Wittgenstein’ın şüphecilik anlayışı
Ludwig Wittgenstein anlamın bireylere has şeyler oldukları fikrine karşı çıkmaktadır. Yani bir insanın “içinde” hissettiklerinin yanlızca ona ait zihinsel nesnelermiş gibi algılanmasının temel bir yanlışlık olduğunu söylemektedir. Dahası, Wittgenstein anlamın olmadığını değil, zihinlerde yer tutan “anlam” gibi bir şeyin var olmadığını savlamaktadır. Basitleştirerek söylersek, anlam zorunlu olarak özneler arası alandadır.
Bu düşünceler bizi şüphecilik konusunda çok ilginç bir noktaya götürür. Doğal bir dili konuşabilen bir öznenin, gerçekliğin varlığından veya diğer insanların var olduğundan şüphe etmesi oldukça anlamsızdır. İnsanın doğal bir dil konuşması, üzerinde konuşulabilecek bir dünyanın ve o dünyanın içinde yer alan toplumsal bir örgütlenmenin varlığını gerektirir. Bu dilsel, toplumsal ve davranışsal anlam kuramı, Descartes gibi “bilgi” kavramına temsil epistemolojisi çerçevesinde yaklaşan düşünürlerin yaklaşımlarına hiç benzememektedir. Ayrıca dilsel yapıları, kavramsal çerçeveleri ve pragmacı unsurları ön plana almasıyla 20. yüzyıl Batı Felsefesi’nin kayda değer bir boyutunu sergilemesi açısından da önemlidir.
Wittgensteincı yaklaşımın felsefeciler arasında evrensel kabul gördüğünü söylemek elbette olanaklı değildir. Ancak pek çok yönü hâlâ tartışılmakta ve eleştirilmekte olsa da Wittgenstein’ın görüşlerinin 20. yüzyıl felsefesini kökten bir şekilde değiştirdiği ve yanlızca anlam konusunda değil, varlık tasarımları ve bilgi sorunsalı çerçevesinde de söylem alanını belirlediği bir gerçektir.
Kaynak: EPİSTEMOLOJİ, s. 246-247, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2229 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1228