Kederin felsefesi: Kierkegaard, Heidegger ve Camus felsefesinde keder
Kederle nasıl başa çıkacağımız büyük ölçüde hayat görüşümüze, yaşamı nasıl değerlendirdiğimize bağlıdır. Peki filozoflar bu durumu nasıl yorumluyorlar? İşte keder konusunda düşünmüş ve yazmış üç büyük filozofun görüşleri…
Kederden kaynaklanan derin ve içsel umutsuzluk, insan yaşamında dönüştürücü bir rol oynama gücüne sahiptir. Hepimiz her şeyin zaman içinde sona ulaştığını düşünsel olarak bilsek de kederi birinci elden deneyimleyenler, yaşama diğerlerine oranla daha farklı bir yönden yaklaşmaya başlarlar. Bu bağlamda filozoflar zaman içinde yitip gitme fikrine farklı biçimlerde eğilmişlerdir. Kierkegaard bunu inanca açılan bir kapı olarak görmüş, Heidegger yitip gitmeyi hayata anlam vermenin bir yolu olarak kabul etmiş, Camus ise bu durumu saçmalık olarak yorumlamıştır.
Yaşamımızın bir parçasında her birimiz kim olduğumuza doğrudan müdahale edecek ve bizi sarsacak bir şeyler yaşayacağız. Çünkü insan hayatı bir tür yolculuk ve deneyim sürecidir. Günümüzde pek çok insan “biçimleyici deneyimler” dese de bunlar insan için ancak bir tür uyanış ya da kendine getirme aracıdır. Bu araçlar insanlık durumunun uyumak ya da âşık olmak kadar merkezinde yer alır. Birbirimize anlattığımız hikâyelere ve mitlere şöyle bir bakanlar bunların genellikle birbiriyle ciddi benzerlikler taşıdığını göreceklerdir. Bunlar örneğin çoğunlukla gurbeti, bir kişilik hayat sınavına tabi tutulmasını ve ardından yeni bir bilgelik ya da yeni bir yetenekle eve dönüşü içerir.
Bahsini ettiğimiz dönüştürücü deneyimlerden biri, gerçekten ve derinden sevgi beslediğimiz birini kaybetmemizdir. Bu kederle tanışanlar hayat hakkında daha fazla şeyin farkına varırlar. Sevdiğimiz birini kaybettiğimizde, yalnız ve geride kalmanın ne demek olduğunu çok acı biçimde kavrarız. Düşünsel düzeyde, her şeyin bir gün yok olacağını biliriz. Yaşamın geçiciliğini, insan bedeninin zamanla çöküşünü ve evrendeki termodinamik yapıyı mantıksal zeminde idrak ederiz. Ancak ölümü bilmek, ölümle gelen kaybı hissetmek ve buna katlanmak, insana hiçbir şiirin, filmin ya da kitabın aktaramayacağı bir anlayış kazandırır.
Memento mori (Öleceğini hatırla!)
Birçok insan, örneğin gençler ya da şanslı bir yaşam sürenler, kendilerini ölümlü olmak gerçeğiyle yüzleşmek zorunda hissetmezler. Onlar günlerini ebediyetle ilgili büyük sorular hakkında bir an bile düşünmeden geçirebilirler. Kendi ölümleri ya da çevrelerindekilerin ölümleri üzerine düşünmek akıllarından dahi geçmez. Muhtemelen, bugün hayatlarında bulunan insanların bir gün sonsuza dek yok olacaklarını hiç düşünmeyeceklerdir.
İnsanların çoğu her birimizin bir gün son yemeğimizi yiyeceğimizi, son kez güleceğimiz ve son nefesimizi alacağımızı asla fark edemez. Onlar sevdikleri biriyle son bir kez birbirlerine sarılacaklarını ve o andan sonra bu deneyimin bir daha asla tekrarlanamayacağını düşünemezler.
Elbette ölümsel gerçeklik akıllarının uzak bir köşesinde öylece durmaktadır; ama bunlar onu duyumsamıyorlar. Aklen “nesneller”; fakat duygusal olarak öznel olmaktan çok uzaklar. Onlar ölümün eşiğinde olan ana babalarının elini tutmuş, bir kardeşinin cenazesinde ağlamış ya da artık hayatta olmayan bir arkadaşın fotoğraflarına bakarak gözyaşı dökmüş kişilerin benliğini saran duygusal yoğunluktan yoksunlardır. Keder, onu bilmeyenler için, uzaktan gelen davul sesi gibidir. Gerçekte, hakiki kederin çaresizliği ise bizatihi insanın yüreğinin derinlerinde yaşanır. İnsanın varoluşu, içinde sızım sızım sızlarken bütün bedeni de bilekteki nabza dönüşür.
Umutsuzluk
Keder gibi böylesine yaygın, hassas ve dokunaklı bir konuda tek bir felsefi görüş bulunması beklenemezdi. Tarihin büyük bir bölümünde filozoflar, aynı zamanda genellikle dindar kişilerdi ve bu nedenle bu konu rahiplerin, kutsal kitapların ya da meditasyonun konusu olmuştu.
Antik Yunan ve Roma’nın Hristiyanlık öncesi düşünürleri belki bir istisnadır. Ancak oralarda dahi filozoflar dinî varsayımlarla dolu kutsal kâselerin içinde yoğrulmuşlardır. O dönemlerde ruh’a yapılan atıfları şiirsel ya da psikolojik metaforlar olarak okumak günümüzde moda hâline gelmiştir. Yine de antik dünya, Epikürcüler hariç, bizim modern ve seküler duyarlılıklarımızın pek kaldıramayacağı kadar çok dinî inanca sahiptir.
Søren Kierkegaard’a göre, kederin peşi sıra hissettiğimiz içsel ölümlülük duygusuna “umutsuzluk” denir. Ona göre umutsuzlukla harmanlandığımız zaman hakiki benliğimizi fark etme yolculuğumuz da başlayacaktır. Yaşamdaki şeylerin ebedi olmadığını ve hiçbir şeyin sonsuza dek sürmeyeceğini ilk elden yaşayarak anladığımızda, bir şeylerin ebedi olmasını nasıl tutkuyla arzuladığımızı idrak edeceğiz. İşte umutsuzluğumuzun kaynağı o “sonsuzluğu” istememizdir.
Kierkegaard’a göre, umutsuzluğun üstesinden gelmenin, bu durumdan kurtulmanın tek yolu ise teslim olmaktır. Kendimizi içinde kaybedeceğimiz bir ebediyet vardır, inanç vardır ve keder, inancın kasvetli, soğuk kapısıdır.
Kederin felsefesi
Aydınlanmadan sonra, dinin etkisinden kurtulan felsefenin yeniden güç kazanmasıyla birlikte düşünürler ölümü yeni bir bakış açısıyla ele almaya başlamışlardır. Bundan sonra ölüm artık sadece dine açılan bir kapı olmamıştır.
Antik Yunan’da Epikürcüler ve pek çok doğulu filozof, bu güçlü keder duygusunun üstesinden ancak ve ancak ölümsüzlüğe duyduğumuz yanılsama yüklü arzunun ortadan kaldırılmasıyla gelinebileceğine inanmışlardır. Stoacılar da her şeyin her zaman bizden kaynaklandığını düşündüğümüz için acı çektiğimiz fikrini kabul etmişlerdir. Sadece düşünsel bir devrimle ya da kusursuz bir meditasyondan sonra, bunun aslında nasıl da yersiz bir büyüklenme olduğunu kabul edebiliriz.
Alman filozof Martin Heidegger, ölümün hayatımızdaki varlığının özgürlüğe yeni anlamlar kazandırdığını savunmuştur. Kararlarımız, sahip olduğumuz yegâne şeydir. Tüm yaşamımızın ölümün merhametli kollarında son bulacağını idrak ettiğimizde bu bize bir cesaret verir ve eylemlerimizi anlamla sarmalar. Heidegger bunu şöyle özetler:
“Varolmak, ölümün huzurunda bulunmak demektir.”
Orta Çağ’ın ünlü memento mori anlayışı, içinde bulunulan anı daha yaşanır kılmak için ölümü kendimize yakın tutmak fikrinde yankılanır. Sevdiğimiz birini kaybettiğimizde, geride kaldığımızın gerçekten farkına varırız ve bu da yeni tercihlerimize yeni bir önem kazandırır.
Albert Camus içinse durum biraz daha umutsuzdur. Camus’nün eserleri nihilizmin kayıtsız uçurumunu çözmek için bilinçli ve yorucu bir çaba olsa da, onun “saçmalık” çözümü kolay bir ilaç değildir.
Camus için keder, her şeyin anlamsızlığının üstesinden gelme hâlidir. Aşk onulmaz bir acıyla sona erecekse neden âşık olalım? Her şey toprağa karışacaksa neden büyük yatırımlara önem verelim?
Kederle birlikte her şeyin acı sonluluğuna dair bir farkındalık gelir ve beraberinde öfkeli, çığlık çığlığa bir hüsran getirir: Neden buradayız ki?
Camus’nün ileri sürdüğü fikir ölümle ilgili bir cümbüş ya da belki de kara mizahtır. Ona göre yaşam farkına varıp keyfini çıkarmamız gereken saçma bir oyun alanıdır. Bu oyun alanındaki yolculuğun tadını, kendimizi mutlu hissederek çıkarmamız gerekir.
Birçokları için keder yaşamdan kopmayı da birlikte getirir. Oysaki keder iyileşmeye ve varoluşu yeniden anlamlandırmaya yarayacak olan, ruhumuzun kışı geçireceği yerdir. Ruhumuz bir kelebek gibi kendi kozasını kederden örer ve kozadan, edindiği bilgelikle birlikte yaşama geri döner. Bazıları için bu kış dinlencesi çok uzun bir süre devam eder ve birçoğu soğuk kaldırımları yaşamının biricik varoluş alanı olarak görmeye başlar. Bu insanlar yardıma ihtiyaç duyan insanlardır.
Kierkegaard, Heidegger ya da Camus ile aynı fikirde olsak da herkes için doğru olan ve yapmamız gereken bir tek şey vardır: Konuşmak. Düşüncelerimizi dile getirmek, umutsuzluğumuzu paylaşmak ve bir başkasına açılmak, çözülmeyi başlatan hafif, ılık bir esintidir.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Jonny Thomson’ın “Three responses to grief in the philosophy of Kierkegaard, Heidegger, and Camus” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Kaynak Metnin Yazarı: Jonny Thomson, Oxford Üniversitesinde felsefe öğretmenliği yapmaktadır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer YILDIRIM