Felsefe hakkında her şey…

Hegel’in Mülkiyet Felsefesi

26.05.2020
1.816

Ancak ahlak alanındaki bu ilişkileri ayrıntılı olarak incelemeden önce bazı kavramların aydınlatılması gerekir. Burada aydınlatılması gereken kavramlar, soyut hak ve öznel ahlak kavramlarıdır. Hegel’e göre soyut hak, mülkiyetle birlikte ortaya çıkar. Mülkiyet Hegel için önemli bir kavramdır. Hegel mülkiyeti yalnızca ekonomik ve hukuki bir kategori olarak görmez, onu felsefi bir boyutta değerlendirir. Onun için mülkiyet, yalnızca istek ve ihtiyaçların karşılanması ile ilgili değildir.

Hegel, mülkiyeti felsefini bir kategori olarak ele alır. Hatta mülkiyeti burada insan görüşünün içine katacak inceler. “Hukuk Felsefesi” adlı yapıtının birçok bölümünde kişilik ve mülkiyeti bir birine bağlı olarak görür ve mülkiyeti onaylar. Örneğin Hegel, mülkiyet ve kişilik arasındaki ilişki hakkında şunları söyler:

“Fakat ben, özgür irade olarak, sahip olduğum şeyde kendi kendimin öznesi olurum ve bu nedenle de ilk kez gerçek bir irade olurum. Ve işte bu da mülkiyet kategorisini oluşturan yöndür… Aynı zamanda mülkiyet iradenin vücuda gelmesidir…”

Hegel’e göre mülkiyet insanın kendisini tanıtması mücadelesi içerisinde temel bir öneme sahiptir. Mülkiyet yoluyladır ki insan bir başka insan tarafından kabul görür ve böylece varlığı bir ölçüde nesnelliğe kavuşur. Mülkiyet sayesinde kişinin varlığı, bir başka kişi tarafından kabul görür. Bu da bir ölçüde evrensel olanın, toplum hayatından somutlaşması yönünde önemli bir adımdır. Mülkiyet Hegel için, benliğin haklılaştırılmasını ve öznellik alanından çıkıp dış dünyada kabul görmesini sağlar.

Dolayısıyla Hegel mülkiyetin temelini ve rasyonel oluşunu, ihtiyaçların tatmininde bir araç olarak değil; kişiliğin öznel yanının aşılması olarak görür. Bir kişinin mülkiyeti, o kişiyi bir akıl olarak görmeyi gerektirir. “Dış şeylerle ilişkide, rasyonel yön benim mülkiyete sahip olmamdır.” der, çünkü o kişi bu mülkü edinebilmek için akli bir planı ortaya koymuş ve doğada bulunan ham haldeki bir nesneyi dönüşüme uğratmıştır. Böylece doğayı dönüşüme uğratarak, onu dolaylamış ve kendi tinsel yanını ortaya çıkartabilmiştir. Bu yüzden de “Mülkiyet, kişiliğin, benliğin vücut bulmasıdır.” da denilebilir.

Bu görüşlerden, Hegel için özel mülkiyetin toplum ve siyaset felsefesinde önemli bir konumu olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Hegel kendi toplum görüşünde, mülkiyete olumlu bir özellik atfederek, özel mülkiyet karşıtı görüşlerin tam aksi yönünde yer alır. Hegel’in mülkiyet ve kişilik arasında kurduğu bu bağ, daha sonra onun sivil toplumu incelerken ortaya koyacağı görüşlerde belirginleşecektir. Sivil toplumda mülkiyet ve kişilik arasında kurulan özdeşlik, modem toplumun yoksulluk ile yüzleşmesi ile sonuçlanacak ve Hegel mülkiyetin eşit paylaşılamaması dolayısıyla yoksulluğu ve sefaleti sivil toplumun çözemeyeceği sorunlar olarak görecektir. Bu sorunlar aklın nesnelleştiği ve öznelliğin aşıldığı devlet alanında çözülecektir.

Kaynak: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, “Hegel’de Devlet ve Akıl İlişkisi”, Can Karaböcek, Sayfa: 58-62

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...