Felsefe hakkında her şey…

Egemen İdeoloji Nedir?

27.05.2020
2.773

Ele alınabilecek her toplumsal biçimlenme, içinde farklı düşüncelerin bulunduğu bir özellik sergiler. Her toplumsal biçimlenme, bir ideler karmaşasıdır. Bu idelerden bir kısmı; marjinal olma, bir kısmı tehlikeli olma, bir kısmı sapıkça olma ve kısmı da egemen olma nitelenmesine sahiptir. Dikkat edilirse egemen ideler, diğer idelerin nitelenmesinin ölçüsü olmaktadır. Bir idenin marjinal oluşu, egemen ideler temel alınarak oluşturulmuş bir söylemdir. Bir idenin sapıkça olduğunun ölçüsünü belirleyen, yine egemen olan idelerdir. Sapıklık, egemen ideolojiden sapmaktır.

Marx, egemen düşünceler üzerine verimli bir tartışmayı başlatmıştır. Ona göre “Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda egemen düşüncelerdir. Bu demektir ki toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, egemen manevi gücüdür.” Öyleyse bir toplumsal biçimlenmede maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda düşünsel üretim araçlarını da elinde bulundurmaktadır. Marx’a göre bu süreç öylesine karmaşık bir hal almıştır ki; kendisine düşünsel üretim aracı verilmeyen insanların düşünceleri de aynı zamanda toplumun egemen maddi sınıfına bağlı olmaktadır. “Egemen düşünceler egemen maddi ilişkilerin düşünsel ifadesinden başka bir şey değiller, egemen düşünceler, ideler biçiminde kavranan maddi egemen ilişkilerdir. Şu halde bir sınıfı egemen sınıf yapan ilişkilerin ifadesidirler; başka bir deyişle, bu düşünceler, onun egemenliğinin ideleridir.”

Bununla birlikte, egemen sınıfı oluşturan bireyler, diğer zenginliklerin yanı sıra bir de bilince sahiptirler. Yani düşünen bireylerdir. “Bu bireyler bir sınıf olarak egemen oldukça ve tarihsel çağı bütün genişliğince belirledikçe elbette ki, sınıfların bütün genişliğine egemendirler ve ötekiler arasında düşünen varlıklar olduğu gibi fikir üreticileri olarak da egemen bir durumları vardır ve kendi çağlarının düşüncelerinin üretimini ve dağıtımını düzenlerler, o halde onların fikirleri çağlarının egemen fikirleridir.”

Alıntılanan bu sözlerin ardı sıra Marx, iş bölümünün yeni bir türünün gündeme geldiğini vurgulamaktadır. Bu yeni iş bölümü; egemen sınıfın içindeki düşünsel işlerle, maddi işlerin paylaşımıdır. O kadar ki aynı egemen sınıf içinde iki ayrı bireyler kategorisi oluşmaktadır. Egemen sınıfın bir bölümü, bu sınıfın teorikleştirilebilecek bazı maddelerini ve söz konusu sınıfın kendisine ilişkin yanılsamasını işleyip hazırlayan düşünürleri, yani ideologları olmaktadır. Marx’a göre sınıfın diğer kesimi ise daha edilgin durumdadır ve bu düşünceleri onaylar. Sınıfın bu kesimi, kendi kişilikleri üzerinde süpekülasyon yapmaya daha az zaman bulan üyelerden oluşmaktadır.

Marx, bu belirlemelerin ardından, egemen sınıf içindeki bu iş bölümünün, kimi zaman düşmanlığa ve çatışmalara yol açabildiğim de olumlar. Ancak egemen sınıfı, bir bütün olarak tehdit eden bir basınç oluştu mu (Burada başka devletlerle olası savaşlar ve alt sınıfların başkaldırısı düşünülmeli) sınıfın aydınları arasında oluşmuş, egemen fikirlerin sınıfın kendisinden bağımsız, egemen sınıfa bağımlı olmayan ideler olabileceği anlayışı hızla ortalıktan çekilir. Yine böylesine bir süreçte egemen sınıfın aydınları, savunuculuğunu yaptıkları düşüncelerin, sınıfın egemenliği olmadan ayrı bir iktidara sahip olacağı anlayışım da zorunlukla terk ederler.

Marx’in yukarıda aktarılmaya çalışılan görüşlerinin, Gramsci’nin oldukça geniş etkiler yaratan aydınlar çözümlemesinin çekirdeğini, esin kaynağını oluşturduğunu düşünmek için bir engel yok gibi görünmektedir. Yine Marx, bir varsayım olarak, tarihin akışını kavrama tarzında egemen sınıfın görüşlerinin, yani egemen ideolojinin, egemen sınıftan özgürleştiği anları da sorgulamasının sınırlan içine alır. Ama vurgulandığı gibi bu, onun için varsayımsaldır. Böylesine bir varsayım; değişik tarihsel süreçlerde, değişik idelerin iktidarda olduğunu söylemek zorundadır. Yine Marx’in örneğine göre; aristokrasinin iktidarda olduğu süreçler için namus, onur, bağlılık kavramlarının egemen olduğu söylenmelidir. Burjuvazinin iktidarda olduğu süreçler içinse, özgürlük, eşitlik vb. kavramların egemenliğinden söz etmek gerekir. Ama Marx’a göre bu, egemen sınıfın kendisinin bir inancıdır.

Marx’in egemen ideoloji konusundaki görüşlerini bu noktaya kadar izledikten sonra, yine Marx’in tartışmalara ve yeni yorumlara yol açan anlayışını aktarmak yerinde olacak. Marx, “Üretim, üleşimden farklı olarak, tarihten bağımsız, evrensel kanunlara bağlı olduğunu göstermek istemek ve bunun dolayımıyla burjuva (kapitalist) ilişkilerin soyut olarak düşünülen toplumun değişmez kanunları olduğu fikrini aşılamak (abç) söz konusudur.”166 diyor. Görüldüğü gibi burada olumsuz bir tonlamayla dile getirilen, yönlendirme söz konusu.

Yine Marx, Kutsal Aile (Die heilige Familie) adlı çalışmasında, “Fikirleri iyi bir sonuca vardırmak için, pratik bir gücü kullanan insanlar gereklidir.” saptamasını yapmaktadır. Ve yine Marx, Alman İdeolojisi (Die deutsche Ideologie) adlı kitabında, “Gerçekten, kendinden önce hükmetmekte olan sınıfın yerini alan her yeni sınıf kendi araçlarına ulaşmak için de olsa, kendi çıkarını, toplumun bütün üyelerinin çıkarı olarak göstermek zorundadır ya da şeyleri düşünsel planda açıklamak istersek: Bu sınıf kendi düşüncelerine evrensellik biçimi vermek ve onları, tek mantıklı, evrensel tek geçerli düşünceler olarak göstermek zorundadır.” belirlemesini yapıyor. Böylece egemen sınıfın karşısına, yeni egemen sınıf olma kararıyla çıkmış olan sınıf, kendisini bütün toplumun temsilcisi olarak sunmaktadır.

Gerçekten de söz konusu yeni sınıfın, toplumun geri kalan bütününü, egemen sınıfa karşı temsil etmesi başlangıçlarda olasıdır. Çünkü savaşın başlarında yeni sınıfın çıkarlarıyla, diğer sınıfsal katmanların çıkarları, egemen sınıf karşısında, birbirine sıkıca bağlı durumdadır. Bütün bunlarla birlikte Marx’m, tarihte görülen bütün çatışmaların temelinde, üretim ilişkileri ve bu ilişkiler arasındaki çelişkileri gördüğü ve bunun ikincil görünümü -düşünce savaşı -ideolojik, politik mücadeledir saptaması anımsanırsa, yine Marx’in ideoloji sorunsalında bir başka vurgusu ön plana çıkacaktır.

Başlangıçta olumsuz bir vurgulamayla ideolojik egemenlikten söz eden Marx, yönetime aday olan her sınıfın kendi ideolojisini toplumun geri kalanına kabul ettirmesinin gerektiğini söylemekle birlikte bu olumsuzlamayı, olumlamaya çevirmiş olmaktadır. Çünkü Marx salt bir düşünür değil, aynı zamanda eylem adamıdır. Marx açısından, iktidarı alabilecek bir sınıf vardır ve bu sınıf iktidarı ele geçirmelidir de. Öyleyse proletarya da egemenlik kurmak için, kendi ideolojisini topluma yaymalıdır. Bu anlamda Eckhard Volker’in “İdeolojik form Marx için sadece düşünce formu değil aynı zamanda işçi sınıfının da verdiği mücadele formudur.” saptaması doğruluk taşımaktadır.

Yine Volker haklı olarak, Marx’in proletaryanın ideolojik mücadele biçimleri hakkında bilgi vermediğini ekleyerek noktalıyor. Soruna bu boyuttan bakmak, Marx’in ideoloji değerlendirmesinde çetrefilli bir anla (momentle) buluşulduğunu ortaya çıkarmaktadır. Bu anla (momentle) hemen kışkırtıcı bir soru varlık alanı kazanır: Marx, insanlığın kurtuluşunu eylemine bağladığı işçi sınıfının da diğer toplumsal katmanları yanılsamalar içine sürüklemesini mi önermektedir?

Peter V. Zima, aynı soruna oldukça sınırlı bir şekilde Ideologie und Theorie adlı kitabında değinmektedir. İktidar mücadelesi veren bir sınıfın; toplumun tümüne kendi düşüncelerini yayması, kendi düşüncelerini evrensel düşünceler olarak sunması ya da daha uzmanca bir anlatımla toplumun tümünü egemenliği altına alması, proletaryanın iktidarında bir farklılık taşır. “Marx bu savununun sadece proletaryada gerçeklikle bir uygunluk içinde olduğunu göstermeye çalışır, bütün diğer durumlarda bu ideolojiktir.” Proletaryanın iktidar kavgasında; topluma yayılacak düşüncelerin ideolojik olmadığını, aksine gerçeklikle uyum içinde olduğunu savunmak için, söylemin ötesinde tutamaklar vermek ve bu tutamaklarla tartışmak gerekir.

Peter V. Zima, Marx’in düşünce sistemi içinde bu tutamakların nasıl bulgulanacağınm doğru açılımını yakalamıştır. Ancak Zima, bu perspektiften ileri doğru uzanan adımlan atmamaktadır. Zima, “Marx’in Alman İdeolojisi, Grundrisse ve Kapital’de sürekli vurguladığı gibi, ideolojinin tikel (partiell) ve tek tek (partikular) formları kuşkusuz sosyal-ekonomik faktörle birlikte açıklanabilir. Bu faktöre bağlı olarak: 1) İşbölümü 2) Sınıf egemenliği 3) Şeyleşme (meta değişimi).” saptamasını yapıyor. Sorunu bu bakış açısıyla ele almakla; bu tezin ilk bölümünde değinilen, insanın yabancılaşması, sosyal ilişkilerin kökendeki biçimlerinin artık deforme olması, bir başka şekilde de dile getirilebilir.

Marx, insanın bu yabancılaşma ve deformasyonun egemenliğinde yaşadığı süreci insanlığın tarih öncesi diye adlandırmaktadır. Hans Barth söz konusu olguyu şöyle ifade ediyor: “Bu antropolojik anlamıyla, özgürlüğün yitirilmesi ve ideolojik bilincin oluşmasıdır.” Öyleyse yabancılaşmanın aşılması, insanın yeniden kazanılması daha önemlisi iş bölümünün ve özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasına ilişkin Marx’ın verdiği tutamakların, ideolojinin aşılması anlamına da geldiği söylenebilir. Ama bu, geleceğe yönelik bir gönderme olarak kalacaktır. “İnsanlığın tarih öncesi”nin süregeldiği bir dönemde, bu tarih öncesini İnsanlık tarihkne dönüştüreceği savunulan proletaryanın, ideolojik mücadele formlarına ilişkin yeterli yanıt olmayacaktır.

KAYNAK: “İnsan Felsefesi Açısından İdeoloji”, Sinan Özbek

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...