir. Çeşitli alanlarda birbirleriyle aynı düzlemde ele alınamayacak çeşitli eşitlik kategorileri vardır: Ahlaki eşitlik, hukuki eşitlik, siyasi eşitlik, sosyal eşitlik, cinsel eşitlik, ırksal eşitlik gibi. Fakat siyaset açısından ele alındığında esas olarak tartışılması gereken eşitliğe dair genel yaklaşım meselesidir. Bu konuda üç temel yaklaşımı ele almak mümkündür: Şekli eşitlik, fırsat eşitliği ve sonuç eşitliği.
Yukarıda Amerikan ve Fransız Devrimlerinin özünü oluşturan belgelerden alınan iki alıntı, insanları özleri itibariyle eşit kabul etme ilkesine dayanmaktadır. Bu asli eşitlik anlayışı temelde normatif bir anlayıştır, olması gerekeni ima eder. Oysaki bu sözlerin beyan edildiği dönemde ve hatta bugün de insanlar arasında birçok açıdan eşitsizlik devam etmektedir. Hatta mesele sadece normatif olmalarında da değildir. ABD’de siyah ırk, Fransa ve Avrupa’da da işçiler ve kadınlar uzun süre eşit muamele görmemişlerdir. Bu şık sözleri bildirgelere yazanlar bunda hiçbir beis görmemişlerdir.
Dolayısıyla tüm insanların doğallıklarında eşit olmaları durumunun tanımlanması gerekir. Somut olarak tanımlanmadıkça bahsedilen eşitliğin nasıl işlediği anlaşılamamaktadır. Şekli eşitlik, bu genel ve doğal eşitlik anlayışını hukuka bağlar. Buna göre insanlar her türlü toplumsal kurallar karşısında eşittirler, kurallar herhangi bir ayrımcılık ilkesine bağlı olarak uygulanmaz.
Şekli eşitlik anlayışı en temel olarak hukuki eşitlik ilkesinde vücut bulur. Bu ilke hukukun dil, din, ırk, cinsiyet gibi özelliklere bakılmaksızın, eşit bir şekilde uygulanmasını öngörür. Hukuk tüm bu özelliklere “kör” ilan edilir. (Adaleti temsil eden simgenin gözlerinin kapalı olması bu nedenledir). Hukukun üstünlüğü ismi altında ifade edilen bu ilke, vatandaşların ve kamu görevlilerinin tüm davranışlarının salt hukuk çerçevesinde değerlendirileceğini ifade eder. Bu hâliyle hukuksal eşitlik aslen negatif bir özellik arz eder. Zira büyük ölçüde herhangi bir imtiyazlı kesim veya kişinin olmamasını esas alır. Bu nedenle hukuki eşitlik, feodal dönemin imtiyazlara dayanan toplumsal yapısından modern kapitalizmin biçimsel eşitliğe dayanan toplumsal yapısına geçişte adeta kurucu bir rol üstlenmiştir.
Bugün için artık cinsiyet, renk, din gibi konulara bağlı olarak ayrımcılık uygulanması neredeyse meşru olarak iddia edilemeyecek bir ön kabul durumuna gelmiştir. Fakat bu ön kabulün kendiliğinden oluşmadığının da altını çizmek gerekir. ABD ve en son da Güney Afrika’da ırkçılık karşısında verilen mücadeleler, kadınların oy hakkı kazanmasına yönelik olarak başlayan ve başka alanlarda hâlâ devam eden eşitlik mücadeleleri hukuki eşitliği ortaya çıkaran toplumsal ve politik süreçler olmuştur. Ve tam da bu alanlar aslında hukuki eşitliğin hangi noktalarda yetersiz kalabildiğini bizlere göstermektedir.
On dokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren hukuki eşitlik mücadelesi veren kadınlar, dünyanın her yerinde olmasa da Batı dünyasında bu şekli eşitliği kazanmış durumdadırlar. Fakat bu şekli eşitlik her türlü eşitsizliğin bittiği anlamına gelmemektedir. Zira kültürel, ekonomik ve sosyal ve siyasal alanlarda kadın-erkek eşitliğinin gerçekleştiğini söylemek zordur. 2000’leri yaşadığımız bu günlerde kadınlar hâlâ “eşit işe eşit ücret” gibi son derece yalın bir talebin peşinde çaba göstermek durumunda kalıyorlarsa, hukuki anlamdaki eşitliğin her şeyi çözdüğünü söylemek zordur.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer Yıldırım