Varoluşçuluğun Türk Düşüncesine Etkileri
YAZAN: Sena Işıl İpekçi
Varoluşçuluk özellikle 1930’lu yıllardan başlamış, Batı’nın ve Avrupa’nın büyük çoğunluğu üzerinde etkili olmuş bir felsefi akım olarak görülmüştür.
Varoluşçu felsefe genel olarak, dönemin koşulları altında bir benlik arama ihtiyacı olarak ortaya çıkmıştır. Bireyin anlam dünyası ve bireye yeni düşünceler katabilecek bir felsefe olarak Türk düşünce tarihine etkisi olmuş ve Türk edebiyatında da etkide bulunmuştur.
Türkiye’de varoluşçuluk 1940’lı yıllarda tanınmaya başlanmıştır. İlk olarak bazı dergilerde Sartre’nin çevirilerinin yapılması üzerine varoluşçuluk Türk düşünce hayatında belirli etkilerde bulunmaya başlanmıştır. Ankara’da yayımlanan Mavi Dergisi ilerleyen yıllarda varoluşçu yazar ve şairleri toplamaya yardımcı olmuştur.
Türk düşünce hayatındaki bazı isimler Güner Sümer, Ferit Edgü, Ahmet Oktay, Orhan Duru, Demir Özlü olarak sayılabilir. Bu isimler Atilla İlhan liderliği ile sosyal-realizm adı verilen bir akım içerisine girmişlerdir. Ancak ortaya koydukları eserler de pek sosyal-realizm izlerini taşımamanın aksine varoluşçuluk ön planda görülmüştür.
Varoluşçuluğun insanın özünü kendisinin seçmesi olduğunu belirtmek gerekir ve varoluşun özünün de özgürlük olduğu açık bir şekilde tüm düşünürlerde ortak olarak belirlenmiştir. Varoluşun bu birey merkezci anlayışı da Türk edebiyatına yansımıştı. Bu felsefeyle ilişki kuran ilk roman da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı eseri olmuştur. Daha sonraları varoluşçu felsefenin konuşulduğu en önemli dergilerden birisi olan A Dergisi‘nde Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar, İlhan Berk, Erdal Öz, Adnan Özyalçıner gibi edebiyatçılar bulunmuş ve edebi eserlerini yayımlamışlardır.
1950’li yıllarda çoğu dergide varoluşçuluk gündemde olmuş ve tartışılmıştır. Aynı yıllar içinde Sartre, Kierkegaard, Camus, Jaspers gibi varoluşçuların bazı yazıları çevrilmiş ve çeviriler aracılığı ile Türk edebiyatçılar daha fazla varoluşçu eser üretmişlerdir.
Türk edebiyatını büyük ölçüde etkileyen varoluşçuluk dönemin siyasi, geleneksel ve kültürel durumunu da büyük ölçüde etkilemiş ve süre gelen geleneksel düşünceyi de bir ölçüde değiştirmiştir.
Varoluşçuluk insanın kendi özünü seçmesi durumu olduğu için, varoluşçuluk insanın kendi kaderini kendisinin belirlemesi demektir. Ama yine de bu dönemde yazılmış olan eserlerin çoğunda kader belirlemek olmamıştır. Bu eserlerde olay örgüsü arka plana itilmiş zaman ve mekan ön planda tutulmuş, hayata karşı sorgulayıcılık, ölüm ve intihar sorgulamaları eserlere yansımıştır. Bu eserlerde ise ön planda tutulan zaman bireyin benlik zamanıdır ve birey kendi benliğinde hissettiği zamandan sorumludur.
Türk edebiyatındaki varoluşçu eserlerin içeriğinde birey veya özne kendisini toplumdan soyut tutar ve uzaklaşarak kendi sorumluluğunu üstlenir. Bu yüzdendir ki kendisini soyutlamış olan insan belirli bir bunalımın içerisinde bulunmaktadır. Bu soyutlamanın sebebi toplumun sistemlerinin reddedilmesi insanın inançsızlığa sürüklenmesi olarak gösterilebilir. Bu durumda insanlar kendilik bilincine ulaşma hedefine yoğunlaşırlar.
Türk edebiyatındaki bazı eserler şu şekildedir: Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli, Ferit Edgü’nün Kimse ve Hakkari’de Bir Mevsim, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur, Tezer Özlü’nün Yaşamın Ucuna Yolculuk. Demir Özlü’nün de başlıca Bunalım ve Soluma eserlerinin yanı sıra hemen hemen birçok eserinde varoluşçuluğun izleri görülmektedir.
Varoluşçuluğa doğru yapılan bu hareketler ve tanıtımların yanı sıra eleştiriler de gelmiştir ve bu eleştiren kişiler de Atilla İlhan, Osman Oğuz, Peyami Safa olarak sıralanabilir.
Sonuç olarak 1950’li yıllarda başlayan ve Türk edebiyatı ve Türk düşünce hayatını etkileyen varoluşçu metinlerde, düşünce ve geleneklerde, anlatım biçimlerinde belirli değişiklikler yapılmış ve bir dönüm noktası olmuştur.
YAZAN: Sena Işıl İpekçi