Felsefe hakkında her şey…

Empedokles’in Ruh Göçü Anlayışı

11.05.2020
5.181

Empedokles’in eserlerine bütünsel bir bakış açısıyla yaklaşıldığında, değerlendirmelerinin hem mekanik hem de dinsel bir tarzda yürüdüğü anlaşılır. Hatta bazen dört elementini Yunan’ın tanrılarıyla özdeşleştirdiği ve onlara Zeus (ateş), Hera (toprak) Aidoneus (hava) ve Nestis (su) adlarını verdiği; Sevgi kuvvetini bile aşk tanrıçası Aphrodite ile bir tuttuğu, Nefreti de “uyumsuzluk, kavga ya da gazap” olarak adlandırdığı görülür.

Empedokles “Arınmalar” adlı kitabında doğa anlayışını, Pythagoras’ın metempsykhosis (ruh göçü) öğretisiyle birleştirerek bir ahlak öğretisi geliştirir. Ona göre, Sevgi iyi, Nefret kötüdür. İnsanlar evvelce bulundukları kutlu ruh hallerinden, kendilerini Nefret ve Günaha terk ederek düşmüşlerdir. Ama Nefret, ister tanrı, ister insan olsun, tüm günahkârların ruhlarını farklı farklı yaratıklar olarak karalara, denizlere dağıtarak cezalandırır.

Bu şekilde kâh hava onları tutup denize fırlatır, kâh vahşi deniz tutup karaya boşaltır, kâh toprak yakıcı güneşin ışınlarına kusar. Ama evrenin hiç bitmeyen döngüsü içinde insanlar ruhlarını Sevgi’ye teslim ettiklerinde beslenip gelişirler ve olmaları gereken bedene yeniden dönebilirler.

Empedokles ruh göçünü kendisinin de nasiplendiğini şu dizeleriyle dile getirir:

“Ben de bir zamanlar oğlan oldum, kız oldum,
Çalı oldum, kuş oldum, dalgaların içinde dilsiz bir balık oldum.”

Empedokles’teki ruh göçü öğretisi hiç şüphesiz ödüle layık olacak ya da cezaya maruz kalacak hareketlerden kaçınılması gerektiği fikrini de beraberinde getirir. Çünkü sevgi çemberi içinde bir hayat sürmek için ruhun arınması ve bunun için de bazı şeylerden uzak durulması şarttır; örneğin, gerekli görülen diyete uyulması, et yenmemesi, cinsel ilişkiden uzak durulması (bir cinsel oruç şeklinde olmasa da), kan dökülmemesi gibi. Bu ölçülü davranış kuralları arasına tanrıların bilgisine erme ve evrenin doğası hakkında açık bir kavrayışa sahip olma gibi nitelikler de girer.

Empedokles’in en büyük umudu ayrıcalıklı insanların bir gün sahiden tanrılaşacaklarına olan inancıdır. Bu ayrıcalıklı sınıfların arasında kâhinler, ozanlar, hekimler ve krallar yer almaktadır. Kendisini de tüm bu ayrıcalıklı sınıfların arasına yerleştirmeden edememiştir. Onun tanrılaştırılma umudu ölümüyle ilgili efsanelere, hatta modern şairlerin dizelerine de konu olmuştur.

Bu efsanelerin en dikkat çekicisi şudur: Hekimlerin ölüme terk ettikleri Pantheia adlı bir kadına Empedokles mucizevi şekilde yeniden hayat verir. Bunu kutlamak için Etna Yanardağı’nın eteklerindeki zengin birine ait evde seksen misafire bir şölen verir. Şölen bitip de bütün misafirler uykuya çekildiğinde, göklerden kendisinin adıyla çağrıldığını işitir. O hızla yanardağın tepesine kadar çıkar ve kratere atlar (ya da düşer).

Bu efsane Arnold’un dizelerinde şu şekilde hayat bulurken, Empedokles’in hakikati bulma aşkının zihninin (ruhunun) asla ölmeyecek olmasıyla ödüllendirileceği ima edilir.

 “Artık atmayacak bu yürek; canlı bir insandın sen,
Empedokles, ama artık değilsin!
Artık yalnızca bir solukta yutan alevden bir düşüncesin-
çırılçıplak, sonsuzca huzursuz bir zihinsin!
Her şey, vücut bulduğu
köklere geri döner,
bedenimiz toprak olur,
kanımız su,
ısımız ateş,
soluğumuz hava.
Ahenkle doğanlar, ahenkle ölürler-
Peki ya zihin?” 

Görüldüğü üzere, birden fazla ana maddeyi kabul edişiyle Çokçu görüşün başında yer alan Empedokles’in felsefi düşünceleri akılcı düşünüş ve mistik inancın dengeli bir karışımından ibarettir. Bu onu İyonyalı düşünürlerin doğaya salt bilimsel bir bakış açısıyla bakma kaygılarından uzak bir yerde olduğunu gösterir.

Onun felsefe tarihine bir armağan olarak sunduğu dört element kuramı ve Sevgi ve Nefret kuvvetleri, özellikle Aristoteles’in ilgisini çeken ve eserlerinde konu aldığı ve geliştirdiği bir kuram olmuştur.

Empedokles’in ateş, su, hava ve toprak dörtlüsü, bütün varlıkların kökeninde olan unsurlardır; doğmamışlardır ve bozulmayacaklardır, dolayısıyla evrensel döngünün sonsuzca varolmasına hizmet edeceklerdir. Doğadaki tek tek şeyler bu dört unsurun Sevginin çekim gücüyle bir araya gelmesinden ve Nefretin itiş gücünün bunları ayırmasından meydana gelir ve yok olur. Ama sadece bu tek tek şeyler doğar ve ölür. Onları meydana getiren ve yok olmalarına neden olan dört ana unsur hiçbir zaman yok olmaz. Çünkü derine inildiğinde, karşımızda duran tüm varlıklar, örneğin, ağaçlar, hayvanlar, bulutlar, kayalar aslında birer hayalden ibarettir, hepsi gelip geçici, yani ölümlüdür. Bunlar asıl gerçek olan o dört ögenin zamana bağlı olan karışımlarıdır. Bu yüzden bu varlıklara gerçek denemez.

Dört unsurun birleşmesinde ve ayrılmasında önemli olan Sevgi ve Nefret, etkin nedenler olarak iş görür. Bunların işleyişi, Empedokles’in dinsel ve akılcı yanının birleşimiyle şekillenen düşüncelerle belirlenir. Sevgi ve Nefretin işleyişi rastlantısaldır, ama yine de dört ögeyle birlikte hepsinin oluşturduğu altılı bütünlükte bir denge, bir oran söz konusudur.

Sevgi ve Nefret ezeli ve ebedi karşıtlıktır; her biri kendi sırası geldiğinde devreye girer ve doğuma ve ölüme neden olarak kozmik döngünün çift taraflı işlemesini sağlar. Sevginin hükmü altında dört unsurun hepsi adeta bir küre halinde birbirine kenetlenir; Nefretin hükmü altında ise bu kürede bu dört unsur kat kat (tabakalar halinde) bulunur. Ne tam Sevginin, ne de tam Nefretin kontrolü altında olunduğu zamanda ve bu dört unsurun kısmen birleşip kısmen ayrıldığı anda, bu bilindik dünyamız oluşmuştur.

Yaşamın düzgün gidişatı için önemli olan bu dört unsurun meydana getirdiği tüm varlıkların kendilerinin dört ezeli ve ebedi kökten geldiğinin farkında olması, yani her şeyin ortak bir bilinçten pay aldığını bilmesidir. Bu bilgi onlara belirli bir ahlak anlayışı kazandıracaktır. Dolayısıyla Sevginin iyi, Nefretin de kötü olduğunun bilinmesi yaşamın birliğinin sürdürülmesi için elzemdir. Bu birliğe olan inanç özellikle insanların Sevgiyle beslenmelerine, Nefretin getirisi olan günah işlemektense kaçınmalarına neden olacaktır. Yaşamın birliğine olan inanç, hayvanların öldürülmesine ve yenmesine tamamen karşıdır ve bunu en büyük günah olarak sayar.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...