Descartes’ın Ruh ve Beden Anlayışı, Ruh-Beden Düalizmi
İnsan ve Doğa ilişkisi, ruh-madde ilişkisi bağlamında 17. yüzyıl felsefesinin önemli sorunlarından biri olmuştur. Bu yüzyılı Kartezyen olarak niteleyebiliriz.
Doğa’nın 16. yüzyılda sahip olduğu kutsallık, 17. yüzyılda Descartes’ın söylemiyle inişe geçecek ve doğa makine haline gelecektir. İnsan kendisini makine-dünya ile Tanrı arasına yerleştirecektir. Descartes’ta insan, Tanrı tarafından bu makine-dünyaya yerleştirilir; ama insanın özü düşünce olduğundan, bu dünyayı ve bir mekanizma olan bedenini yönetir.
“…bu yandan beden bir makine olarak görülür ki, Tanrı’nın elleriyle yapılmış olmakla, insan tarafından icat edilenlerin tümünden karşılaştırılamayacak denli daha iyi düzenlenmiştir ve kendi içinde onların tümünden çok daha hayranlık verici devimler kapsar.”
Böylelikle insan doğanın efendisi haline gelir. “Descartes, ikici (dualiste) ontolojisi, ruh ve maddeyi birbirine indirgemez, apayrı yasalara uyan iki varlık türü olarak tanımlayan metafiziğiyle doğanın içinde hiçbir erekselliği barındırmayan yasalarının, ruha kendi erdemleri ve Tanrı konusunda hiçbir şey öğretemeyeceğini. söyler.”
Descartes’ da ruh-beden arasındaki ilişki karşılıklı bir etkileşimdir. Birinin etkide bulunması, diğerinin bu etkiye karşılık etkilenmesi biçimindedir.
“… ruhumuz ya da düşüncemizden edindiğimiz kavram bedenden edindiğimizden önce gelir.” Çünkü kuşkuya rağmen, emin olduğumuz şey o an düşünüyor olduğumuzdur. Descartes için ruhumuzu bilmek, bedenimizin bilinmesinden kolaydır. Ruhun varlığı bedenin varlığına bağlı değildir. “Zihin Ve Beden Gerçeklik Bakımından Farklıdır.” Düşünme gücü sadece ruhta vardır. Düşürmeye son vermekle, var olmaya da son vermiş oluruz.
“Düşünen bir şey. Bu nedir? Kuşku duyan, anlayan, doğrulayan, yadsıyan, isteyen, istemeyen, imgeleyen ve duyumsayan bir şey.” Zeka, istenç, tüm bilme ve isteme biçimleri düşünme tözüne aittir. Nicelik, yani uzunluk, enlilik, ve derinlikçe uzam (mekan), şekil, devinim gibi özellikler ve bölünür olmaları cisme aittir. Cisme atfedilebilen tüm özellikler öncelikle uzamı gerektirir. Cisim duyu ya da imgelem tarafından değil, anlak tarafından algılanır.
Descartes tarafından insan ve doğa parçalanmıştır. Descartes için beden ve zihin arasında önemli bir fark vardır. Beden doğasından ötürü her zaman bölünebilir ama zihin bölünemezdir. “Her tözün temel (ana) bir özniteliği vardır; ruhunki düşünce, cisiminki de uzamdır.”
Düşünen varlık olarak insan zihni, uzamlı olan bedeninden ayrıdır. “… ne de isteme, algılama, anlama vb. yetilerinin anlığın parçaları olduğu söylenebilir, çünkü isteyen, algılayan ve anlayan bir ve aynı anlıktır. Ama cisimsel ya da uzamlı şeyler açısından durum bütünüyle tersidir, çünkü anlığım tarafından kolayca bir çok parçaya bölünemeyen ve dolayısıyla bölünebilir olarak kabul etmediğini herhangi birini imgeleyemem; bu bana insanın anlığının bedenden bütünüyle ayrı olduğunu öğretmeye yeterlidir.”
Zihinle beden arasındaki etkileşim, beyinde kozalaksı bez aracılığıyla gerçekleşir. Bedendeki değişimler zincirleme hareketlerle beyne iletilir. Örneğin ayağımızda bir acı hissettiğimizde, bu acı sinirler aracılığı ile beyne uzanır ve beyinde ilgili yeri uyarız. Böylelikle zihinde de aynı acı hissedilir. Bedendeki karşılık zihinde de vardır. Descartes’m zihin ve beden arasındaki ilişkisinde zihin, bir çeşit yararlılık ilkesi gözetmektedir.
“… örneğin ayaktaki sinirler yeğin olarak ve alışıldığın ötesinde devindirildikleri zaman, deyimleri omurilikten beyne dek geçerek orada anlığı uyarır ki bu anlığın bir şey duyumsamasına yol açar-sanki ayaktaymış gibi bir acı-, ve bununla anlık nedeni ayağa zararlı bir şey olarak alıp onu uzaklaştırmak için elinden geleni yapmaya uyarılır.”
Descartes’da doğa bize, acı duygusuna yol açan şeylerden kaçınmayı ve haz türü duyguların peşinden gitmeyi öğretin. Ama bazen bu ilkeye rağmen zihin yanılabilmektedir.
“… ama bunun dışında bana o çeşitli duygusal algılardan dışımızdaki şeyler üzerine bunlar önceden anlak yoluyla dikkatle yoklanmadıkça herhangi bir yargı çıkarmam’ öğrettiğini görmem; çünkü öyle görünür ki bu gerçekliklerin bilgisini ilgilendiren şey anlığın ve bedenin bir bileşimi değil ama yalnızca anlıktır. Böylece bir yıldızın gözümü küçük bir mumun ateşinden daha güçlü etkilememesine karşın, gene de bende beni onun o ateşten daha büyük olmadığına inanmaya iten hiçbir olgusal ya da olumlu yatkınlık yoktur; ama o çocukluğumdan bu yana herhangi bir ussal zemin olmaksızın öyle yargılamışımtır.”
Kaynak: Yüksek Lisans Tezi, Spinoza’da İnsan Anlayışı, Handan Aydın