Felsefe hakkında her şey…

Yunan Felsefesinin Doğuşu

02.11.2019
Yunan Felsefesinin Doğuşu

Milattan 500-600 yıl öncelerinde İran devleti Avrupa’yı da hâkimiyeti altına alıp etkinliğini yaymaya çaba harcamıştır.

Bu girişimleri, özgürlük aşığı küçük bir ulus olan Yunanların direnişi ile karşılaştı. Yunanlar İranlıların çok güçlü donanmasını yok etmeyi ve ordusunu denize dökmeyi başardı. Böylece kültür çevremizin tarihinde yeni bir ulus olarak Yunanlar sahneye çıkmış oldu.

Yunanların İran’ı bozguna uğratmaları, ulusal birliklerini belgeleyen tek görüntü olarak kalmıştır. Çünkü bu özel karakterli ulus, Babil, Mısır ve İranlıların aksine, sürekli olarak dağınık bir yaşam sergilemiştir. Yunanlar tarihlerinin hiçbir döneminde sistemli ve bütüncül bir devlet kuramamışlardır. Sürekli biri ötekiyle çatışmış ve iç savaşlar ile kendilerini yıpratıp bitirmiştirler.

Yunancada “polis” kelimesinin hem kent hem de devlet anlamına gelmesi dikkat çekicidir. Yunanda her kent bağımsız bir devletti. Çatışmalar yalnızca bu bağımsız kent devletleri arasında olmaz, aynı kent içindeki sınıflar ve bireyler arasında da sürdürülürdü. Eski Yunanlar tam anlamıyla sen-ben çekişmesi içinde yaşayan insanlardı. Onların örgütlü ve sistemli bir devlet kuramamış olmalarının önemli nedenlerinden biri bu kişilik yapılarından kaynaklanır.

Siyasal açıdan büyük sakıncalar taşıyan bu özellikleri, bir bakıma olumlu sonuçların da hazırlayıcısı olmuştur. Şöyle ki Yunanlarda rahipler sınıfının oluşması bu karakter yapılarının bir sonucu sayılmalıdır. Yunanistan’da zamanla rahipler sınıfının yerini düşünürler topluluğu almıştır.

Yunan dinini rahipler değil şairler yaratmıştır. Bu dinin babasının Homer olduğunu söyleyebiliriz. Bu sanat çeşnili dine karşı, daha dinin kuruluşunda, fikir eleştirileri başlatılmıştır.

Eski Yunanlar üç büyük kabileden oluşmuştur: Köy kökenlilerin oluşturduğu Eoliaılar, güneyde oturan ve asker kökenlilerin oluşturduğu Dorialılar (Ispartalılar bu boydandır), tüccar ve denizci kökenlilerin oluşturduğu İonialılar.

Denizci ve tüccar her ulus gibi İonialılar da meraklı ve araştırıcı idiler. Aristoteles‘in dediği gibi, bilimin temelinde merak ve araştırmacılık ruhu ve yeni bir şey karşısında duyulan şaşkınlık vardır. Gerçek felsefenin yaratıcısı Yunanlılardır. Ancak felsefeyi İonialı Yunanlar yaratmıştır demek daha doğru olur.

İonialılar çeşitli yerlerde ve de özellikle Anadolu sahillerinde koloniler kurmuştur. Yunan kültürünün yüksek düzeyli ürünlerini ilk kez M.Ö, 600 yıllarında bu İonia kolonileri oluşturmuştur. Bu gelişme uzun sürmemiş, kuruluşlarından yarım yüzyıl sonra kolonileri İranlılar işgal etmiştir. Bundan sonra İranlıların Yunanistan’ın Avrupa yakasına saldırıları başlar.

Bilindiği gibi, Yunanların birleşmesiyle bu saldırı sonuçsuz kalmıştır. Zafer İle sonuçlanan İran savaşları Yunanistan’ın gerek siyaset, gerek kültür bakımından yükselmesine yol açmıştır.

Söz gelişi M.Ö. 400-300 yılları arasında Atina’da Platon ve Aristoteles gibi iki büyük düşünürün yaşamasına tanık oluruz. Fakat Atina’nın siyasal üstünlüğü fazla sürmemiştir. Atina ile Isparta arasın yok olmasına neden olmuştur.

İskender’in Asya seferleri kültür bakımından önemli sonuçlar doğurmuştur. Kültür tarihi bu seferler sayesinde ilerleme göstermiş ve Doğu ve Batı kültürleri arasında karşılıklı diyalog kurulmuştur. Bu iki kültürün karşılaşmasında Hellenizm adı altında bir akım oluşmuştur.

Hellenizmin karakteristik özelliği, bir yandan Yunan kültür ve düşüncesinin doğuya yayılması, öte yandan doğunun dini düşüncelerinin batıya girmesidir. Hellenizm, bu karşıt yönlerden gelen akımların birbiriyle karışıp birleşmesinden oluşmuştur.

Hellenizm çağının siyasi alandaki en büyük olayı, Roma İmparatorluğu’nun kurulmasıdır. Roma batıda güçlü bir devlet sistemi kurmayı başarmıştır. Roma, kültür çevremiz için çok önem taşıyan “Roma Hukuku”nun yaratıcısıdır.

Roma’nın büyümesi sonunda Yunanistan, M.Ö. 146 yılında, siyasi bağımsızlığını yitirmiş ve bir Roma eyaleti durumuna gelmiştir. Ancak Yunanistan kültür rehberliğini korumuş, Romalılar kültür yönünden Yunanların öğrencisi olmaktan kurtulamamıştır.

Dini etkiler konusunda Doğu hem rehber ve hem de hâkim olmuştur. Nitekim bu Hellenistik dönemde Doğudan gelen çeşitli din etkileriyle büyük monoteist dinler doğmuş, önce Hıristiyanlık, sonra da İslâmiyet görülmüştür.

Böylece kültür çevremizin ilk dönemine ait tarihin ana hatlarını belirlemiş olduk. Yunan felsefesi de bu tarihi çerçeve içinde yerini almış ve sonraları Hellenistik felsefe adını alarak oluşumunu sürdürmüştür.

Acaba Yunan felsefesini ve onun tarihini hangi kaynaklardan öğreniyoruz? Yunan felsefesini, öncelikle bize kadar kalan çok sayıdaki metinlerden öğreniyoruz. Söz gelişi bugün Platon’un eserlerinin hemen tamamı, Aristoteles’in eserlerinin ise büyük bir bölümü elimizde bulunuyor.

Platon’dan önceki ve sonraki filozoflardan da pek çok bilgiler bize kadar ulaşmıştır. Bu bilgilerin sentezi de hemen hemen yapılmış durumdadır.

Yunanlılar özellikle Aristoteles’ten beri, felsefe tarihi ile ilgilenmişlerdir. Yunanlı felsefe tarihçilerini iki kümede toplamak gelenek olmuştur: Biyograflar ve doksograflar. Biyograflar inceledikleri filozofların özellikle öz geçmişlerini tasvir ederler.

Bize kadar ulaşan biyografik yapıtların önemlilerinden biri de M.S. II. yüzyılda yazılan Laertli Diogenes’inkidir. Diogenes bu yapıtında bildiği filozofları sırası ile sayar ve bunların öz geçmişleri ve yapıtları ile ilgili bilgi verir. Diogenes‘in söz konusu yaptığı tüm yapıtları kendisinin görmüş olabileceğini var saymak oldukça güçtür.

Olsa olsa o, bugün bizim tarafımızdan bilinmeyen bazı felsefe tarihi kaynaklarından yararlanmış olabilir. Doksograflar ise, söz gelişi evrenin ya da yaşamın başlangıcı gibi, yalnızca belirli tek bir felsefe problemini ele alır ve bu problem ile ilgili çeşitli filozofların görüşlerini, kanaatlerini (doksa) tasvir ederler. Doksografların başında Aristoteles’ten söz etmek haklı bir davranıştır.

İlk bilimsel çalışmayı başlatan Aristoteles, ele aldığı konu ile ilgili olarak kendinden öncekilerin neler söylediğini, neleri bulduğunu ortaya koymaya özen göstermiştir. Bunun içindir ki Aristoteles, Yunan felsefe tarihi açısından, çok önemli doksografik bir kaynaktır.

Aristoteles’ten sonra da doksografik araştırma yapanlar olmuştur. Bunların içinde, özellikle, Aristoteles’in takipçisi olan Theophrastos önemlidir. Theophrastos’tan sonra yazılmış olan bazı doksografik yapıtlar bize kadar ulaşmış ise de bunların hangi kaynaklardan yararlanılarak yazılmış olduklarını kesin olarak bilememekteyiz.

Antik felsefe konusundaki bilgilerimizi işte bu sözünü ettiğimiz kaynaklardan elde etmiş bulunmaktayız. Biz özellikle Aristoteles’in verdiği bilgilerden hareket edeceğiz. Aristoteles, haklı olarak, felsefede ilk kez evrenin kaynağı konusunu ele almıştır.

O, “evrenin kaynağı” konusunun, kendisinden önce, yalnızca teolojik açıdan ele alındığını haber veriyor. Daha sonraları ise teologlara karşı olan fizikçilerin ortaya çıktığından söz ediyor. Teologlar törelerle gelen Mitolojiden hareket ettikleri halde, fizikçiler gözlemleri temel almıştır.

Teologlardan da önce şair Hesiod bu konuyla ilgilenmiştir. M.Ö. yaklaşık 700 yılında yaşamış olan Hesiod, kuzey Yunanistanlı bir çiftçi ailesinin çocuğudur. Kendisinden bize “Teogoni” adlı yapıtından birkaç bölüm kalmıştır.

Hesiod bu yapıtında eski Veda yazıtlarında ortaya atılan soruyu yineler: Tanrılar yokken acaba ne vardı? Tanrıların kaynağı nedir? Hesiod’a göre her şeyin başlangıcında kaos vardır. Buna yaratıcı gücün sembolü olan Eros ve toprağı simgeleyen Gaia katılır. Hesiod’un her şeyin başlangıcına yerleştirdiği bu ilk güçler hem somut ve hem de soyutlaştırılmış şeylerdir.

Hesiod evrenin başlangıcında ne tam anlamıyla somut ve ne de tam anlamıyla soyut olan, fakat bu ikisi arasında aracılık yapan varlıkları kabul etmekle, Tanrıların yalnızca somut olarak benimsenmesi görüşünden uzaklaşır, bunları kavram olarak anlamak yolunu benimser. Bu tür düşünen, Hesiod’dan başkaları da vardır.

Biz onları dikkate almayacağız ve yalnızca Aristoteles’in “fizikçi” dediği düşünürlerden söz edeceğiz. Fizikçiler, Tanrıların kaynağı ve onların var oluşları ile efsanelerden ve problemlerden değil de doğrudan yapılan gözlem ve deneysel olaylardan hareket ederler. Hesiod’un yaptırım adı olan “Teogoni” Tanrıların meydana gelişi anlamını taşır.

Fizikçilerin yapıtları ise “Doğa Konusunda” adını taşır. Teologlar Tanrıların kökünü araştırdıktan halde; fizikçiler, doğanın nereden geldiğini, doğanın kökünün ne olduğunu araştırıp bunlarla ilgili sorular sorar. Onların doğa dedikleri ise hepimizin bildiği denizlerin, karaların, bitkilerin, hayvanların ve insanların dünyası olan doğadır.

İlgili konular:

Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve “Sosyolojiye Giriş” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Diğer Ders Notları (Ömer YILDIRIM), Ernst von Aster’in Ders Notları.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...