Politik küreselleşme
İmparatorluklar döneminden başlayarak ulus-devletler de dahil olmak üzere, bir ülkenin kendisine ait bir iç ve dış politikanın olduğunu görüyorduk. “Bill Clinton’un tarihte ilk defa iç ve dış politika arasında bir farkın kalmadığını ilan edebilmesi” (Bauman, 1999: 20) küreselleşmenin politik boyutunu açıklaması bakımından üzerinde durulmaya değerdir. Peki bu söz ne anlama gelmektedir? Bilindiği gibi imparatorluklar döneminde, kozmopolit bir yapı varlığını korumaktaydı. Yani farklı etnik ve dini kökenden insanlar bir imparatorluk içerisinde bulunuyorlardı. Fransız Devrimi ile birlikte dünyaya yayılan ulusçuluk akımı, modern-ulus devletleri yaygın bir yapı haline getirmiştir.
Tek bir etnisite merkezli hareket eden ulus-devletler, ister istemez himayeci ve dışarıya kapalı olduğu kadar “milliyetçi” politikalar izlemişlerdir. İlerleyen süreçte, ülkeler arasında farklı yapılanmalar kendisini göstermiştir. Bu yapılanmalar bir yandan ulus-devletin kendi politik çizgilerini izlemelerine izin verirken, öte yandan bir birlik ve ittifak oluşturmaktaydılar. Nitekim NATO ve Varşova Paktı gibi dünyanın iki kutuplu olduğu zamanlarda bunlar yaşanmıştır. Fakat Avrupa Birliği, ulus-devletlerin daha büyük bir birlik içerisinde çok boyutlu anonimliklerini ifade etmektedir. Bir kere genel normlar ve değerler etrafında bir yapılanma vardır ki, Batı’nın siyasi dini, kültürel birliktelikleri bu yapılanmanın ana şemsiyesini oluşturmaktadır. Bu durum, Birlik içerisinde yer alan ülkelerin genel politikalarını da belirlemekte, Birlik içinde öne çıkarılan ilkeler temel standartlar haline gelmektedir. Bu ülkeler, devletlerarası ilişkiler ve tüm politikalarında standart hâline gelen ilkeleri uygulamaya çalışmaktadırlar. Hatta Birlik üyesi olmayan bazı ülkeler de, kendi politikalarını Avrupa Birliği yasalarıyla uyumlu kılmak üzere çaba göstermektedirler.
Gerek genel anlamda küreselleşme, gerekse küreselleşmenin politik boyutunda modern ulus-devlet merkezi önemdedir. Çünkü bu süreçte modern ulus-devlet, hem tek bir milliyet hem de sınırları olan bir toprak parçası içerisinde homojenliği (aynılığı) vurgulamaktadır. Küreselleşme ise, hem bu sınırları dünyanın en geniş sınırlarına kadar genişletmesi, hem farklı kültür ve etnisitelere meşruiyet vermesi, hem de farklılıkları görünür kılmasıyla ulusdevlet anlayışı ile gerilim içindedir.
Batı standartlarının dünyaya yayılmasına sebep olan bu durum, güç dengeleri ile bağlantılı görünmektedir. Küresel aktörler dediğimiz dünyaya hakim devletlerin de, bu bağlamda tüm dünyaya bazı değerleri yaymak istediklerini bilmekteyiz. Bu, bir noktadan sonra, baskıcı bir tarzda meydana gelmektedir. Nitekim 11 Eylül 2001 olaylarından sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin işgalleri hâlâ devam etmektedir. Öte yandan teorik düzeyde de bunu destekleyici argümanlar ileri sürülmektedir. Meselâ, Francis Fukuyama’nın “tarihin Sonu” şeklinde bilinen, Batılı demokratik ve liberal değerlerin insanlığın ulaşabileceği yegâne değerler silsilesi olduğunu belirten tezi Batılı değer ve normların “küresel” olduğunu iddia etmektedir. (Fukuyama, 1999: 13-49)
Bugün gelinen noktada, ulus-devlet bir yapı olarak varlığını sürdürmekle birlikte, işlevlerinde eskisine göre ciddi bir kayıp meydana gelmiştir. Herhangi bir yerde meydana gelen politik bir olayın ya da siyasi tavır alışların, dünya ölçeğinde diğer ülke ve devletlerin politikalarında bir etki bırakması, hiçbir devletin dünyada kendi içine kapanmasına izin vermemektedir. Artık hiçbir sorunun iki ülke arasında özelleşmesi gibi bir durum da söz konusu olmamaktadır. Meselenin bir başka boyutu da, vatandaşın ulus-devlet sınırları dışında uluslar arası hukuk ve kurumlarla ilişkisidir. Bu ilişkiler çerçevesinde yurttaş, hükümet ve siyasi liderlerden yurt içindeki toplumun düzeninin sağlanmasıyla ilgili uluslararası yükümlülükler dâhil, hukuka uymalarını bekleme hakkına sahiptir. Siyasi kimlik temeli olarak ulus-devlet sınırlarının bulanıklaşması, aynı zamanda hükümetin zayıflamasına eşlik etmektedir. (Falk, 2005: 218-219) Buna göre vatandaş, ulus-devlet sınırlarını aşarak küresel düzeyde örgütlenmiş ya da norm haline gelmiş ilkelerin ülke içinde uygulanmasını talep etmektedir. Zaten bu yönde devletlerarası yapılanmalar da hızlanmaktadır.
Kaynak: DİN SOSYOLOJİSİ, s. 114-115, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2061 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1095