Felsefe hakkında her şey…

Marcel Proust Kimdir?

10.11.2019
2.451

Fransız romancı, deneme yazarı ve eleştirmen. En tanınmış eseri 1913-1927 yılları arasında yayınlanmış, 20. yüzyılın en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilen 7 ciltlik À la recherche du temps perdu (Türkçede, Kayıp Zamanın İzinde)’dir.

Proust Paris’in güney yakasında, Auteuil’de, Frankfurt Anlaşması Fransız-Rus Savaşları’nı resmen sonlandırdıktan iki yıl sonra büyük amcasının evinde doğdu. Doğumu Paris yönetiminin baskılanması sonucu çıkan şiddet ortamında gerçekleşti ve çocukluğu Üçüncü Cumhuriyetçiler’in göreve geldiği sırada geçti. Kayıp Zamanın İzinde özellikle aristokrasinin çöküşü ve orta sınıfın yükselişi dönemine denk gelen Üçüncü Cumhuriyetçiler yönetimi altında gerçekleşen büyük toplumsal değişimleri konu alır.

Proust’un babası Achille Adrien Proust, Avrupa ve Asya’da koleranın nedenlerini ve yayılmasını araştırmakla görevli bir patolog ve epidemioloji uzmanıydı. Tıp ve hijyen konulu birçok makale ve kitabın yazarıydı. Proust’un annesi Jeanne Clémence Weil, Alsace’li zengin ve yüksek kültürlü bir Yahudi ailenin kızıydı. Eğitimli ve kültürlü bir kadın olan annesinin kaliteli espri anlayışı ve yetkin İngilizcesi yazmış olduğu mektuplardan bilinmektedir.

Dokuz yaşına geldiğinde Proust ilk ciddi astım nöbetini geçirdi. Bu yaştan sonra da her zaman hasta bir çocuk olarak kabul edildi. Çocukluğunun önemli bir bölümünü Illiers’de bir çiftlikte tatil yaparak geçirdi. Bu köy, Auteuil’deki amcasının eviyle birlikte Kayıp Zamanın İzinde’de sık sık geçen hayali Combray köyü için model oluşturuyordu.

1882’de, 11 yaşındayken Proust Lycée Condorcet lisesine yazıldı, ancak eğitimi hastalığı yüzünden yarıda kaldı. Buna rağmen edebiyat yeteneğiyle ön plana çıkmayı başardı ve son senesinde bir ödül aldı. Sınıf arkadaşları sayesinde yüksek burjuva sınıfının salonlarına girebildi, buralarda da Kayıp Zamanın İzinde için değerli kaynaklar elde edebildi.

Kötü sağlığına rağmen Proust bir yıl (1889–90) Fransız ordusunda askerlik yaptı. Bu bir yılını Orléans’da Coligny Caserne’de geçirdi. Romanının üçüncü bölümünü oluşturan Guermante’nin Yolu’nda bu deneyiminden uzun uzadıya bahsetmektedir. Genç bir delikanlı olarak Proust eğlenceye düşkündü ve yaşamı bir yazarın disiplinli yaşamından uzaktı. Bu dönemde, bir snob ve bir amatör olarak yarattığı ünü büyük romanının ilk bölümü olan Swann’ların Tarafı’nı yayınlatma konusunda büyük sıkıntılar yaşamasına neden oldu (1913).

Proust’un annesiyle yakın bir ilişkisi vardı. Babası ise sürekli bir kariyer edinmesi konusunda ona baskı yapıyordu. Babasının bu isteklerine karşılık vermek için 1896 yazında Bibliothèque Mazarine kütüphanesinde gönüllü bir işe girdi. Bir süre çabaladıktan sonra, yıllarca sürecek bir hastalık izni almayı başardı. Hiçbir zaman bir işte çalışmayan Proust, annesi ve babası ölünceye dek de aile evinde yaşamayı sürdürdü.

Bir eşcinsel olan Proust, eşcinsellik temasını eserlerinde açıkça ve uzun uzadıya işleyen ilk Avrupalı romancıydı.

1894’te Dreyfus olayı başladığında Marcel Proust, Dreyfus yanlıları arasında yer aldı. 1895’te felsefe lisansı diplomasını aldı. Bundan üç yıl sonra 1898’te Dreyfus olayı büyüdü. Aynı yıl Zola’nın “J’accuse” adlı açık mektubu L’Aurore gazetesinde yayımlandı.

1900-1905 döneminde aile çevresi ve genel olarak hayatı büyük değişimler geçirdi. Şubat 1903’de Proust’un ağabeyi Robert evlenip aile evini terk etti. Aynı yılın Kasım ayında babası öldü. Ama Proust en büyük darbeyi Eylül 1905’de annesi öldüğünde yedi. Annesi ölmeden önce ona kayda değer bir miras bıraktı. (2006 yılının kurlarıyla 6 milyon Amerikan dolarına yakın bir meblağ ve aylık 15.000 dolarlık sabit bir gelir.) Ancak bu dönemde kendi sağlığı da ciddi ölçüde zayıflamayı sürdürdü.

Proust son üç yılını büyük ölçüde yatak odasında geçirdi. Gündüzleri uyuyor, geceleri romanını tamamlamak için çalışıyordu. 1922 yılında zatürreye yakalanıp akciğer apsesinden öldü. Paris’te Père Lachaise Mezarlığına defnedildi. Proust yaşarken edebiyat dünyasının yarısı onu çok parlak bir yazar, diğer yarısı da okunamayacak kadar ağır buluyordu.

Proust çok erken yaşlarda yazma ve yayınlanma işiyle ilgilenmeye başladı. Daha okul yıllarında yazılarını yayınladığı La Revue verte ve La Revue lilas dergileriyle olan ilişkisinin yanı sıra 1890-91 yıllarında Le Mensueljürnalında da toplumla ilgili yazılar yazdığı aylık bir sütunu vardı.[2] 1892 Le Banquet (aynı zamanda Platon’un Sempozyum kitabının Fransızca adı), adında aylık bir edebiyat dergisi çıkarma girişimine katıldı. Bunu izleyen yıllarda bu derginin yanı sıra, daha prestijli La Revue Blanche dergisinde küçük yazıları yayınlandı.

1896 Les Plaisirs et les Jours adı altında bu küçük yazıların birçoğundan oluşan bir derleme yayınlandı. Kitabın önsözünü Anatole France yazdı, çizimleri de Mme. Lemaire tarafından yapıldı. Kitap öylesine şaşalı bir şekilde hazırlanmıştı ki fiyatı normal bir kitabın iki katıydı.

O yıl Proust, ancak ölümüden sonra, 1954’de yayınlanacak Jean Santeuil adlı bir roman üzerinde çalışmaya başladı. Kayıp Zamanın İzinde’deki temaların birçoğunun ilk hallerine bu tamamlanmamış romanda rastalanabilmektedir. Örneğin hafıza muamması, üzerinde düşünmenin gerekliliği ve bunun gibi başka birçok bölüm. Jean Santeuil çalışmasında Kayıp Zamanın İzindede bulunan birçok bölümün ilk hallerine de rastlamak mümkündür. Örneğin Jean Santeuil’de betimlenen ebeveynler Kayıp Zamanın İzindeki ebeyeynlere göre oldukça kabaca ve anahatlarda betimlenmiştir. Les Plaisirs et les Jours aldığı kötü eleştireler ve kurguyu ilerletme konusunda Proust’un karşılaştığı sorunlar, yazarın sonunda Jean Santeuilyi 1897’de ilerletmeyi bırakmasına, 1899’da çalışmayı büsbütün rafa kaldırmasına neden oldu.

1895’den başlayarak Proust uzun yıllar Carlyle, Emerson ve John Ruskin okuyarak geçirdi. Okumaları devam ederke Proust kendi edebiyat kuramlarını geliştirmeye ve sanatçının toplumdaki yeri hakkında kendi fikirlerini geliştirmeye başladı. Aynı zamanda Kazanılan Zaman’da Prous’un evrensel kahramanı Ruskin’in “Susam ve Zambak”‘ını çevirdiğinden bahsediyor. Sanatçının sorumluluğu doğayla yüzleşmek, onu gözlemek, özünü kavramak, ardından da bunu bir sanat eserinde baştan anlatmak ya da dışavurmaktır. Ruskin’in bakışaçısında sanatsal üretim çok belirleyiciydi, Proust için ise Ruskin o kadar önemliydi ki, aralarında “Mimarininin Yedi Lambası,” “Amienlerin İncil’i” ve “Praeterita” da dahil olmak üzere, birçok kitabını “ezbere bildiğini” söylemiştir.

Proust daha sonra Ruskin’in iki çalışmasını Fransızca’ya çevirmeye başladı ama İngilizce bilgisindeki yetersizliği buna engel oldu. Bunun üstesinden gelebilmek için çeviri çalışmasını bir grup çalışmasına çevirdi ve kabataslak çeviriyi annesine yaptırdı, ardından kendisi yazıları gözden geçirdi, son olarak da bir arkadaşının İngiliz kuzeni (ve dönem dönem sevgilisi) Marie Nordlinger tarafından son kez gözden geçirdi. Bir editörü yöntemleri konusunda onu sorgulayınca, Proust “İngilizce bildiğimi iddia etmiyorum; Ruskin’i bildiğimi iddia ediyorum” diye yanıtlamıştı.

“Amienlerin İncil’i” Proust’un geniş önsözüyle birlikte, 1904’de Fransızca’da yayınlandı Hem çeviri, hem önsöz iyi eleştiriler aldı; Henri Bergson Proust’un girişini “Ruskin’in psikolojisine iyi bir katkı” olarak değerlendirdi; çevirinin kendisini de aynı şekilde olumlu sözlerle karşıladı.[2] Bu kitap yayınladığı sıralarda Proust Ruskin’in Susam ve Zambaklar eserini çevirmeye başlamıştı bile. Bu eser de 1906’da yayınlandı. Edebiyat tarihçilerine göre, Ruskin’in dışında Proust’u en çok etkileyen sanatçılardan bazıları Saint-Simon, Montaigne, Stendhal, Flaubert, George Eliot, Fyodor Dostoevsky, ve Leo Tolstoy’dur.

1908 yılı Proust’un bir yazar olarak kariyeri açısından önemli bir yıldı. Yılın ilk yarısında, farklı dergilerde başka yazarların pastişlerini yayınladı. Bu ‘öykünme’ çalışmaları, Proust’a kendi tarzını oturtma konusunda yardımcı olmuş olabilir. Buna ek olarak, aynı yılın ilkbaharı ve yazında Proust, daha sonra Contre Saint-Beuve adı altında toplanacak bir dizi yazı parçacığı üzerinde çalışmaya başladı. Proust çalışmasının neyle ilgili olduğunu bir arkadaşına yazdığı bir mektupta dile getirmiştir: “Şu anda üzerinde çalıştıklarım şunlardır: asilzadeler üzerine bir Paris romanı, Sainte-Beuve ve Flaubert üzerine bir deneme, kadınlar üzerine bir deneme, kulamparalık üzerine bir deneme (yayınlanması pek kolay olmayacak), mozaik cam üzerine bir çalışma, mezar taşları üzerine bir çalışma ve romancılık üzerine bir deneme.”

Bu dönemde Proust, birbirinden kopuk bu parçalardan yavaş yavaş bir roman derlemeye başladı. Uyku tutmayan ve her gece çocukken annesinin onu sabahları almaya geldiği zamanları anımsayan bir başkahramanın, birinci ağızdan anlatıldığı bu çalışma, en sonunda da Sainte-Beuve üzerine eleştirel bir incelemeyle noktalanıyordu. Sainte-Beuve’ye göre biyografiler bir sanatçının çalışmalarını anlamak için en değerli belgelerdi; Proust bu görüşe karşı çıkıyordu. Bu romanın taslaklarında, daha sonra “Combray” ve “Swann” çalışmalarında karşımıza çıkacak metinler (özellikle 1. Kitap ve 7. Kitap’ın son bölümü) yer alıyordu. Kitabı için bir yayıncı bulma konusunda yaşadığı sıkıntılar nedeniyle Proust bir süre sonra temelde farklı ama içeriğinde benzer tema ve ögeler içeren başka bir projeye yönelmesine neden oldu. 1910’a gelindiğinde ise artık À la recherche du temps perdu üzerinde yoğun olarak çalışıyordu.

Kurgunun merkezinde, 4000 sayfa boyunca adı ancak bir ya da iki kere geçen Marcel adlı baş kahraman yer alıyor. Bir yazar olmak istiyor, ancak hayatının “belleğini” bulmakta güçlük çektiğinden bir türlü oturup yazamıyor. Yazarlık serüveni yedi cilt boyunca sürüyor. Bir noktada yazma işinden büsbütün vazgeçmeye karar veriyor. Eserin sonlarına doğru “belleğini” kazara buluyor ve yazmaya başlayabiliyor. Ancak bu da düşündüğü kadar hoş bir şey olmuyor. “Gerçek cennetler, unuttuklarımızdır” diyor.

 

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...