Felsefe hakkında her şey…

Kültürel Kimlikler ve Hak Talepleri

10.05.2020
899

Liberal demokrasinin en temel taahhüdü birey olarak yurttaşlarının özgürlük ve eşitliğidir.

Bu amaç, grup üyeliklerine bakmaksızın tüm bireyler için temel medeni, siyasal hakları güvence altına alan anayasal haklar bildirgesinde de görülmektedir. Liberalizmin bireyi aslında vatandaş-bireydir. Daha en başından itibaren, liberalizmin yasal hak ve özgürlükleri, ulusal düzlemde tanımlanan vatandaşlık hakları olarak tanımlanmış ve belirli bir ulusa mensup olmakla eşitlenmişlerdir.

Ulus mensubiyeti, bu liberal hak ve özgürlüklerin temel çerçevesi hâline gelmiştir. Bu anlamda liberalizmin bireyi soyut bir bireydir: Herhangi bir alt kimlikten azade, soyut vatandaşlık seviyesinde tanımlanmış ve hakları da bu düzey üzerinden eşit bir biçimde tanımlanmıştır.

Liberalizmin özgürlüklerle ilgili getirdiği sınırlamalara on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda en köklü eleştiriyi Marksizm getirmiştir. Buna göre liberalizmin soyut bireyi, ekonomik eşitsizlikler sanki hiç yokmuş gibi tanımlanmakta, bu da toplum içerisindeki sınıfsal farklılıklara dayalı tahakküm ilişkilerinin üzerini örtmektedir. Bu anlamda Marksizm, liberalizmin soyut vatandaş bireyini, işçi sınıfı adına olumsuzlamaktadır.

Fakat Marksizm’in bu sınıf tanımı da aslında belli bir derece soyuttur zira o da sınıfı her türlü alt kimlikten azade, soyut bir kavram olarak ele almaktadır. İşte modern siyasetin bu iki temel kategorisi –yani vatandaş ve sınıf- özellikle on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren çeşitli alt-kimlikler tarafından eleştiriye tabi tutulmaya başlamışlardır. Öncelikle bu dönemden itibaren özellikle feminist hareket ve ABD’deki siyah hareket gibi ırk eşitsizliğini konu edinen toplumsal hareketler toplum içerisinde başka ezme-ezilme ilişkilerinin de olduğuna işaret etmişlerdir. Bu anlamda üst kimlikler giderek daha fazla sorgulanır hâle gelmiştir.

Bu akımların başka bir etkisi de, kitleleri büyük oranda kendisine angaje eden “sağ ve sol” ayrımına dayalı temel siyasal kimliklerin yerini almış olmasıdır. İnsanlar giderek siyasetin bu bilindik akslarının ötesinde, yeni kültürel ve toplumsal hak taleplerini daha gerçekleştirilebilir bulmuşlar ve bu doğrultuda mobilize olmaya başlamışlardır. Temel siyasal hareketler güç ve meşruiyet kaybederken, kimliğe ve çevre, barış, cinsiyet eşitliği, insan hakları gibi post-materyalist, yani maddi çıkar temelli olmayan değerlere bağlı olarak gelişen toplumsal hareketler bunların yerini almaya başlamıştır.

Bu toplumsal hareket akımına, çok geçmeden sayısı giderek artan etnik-kültürel hak talepleri eşlik etmiştir. Konuyla ilgili son olarak kimlik taleplerinin artışının küreselleşme sürecine paralel olarak gelişiyor olmasına işaret etmek gerekir. Bu gayet ilginçtir, zira bu süreçle birlikte insanların daha üst kimliklere yöneleceği düşünülürken, ortaya çıkan tam tersi olmuştur. Aslına bakılırsa durum bu noktada biraz karmaşıktır. Bu konuda fikir yürütenlerin önemli bir kısmı, bir yandan, küreselleşmenin kültürleri tehdit edici güçleri karşısında, insanların kimlik ve kültürlerine daha fazla sarıldıklarını, bunun da kültür savaşlarının yeniden alevlenmesine uygun zemin hazırladığını söylemektedirler. Başka bir deyişle, söz konusu olan küreselleşme sürecine kültürü koruma yönünde verilen bir tepkidir.

Fakat öte yandan görüyoruz ki aslında bu alt kültür hareketleri küreselleşme ile son derece uyumlu bir şekilde var olabilmektedirler. İstedikleri küreselleşmenin nimetlerinden vazgeçmek değil, ona kendi kültürel varlıkları ile eklemlenebilme özgürlükleridir. Çoğu zaman küreselleşme aslında kültürel farklılıkları düzlememekte, aksine onunla iç içe geçerek ilerlemektedir. Bu anlamda küreselleşme belirli veçheleri ile üst-kimlikler yaratsa da, bunu “küreselleşme yerel olanı yok eder” şeklinde uçlaştırmamak gerekir.

Üstelik unutulmaması gereken başka bir husus da kimliklerin son derece kaygan zeminler olduklarıdır. İçerme ve dışlama çoğu zaman aynı zamanda gerçekleşir. Bu minvalde en ileri örnek herhalde Avrupa kimliğidir. Avrupa Birliğinin hızlı gelişimine paralel olarak, belli bir Avrupa kimliğinin kimi emarelerinin varlığından bahsedilebilir. Özellikle Avrupa bünyesindeki gençlik programları ile tüm Avrupa’da eğitim görebilen, çalışabilen bir yeni kuşağın varlığı bu kimliğin en sağlam zemini olarak ortaya çıkmıştır. Fakat öte yandan, özellikle ekonomik krize bağlı olarak, merkez ülkeler dâhil, birçok AB ülkesinde Avrupa Birliği karşıtlığı da giderek güç kazanmaktadır. Daha da ötesi bir üst kimlik olarak kurulduğu iddia edilen Avrupalı kimliği kendi ötekisini yaratmakta gecikmemiş, özellikle İslamofobia bu kimliğin oluşturulmasında etkin bir unsur olarak ön plana çıkmaya başlamıştır. Yani içerici ve üst olduğu iddia edilen bir kimlik, başka bir açıdan bakıldığında dışlayıcı bir özellik gösterebilmektedir.

Vatandaşlığa dayalı ulus-devletler açısından en zorlayıcı çıkış hiç şüphesiz ki aynı devlet içerisinde yaşayan etnik-dinsel cemaatlerin hak talepleri olmuştur. Aslında liberalizmin şemsiye ulusu içerisinde yaşayagelen etnik azınlıkların hak talepleri yeni bir olgu değildir. Fakat merkez siyasal hareketlerin güç kaybetmelerine paralel olarak bunların giderek daha fazla ön plana çıktığını görmek mümkündür. Ülkemizde de ortaya çıkan etnik temelli hak talepleri ulus devletleri ve giderek ulus kavramını sorgulanır hâle getirmiştir.

Bu zamana kadar liberalizmin soyut vatandaşlarının ortak yuvası işlevini gören ulusun bu sorgulanması bir dizi tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Bütün liberal demokrasiler, kültürel farklılıklarla başa çıkmak için, bireylerin siyasi ve medeni haklarını korumayı ön plana çıkarmışlardır. Fakat günümüzde kültürel farklılık sorunsalına, yurttaşlık hakları ötesinde çözümler gereği öne çıkmaktadır. Artık gruplara özgü çeşitli haklara da yer verilmesi gerektiği ağırlıklı olarak kabul görmektedir.

Kültürel hak taleplerinin en sıcak olduğu hâller hiç şüphesiz ki etnik ve dinsel kimlik meseleleri ile çakıştığı durumlardır. Bu minvalde üç temel hak kategorisinin ön plana çıktığını söyleyebiliriz:

Özyönetim Hakları: Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne göre, “tüm halklar kendi kaderini tayin hakkına sahiptir.” Fakat burada “halk” kavramından ne anlaşılması gerektiği yoruma açıktır. Çok sayıda ulusal azınlık bu hakka sahip olduklarını iddia eder ve özyönetim hakkı talep ederler. Bunun tanınmasının çeşitli yolları vardır. Politik özerklik, federalizm bunlardan bazılarıdır. Böylelikle ulusal azınlıkların çoğunluk olduğu bölgelerde, belirli konularda bu toplumun talepleri karşılanmış olur. İspanya’da Bask ve Katalan bölgeleri, Kanada’da Quebec bölgesi buna örnek olarak verilebilir.

Çok-kültürcülük Hakları: Çok kültürcülük kısaca, farklı kültürlerin eşitlik temelinde bir arada yaşamalarını esas alan bir düşünce akımıdır. Çok kültürcülük, bir anlamda, kültür ve kimlik meselesine liberal düşünce dünyası içerisinden gelen bir yanıt niteliğindedir. Kimlik taleplerini yönetilebilir kılmak amacıyla ulus-devletlerin soyut vatandaşa dayalı hak ve özgürlük kategorilerinin esnetilmesini içerir. Burada esas olan farklılıkları sadece tanımak değil, tanınan bu farklılıkları esas alan ve kültürler arası eşitliği ve kültürlerin özgürce kendilerini devam ettirmelerini öngören bir dizi yasal ve kurumsal uygulamanın yaşama geçirilmesidir. Bu doğrultuda belli bir üst ulusun kapsayıcılığı yerine, anayasal vatandaşlık statüsünün kabul edilmesi; ülke içerisindeki her etnik grubun kendi kültürel varlığını devam ettirebilmesi için, pozitif ayrımcılığı da içeren bazı düzenlemelerin yapılması; milli eğitim paradigmasının gözden geçirilmesi ve yeniden düzenlenmesi; etnik grup derneklerinin, dergilerinin ve şenliklerinin desteklenmesi vesaire gibi bir dizi uygulama sayılabilir. Etnik grupların en çok tartışma yaratan talebi ise, dinsel gelenekleri temelinde onları dezavantajlı duruma düşüren yasa ve düzenlemelerden muafiyettir. Örneğin Britanya’daki Yahudi ve Müslümanlar Pazar günü işyeri kapatma ve hayvan kesim düzenlemelerinden muaf tutulmak istemektedir.

Özel Temsil Hakları: Ulusal azınlıklar ve etnik gruplar, bu hakla yürütülen siyasete katılabilmektedir. Batı demokrasileri yürütülen politikalarda, nüfusun çeşitliliğinin yansıtılmadığı konusunda kaygı duymaktadır. Daha temsili bir işleyiş için, ırksal ve etnik azınlıkların, kadınların, yoksulların, sakatların vb. de kapsanması gereği belirtilmektedir. Bu işleyişi düzeltmenin yolu da, söz konusu grupların siyasete katılmadaki engellerin kaldırılması ya da nispi temsildir.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...