Felsefe hakkında her şey…

Rene Descartes’in İlk Felsefe Üzerine Mediyastonlar’ı

11.11.2019
4.546

Descartes’ın 1640-41’de yazılan küçük kitabının tam adı İlk “Felsefe Üzerine Meditasyonlar”dır. Burada “ilk” kelimesi dikkat çekicidir.

Descartes’ın çoğu gece yaptığı gibi şöminenin önüne otursanız ve farklı anlamlar üzerine felsefe yapmak isteseniz, ilk başta aklınıza ne gelir? Bildiğinizi düşündüğünüz şeyleri gözden geçirmekle işe başlamaz mısınız? Peki neyi kesin olarak bilebilirsiniz? İşte başlangıç noktası burası olacaktır Descartes’ın da. En ünlü eserini meydana getiren bu altı meditasyonda, Descartes, ilk/birincil olanı aramaktadır. Bir başka deyişle, şüphe edilemeyecek bir önerme aramaktadır ki onu bilginin temeli olarak kullanabilsin.

Descartes kesinlik arayışındaki bu fikirsel serüvende bizi adım adım ileriye götürür. Aynı Descartes ki “Konuşmalar”ında şöyle yazmıştır:

“Çocukluğumdan beri bilimle, edebiyatta beslendim; hayatta faydalı olan her şeyin açık ve kesin bilgisine bunlar aracılığıyla ulaşılabileceğine ikna edildiğini için de bunları öğren-meye aşırı derecede istekli oldum. Ama eğitim müfredatını tamamlayınca doğal olarak okumuş kişi mertebesine kabul edilir edilmez, fikrimi tamamen değiştirdim. Çünkü kendimi o kadar çok şüphe ve hatayla kuşatılmış bir halde buldum ki eğitimli olma çabalarımın aslında cehaletimin gitgide daha fazla farkına varmamdan başka bana kazandırdığı bir şey olmadığını gördüm.”

Böyleyken, Descartes’ın başlangıç noktası gerçeklik ve gerçeklik hakkında ne bilinebileceğidir. Burada Descartes metafiziksel bir yaklaşım benimseyerek şunları sorar: “Dışarıda neler var? Ben ne tür şeyleri biliyorum?” Bu soruları sorduğunuz anda, epistemolojiyle meşgulsünüz demektir. Çünkü arkadan gelen soru şu olacaktır: “Bildiğinizi düşündüğünüz sıradan şeyleri nasıl biliyorsunuz?” Descartes için, şüphenin kılıcı, felsefenin sorularından daha keskindir, daha derine iner.

Fizik, anatomi, kimya gibi fen bilimleri bile en nihayetinde gözlemlere dayalıdır, hepsi de duyularınız tarafından yaratılan gözlemlere…

Ara Not: “Duyuların bildirimlerine güvenilemez” der Descartes, “Çünkü duyular geçmişte beni aldatmıştır”. Meditasyonlarıdaysa şöyle söyler: “Bir kere bile olsa bizi aldatanlara asla tamamen güvenmemek ihtiyatlı bir davranış olacaktır.” Bilardo topları, gelgitler ya da mikroskobik organizmalar gibi maddesel nesnelerin varlığı şüpheliyse, o zaman bu nesnelerin davranışlarını açıklayan deneysel bilimler de şüpheli olmalıdır.

Oysa elbette matematikte durum farklıdır. Descartes bu bilim dalının, çıkarımlarına ulaşırken gerçekten var olan maddesel nesnelere bağlı kalmak zorunda olmadığını düşündüğü için, deneyci bilimler hakkındaki şüpheler burada geçerli değildir. Örneğin, kayıplardan, kazançlardan ve kâr paylarından bahseden bir hisse senedi sayfasını okuduğunuzda, bu güvenilir göstergelere itimat edebilirsiniz, değil mi? Ya da bir önceki günün spor sayfalarındaki sonuçlara baktığınızda, bunlar da aynı şekilde kesin değil midir? Oysa Descartes burada şüphe duymak için yeni bir neden keşfeder. Farz edin ki “son derece güçlü, kurnaz ve kötü bir cin var ve tüm enerjisini sizi kandırmaya adamış” der birinci meditasyonunda. Ya gözlemlediğinizi iddia ettiğiniz tüm bu gerçeklik, her şeye kudreti yeten böylesine bir varlık tarafından zihninizde yaratılan bir rüyadan başka bir şey değilse? Kuşkusuz ki bu da bir olasılıktır. Geometri ya da kalkülüs gibi bilimler bile şüphe altına girmektedir.

İkinci Meditasyon: Şüphe Edilemeyecek Bir Şey Var mıdır?

Birinci meditasyonunun kapsamlı ve katıksız şüphelerinden sonra, Descartes kesin bilgi araştırmalarını yenilemeye soyunmuştur. O ilk alıştırmadan çıkan ders, görünen odur ki her şeyden şüphe edilebileceğidir, çünkü bilgiye giden tüm yollar nafıle çıkmaz sokaklarda son buluyordur. Geriye ne kalmıştır? Descartes’ın bu ilk yıkıcı meditasyonun içinden çıkıp yeniden doğup bilgiye şekil vermesine olanak sağlayacak bir başlangıç noktası dahi var mıydı ki? Bir başka deyişle, şüphe edemeyeceği tek bir şey var mıydı? Tek emin olabileceği şeyin hiçbir şeyden emin olamayacağı olduğu, üzücü de olsa, doğru muydu? İkinci meditasyonda Descartes evvela önceki şüphelerini inceler: “Dünyada hiçbir şeyin olmadığına, ne yerkürenin, ne gökyüzünün, ne zihinlerin ne de bedenlerin olduğuna kendimi ikna ettim.” Peki, bütün bunlardan Descartes’ın hiç var olmadığı sonucu çıkmıyor muydu?

Başlangıç Noktası: Düşünüyorum, Öyleyse Varım

İkinci meditasyonunda Descartes’ın ortaya attığı soru, zihinsel faaliyet hakkındadır. Eğer bir şeyden şüphe duyuyorsa ya da bir şeyi onaylıyorsa, istiyorsa veya düşünüyorsa, o zaman bu faaliyetler onun var olduğu anlamına geliyordu. Böylece, “Düşünüyorum; öyleyse varım”, Descartes’ın elindeki ilk bilgi parçası oldu.

Bildiği. tek şey, var olduğuydu. Nasıl mı? Çünkü bu, şüphe edemeyeceği tek şeydi. Diğer bir ifadeyle, ne zaman var olduğundan şüphe duymaya kalksa, varlığının gerçek olduğunu görüyordu. Şu kötü cine gelince bırakın istediği kadar kandırsın, dedi. O (Descartes) kendisinin bir şey olduğunu düşündüğü sürece, her şeye gücü yeten bir hilekar bile asla onun hiçbir şey olmadığını ileri süremezdi. Şüphe etme eylemi burada kendi kendisini engelleyen bir davranıştı, çünkü şüphe eden bir varlığın şüphe edebilmesi için önce var olması gerekiyordu. Descartes’ın bu feryadı, şu önermeyle ifade buldu: “Benim, Varım, ifadesi ne zaman benim tarafımdan söylense ya da zihnimde tasavvur edilse, doğrudur, gerçektir.”

Descartes bilgiye giden araştırmalarını başlatmak için bu gerçeği çıkış noktası olarak kullanır. Fakat bu “ben” nedir? Bir keresinde, insanın “akıllı bir hayvan” olduğu söylenmiştir. Peki, hayvan nedir? Ya da akıllı olmak ne demektir? En başta, kimliğinin bir kısmının bedensel özelliklerle -kollar, bacaklar ve diğer parçalarının işlerlik gösterdiği mekanik durumun bütünü- alakalı olduğunu düşünmüştür. Ama sonra bedenler konusunda da yadsınamayacak, meşru bir şüphe ortaya atmıştır. Neticede kendisinin “düşünen bir şey” olduğunu bilmektedir. Yani o şüphe duyan, onaylayan, anlayan, inkar eden, isteyen bir varlıktır. Bu da bizim düşünme özelliğimizin ne olduğuna dair daha net bir resim sunmaktadır.

Bu “Düşünen Şey”le Cisimsel Şeylerin Doğasının Kıyaslanması

Ancak düşünen bir varlık olarak insan fikrinin yanı sıra bir de duyuların gözlemleyip kavradığı ve zihnin kendi içinde resimlerini oluşturduğu’ cismani şeyler fikri vardır. Bu şeyler, zihnin bir resmini oluşturabilmek için kendini hırpaladığı ve zorlandığı o “ben”den çok daha ayırt edilebilir olmalarıyla bilinmektedir. Böyle bedensel şeylerin diğer bütün şeylere göre en ayırt edilebilir ve açık şekilde anlaşıldığı gerçekten doğru mudur? Mesela bir parça mum alın, diye örnekler Descartes. Mumun rengini, biçimini ve büyüklüğünü gözlemlemek kolaydır. Kokusu parafin kokusudur. Mumu ateşin yakınına koyduğunuzdaysa, mum yavaş yavaş eridikçe, genişledikçe, kızıştıkça, kokusu başkalaştıkça ve aynı katılığa artık sahip olmayınca, tüm bu duyusal özellikler değişim geçirir. Mum aynı “mum” mudur? (Evet! Hiç kimse o mumu gizlice kaçırıp yerine yenisini koymamıştır!) Ama o artık kişinin hayalinin ya da duyularının mumu değildir. Yani artık duyularla, görme duyusuyla, dokunma duyusuyla ya da hayal gücüyle bilinmemektedir —belki hiç bir zaman bilinmemiştir de— ancak sadece katışıksız, dikkatli zihinsel tetkikle bilinebilir. Maddenin bir uzantısı, açılımı olarak doğası ya da özü hâlâ oradadır. İnsan bunu bilir, ama duyularıyla değil.

Descartes’ın Metodu

Bu noktada metot konusunda bir şeyin altını çizmek gerekir. İlk meditasyondaki titiz ve haşin şüpheyle yola çıkıp, ikincisindeki “Düşünüyorum; öyleyse varım” sezgiselliğiyle devam eden Descartes, geometrik metot diye bilinen şeyi kullanmıştır. Geometrik ispatların genellikle verili (bilinen/postülat) işlevi gören güçlü başlangıç noktalarından hareket ederek, bu başlangıç noktalarına dayalı daha öte doğruların çıkarımına ulaştığını bilmekteyiz. Bu metot, bugün “Kartezyen koordinatlar” olarak bilinen koordinatları geliştiren “matematikçi Descartes’a” çok hitap etmiştir. Kuşkusuz ki onun geometriye katkıları felsefi sistemini de etkilemiştir. Aydınlanma çağının diğer iki düşünürü Galileo ve Sir Isaac Newton gibi Descartes da dünyanın matematiksel olarak anlaşılabileceğine inanıyordu. Ayrıca o geometrik tümdengelim metodunun kesin bilgi için model oluşturduğu görüşündeydi. Aynı model felsefe için de kullanılabilir miydi? Descartes tüm inançları kesinliğin matematiksel kriterleriyle test etmek üzere yola çıktı.

Ara Not: Metot Üzerine Konuşma’da Descartes sadece “açık ve seçik” biçimde doğru ‘görünen’ inançları kabul edeceğini belirtmiştir. Descartes için bu bir şeyi sezgisel kesinlikle bilmeniz demektir. Burada aynı zamanda görsel bir metafor da söz konusudur -tıpkı “anlıyorum” demek yerine aynı anlamda “görüyorum” demeniz gibi.- Sezginin dolambaçlı akıl yürütmelere ihtiyacı yoktur; sezgi gerçeğin ya da doğrunun derhal kavranmasıdır.

“Açık ve seçik”, aynı zamanda matematiğin ve mantığın önermelerinde rastlanan açıklama gerektirmeyecek kadar net olma durumunu da kapsamaktadır. Descartes bu tür önermeleri “aklın doğal ışığı” sayesinde bilebileceğinizi söylemiştir. Ona göre bu , “kuşkusuzdur”, yani sadece şüphelenilmesi zor olmakla kalmayıp hakikaten şüphelenilebilme kapasitesine sahip değildir. Bu tür önermeler öncül olarak ya da olaydan önce (a priori) bilinirler.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...