Eğitimde Adalet ve Eşitlik
Adalet kavramı, temel olarak hukuk kurallarına uygunluk anlamına gelmektedir. İnsanların toplum içindeki davranışlarıyla ilgili olduğundan ahlak ve din kurallarıyla da ilişkilidir ve tarih boyunca tartışmalı bir kavram olmuştur.
Filozoflar eski çağlardan beri adalet kavramıyla ilgilenmişlerdir. Kutsal kitapların hepsinde adalet ve adil olmak ile ilgili hükümler bulunmaktadır.
Platon’a göre adalet, en yüce erdemlerden biri, insanın ve devletin temel davranış kuralıdır. Aristoteles’in adalet kavramı tanımlamasında ise odak noktasını eşitlik kavramı oluşturur. Ona göre, herkese eşit davranmak adalet için yeterli değildir. Adaleti sağlamakla görevli hukuk, ancak güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletli olabilir. Aristoteles’ten bu yana adalet temel olarak “birbiriyle çelişen istekler arasındaki uygun dengeyi kurmak” olarak tanına gelmiştir.
Aydınlanma Çağı filozofları ise adalet kavramını daha dar kapsamlı olarak tanımlamışlar, hukuka ve hukuksal eşitliğe uygunluğu adalet için yeterli kabul etmişlerdir. Ancak yasaların her durumda aynı biçimde uygulanmasını öngören hukuk her zaman adil olmayabilir. Bir hâkim herhangi bir durumda yasayı uygularken, durumun özelliklerini de göz önünde bulundurmalıdır. Ancak, böylelikle genel nitelik taşıyan yasanın eksik yanları uygulamada giderilebilir ve adalete daha çok yaklaşılabilir.
Adaletin sadece eşitlik ve kaynakların bireyler arasında eşit dağılımı olarak algılanması ve aktarılması eksik bir tanımlamadır. Adalet kavramı paylaşım, cömertlik, doğruluk, hoşgörü, hak, dürüstlük, eşitlik gibi diğer kavramlar ile de ilişkilidir.
Bu bağlamda, konuya eğitim imkânlarının sağlanması ve düzenlenmesi açısından bakıldığında “eğitim herkese eşit fırsat ve imkânlar sağlamayı amaçlamalıdır” düşüncesi ile “eğitim herkese uygun ve yeterli fırsat ve imkânlar sağlamalıdır” düşünceleri karşımıza çıkmaktadır. Ortak noktaları olmasına rağmen bu iki düşünce şekli oldukça farklı eğitim anlayışlarını ifade etmektedir.
Toplumun diğer kurumları gibi eğitimin de sağladığı olanakların bireylerin başarılarına dönüşebilmesi pek tabii ki kişinin çalışıp çabalamasını ve inisiyatifine bağlıdır. Ancak, çoğu zaman bireylerin kendi başlarına kontrol edemeyecekleri bazı unsurlar da bu başarıya etki edebilir. Örneğin; bir bireyin hangi ailede, hangi sosyoekonomik koşullarda, hangi cinsiyet, din, dil ya da ırkta doğacağı vb. faktörler bireyin kendisinin seçebileceği ya da kontrol edebileceği özellikler değildir. Bu bağlamda, vatandaşlarına eşit fırsatlar sunan bir toplum, bireylerin kendilerinin belirleyip kontrol edemeyecekleri özelliklerinden en az etkilendikleri ve bireysel olarak başarılı olabilecekleri bir toplumdur.
Konuya eğitim açısından bakıldığında, toplumun bir kurumu olan eğitim hizmetinin de bireylere eşit olarak sunulması; kırsal kesimde yoksul olarak doğmuş bir birey ile merkezi bir yerde ve zengin olarak doğmuş bir bireyin eğitim hizmetinden eşit olarak yararlanma olasılığı olması eşitlikçi bir toplumun, imkânlarını eşit olarak dağıtan bir toplumun göstergesidir.
Yukarıda açıklanan eğitim imkânlarının eşit dağıtılması gerekliliği ülkemiz eğitim sisteminde de kabul görmüş ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nda “genellik ve eşitlik ilkesi” olarak adlandırılarak:
- “Her yurttaş, hiçbir ayırım gözetilmeksizin öğrenim ve eğitim hakkına sahiptir.”
- “Eğitimde, hiçbir kişiye, aileye veya zümreye ayrıcalık tanınamaz.” ifadeleri ile açıklanmıştır.
Kaynak: ATA-AÖF, EĞİTİM FELSEFESİ, Yrd. Doç. Dr. Tugay TUTKUN