Xenophanes (Ksenophanes)’in Bilgi Anlayışı
Ksenophanes’in (M.Ö: 570-478) felsefe tarihine yaptığı en önemli katkılardan biri insan bilgisinin ölçütü, kaynağı ve değeri konusunda belirttiği görüşlerdir. Ona göre insan bilgisinin kaynağı ve sınırı onun tecrübeleridir.
İnsanın sahip olduğu veya olabileceği bilgiler bu bakımdan, her şeyi bilen ve bilebilecek olan Tanrı’nın sahip olduğu bilgilere göre daha dar, göreli ve sınırlıdır. İnsanın bilmesinin sınırlı ve göreli olmasına karşın Tanrı, Ksenophanes’e göre her şeyi bilen ve görendir. Bu bakımdan insan bilmesine göre dar olmayan, göreli olmayan ve sınırsız bir bilmedir onunki. İnsanın sahip olduğu bilgiler her ne kadar Tanrı’nın sahip olduğu bilgilere göre daha dar ve sınırlı ise de bu bilginin tanrısal bilgiye göre ilk bakışta eksiklik gibi görünen en belirgin özelliği, tecrübeye dayalı olduğundan her zaman sınırlı kalacak olsa da sürekli olarak aynı düzeyde kalmaması, insanın bilme ve tecrübelerinin artırmasına paralel olarak göreli olsa da artması ve gelişmeye açık olmasıdır. Bu bilgi çeşidinin, yani bir yandan insanların dar ilgileri içinde kalan, öte yandan tamamen gelişmeye açık olan tecrübeye dayalı bu bilgilerin başka bir özelliği de asla Tanrı’nın sahip olduğu düzeyde bir kesinliği veremeyecek olmasıdır. Bu bakımdan insanların elde edebileceği bilgiler, insanlar ne kadar çabalarsa çabalasın, doğruluğu (hakikatliği) ispatlanamayacak olan bilgilerdir.
Bilgi türlerini sıraya sokarak önce kaba bir giriş ve ardından her bilgi türünden tek tek bahsederken detaylı anlatım yapılmalıdır. İnsanların belli bir çaba göstererek tecrübeyle elde ettiği bu bilgiler ile Tanrı’nın tam ve eksiksiz olan bilgisinin yanı sıra Ksenophanes’e göre insanların ilişkili olduğu bir diğer bilgi türü de söylenceler ve rivayetlerden oluşan ve ona göre değersiz olan, geçmişin titanlar ve devleri ile ilgili ‘uydurmalar’dan oluşan bilgilerdir; “… masallardaki Titanlar ya da devlerin savaşlarını, atalarımızın uydurmalarını veya iç savaşın şiddet olaylarını söz konusu etmenin hiçbir anlamı yoktur; her zaman tanrılara saygı göstermek, iyi olan bu dur.’’ (Ksenophanes, Fr. 21B1.20-25). Kaldı ki Homeros’un ve Hesiodos’un tanrılar hakkında anlattıkları bu türden söylencelerden daha da değersiz olarak addedilmektedir; “Homeros ile Hesiodos, insanlara ait ne kadar ayıp ve kusurlu bir şey varsa hepsini Tanrılara yüklediler: Hırsızlık, zina ve karşılıklı kandırma.” (Ksenophanes, Fr. 21B11).
İnsanların kesin bilgi sahibi olamayacakları bu türden konularda Ksenophanes, alanı ne olursa olsun insanın elde edeceği bilgilerin sınırlı olduğunu şu şekilde ifade etmektedir: “Kesin hakikatı olmadı gören, olmayacak da doğrudan. Tanımayla bilen Tanrıları ve söylediğim bütün şeyleri” (Ksenophanes, Fr. 21B34). Ksenophanes’in bilgiye ilişkin bu kesin sınırlamasının yanı sıra, nesnel doğruluk düşüncesine sahip olduğu söylenebilir. Nesnel doğruluk düşüncesi kişilere göre değişmez. Ksenophanes, bir yandan: “Kesin hakikatı olmadı gören, olmayacak da doğrudan. Tanımayla bilen Tanrıları ve söylediğim bütün şeyleri” diyerek, bu nesnel doğruluğun varlığından bahsederken diğer yandan, “Bir başarır da söylerse sırrın ve gizli şeyin ne olduğunu. Kendisi yine bilmiyordur onu, sanılardır ancak. Herşeyde sahip olduğu” diyerek de bu bilgiye ulaşılamayacağını belirtmektedir.
Eski Yunan dünyasında bilmek, görmek demektir (eide). Bu daha sonra idea dönüşür. Eski Yunan dünyasında bilginin temeli görmedir.
Ksenophanes’in bu sözü başlangıçta oldukça açık görünmekte ve daha sonra Parmenides’te belirgin örneğini göreceğimiz, hakikatler hakkında bilgi elde etme imkânı ile ilgili düşünceler taşımaktadır. Parmenides’in şiirinden anladığımız kadarı yla Tanrıça Parmenides’e iki konuda hazır bilgiler sunmaktadır. Bunlar görünüşler dünyasının yanıltıcılığının arkasındaki değişmeyen hakikatlerin bilgisi ve diğer insanlardan geri kalmaması için astronomi veya dünyada olup biten şeylere ilişkin konuların, yani görünüşler dünyasının bilgileridir. Oysa Ksenophanes, görünüşler dünyasıyla veya görünen dünyanın ardında olup bitenlerle ilgili olarak insanların tanrılardan veya tanrıçalardan herhangi bir şekilde bilgi elde edemeyeceğini, çünkü tanrıların insanlara bu türden bilgileri hiçbir şekilde vermemiş olduğunu belirtmektedir. Bu konuda ayrıca Cicero’nun aktarımı da kayda değer görünmektedir: “Tanrı’nın varlığını kabul edenler arasında -çok eskilerden bahsederken kehaneti bütünüyle reddeden yalnızca Kolofonlu Ksenophanes’di …” (Cicero: 1964, 227-229). Bu konuda Herakleitos’un fragmanı (22B26) ve bu fragman için verilen açıklama- yorum bu anlayış doğrultusunda anılmaya değer görünmektedir. Fragmanla ilgili bu açıklama-yorumda Herakleitos’a göre hakikatin rüyalar yoluyla edinilemeyeceği belirtilir (Çakmak, 2005: 81).
İnsanların hakikatin bilgisine sahip olamayacağına ilişkin olarak yukarıda verdiğimiz parça, bir yandan Parmenides’in bu konuda ileri sürdüğü düşüncelere karşıt olarak tanrıların insanlara hakikatleri öğretmediğini söylese de öte yandan insanlar için bilmenin iki önemli alanı olduğunu da göstermektedir. Bunlar görünen, içinde yaşanılan dünyada yani, insanın içinde yaşadığı doğa dünyasında olup bitenlerin tam olarak bilinmesi ve bu dünyada olup bitenlerin arka planında nelerin olup bittiğinin bilgisidir. Alanı ne olursa olsun hakikatler ile ilgili bilgilerin insanlara verilmemesinin yanı sıra hakikatlerle ilgili olduğu düşünülebilecek olan ve geçmişin masal ve söylenceleri olarak değerlendirilenler ise bu konularda Ksenophanes’in insanların yerel tanrı anlayışlarına karşı olan tavrında da göreceğimiz gibi uydurmalar olarak değerlendirilmektedir. Bu ise Homeros ve Hesiodos’ta görüldüğü biçimiyle geleneksel din ve tanrıların doğuşu anlayışlarının yanı sıra, yeryüzündeki düzenin oluşmasına dair dinî anlayışların da topyekûn eleştirilmesi olarak değerlendirilebilir. Geçmişin masal ve uydurmaları ile hakikatlerle ilgili konuların bir kenara bırakılması, insanın ilgili olduğu ve hakkında ancak belli ölçülerde bilgi sahibi olabileceği tek bir bilgi alanın kaldığını göstermektedir. Bu bilgi alanı, insanın içinde yaşadığı dünyada olup bitenlerin sınırlı ve sınırlı olması bakımdan da göreli olan görünüşler alanıdır.
Fakat durum her ne olursa olsun daha sonra Protagoras’ta da benzer şekilde görüleceği üzere, Ksenophanes’in düşüncelerinde dünyada olup bitenlerin göreli de olsa bilgisini elde etme konusunda bir iyimserliğin varlığı göze çarpmaktadır. Ksenophanes’e göre insanlar her ne kadar dünyada olup bitenler hakkında kısmen, belli ölçüde bilgi sahibiyse de zamanla, sürekli olarak bilgilerini artırarak daha iyi bilgilere ulaşabilmektedirler: “Doğru Tanrılar en baştan göstermediler her şeyi insanlara. Ancak onlar araştırarak keşfedecekler daha iyisini zamanla” (Ksenophanes, Fr. 21B18; Çakmak, 1996: 51).
Bu bakımdan insanların bilgileri, hakikatlerin bilgisi anlamında bütüncül ve geniş kapsamlı olmasa, sınırlı ve dar kapsamlı kalsa da elde edebileceği tecrübeler söz konusu olduğunda, göreli olarak daha yetkin olan bilgiye ulaşabilecek bir bilgidir. Başka türlü insanlar sarı balın incirden daha tatlı olduğunu anlayamayacaklar, zaten sınırlı olan bilme alanlarında daha da sınırlı bilgilerle yetinmek zorunda kalacaklardı. Ksenophanes her ne kadar insanın sürekli gelişen tecrübesine dayanan bilgisine önem veriyorsa da bilginin ilgili olduğu alanın ne olduğunu önemsemeksizin, insanların sahip olduğu bilgilerinin doğru olup olmadığının hep bir muamma olarak kalacağını belirtir. Başka bir deyişle hangi konuda olursa olsun, insanlar sanılarla yetinmek zorundadırlar. İster tanrılar ve tanrısal konularla ilgili olsun isterse de dünyada olup bitenlerle ilgili olsun, hakikat elde edilse bile bunun doğruluğundan emin olunamayacaktır. “Bir başarır da söylerse sırrın ve gizli şeyin ne olduğunu. Kendisi yine bilmiyordur onu, sanılardır ancak. Her şeyde sahip olduğu” (Ksenophanes, Fr. 21B34; Çakmak, 1996: 44).
Ksenophanes’e göre bilgimizin sınırı deneyimlerimizdir. Deneyimin ötesinde söylediklerimiz, birer kanaattir. Deneyimi aşan konular, tanrıların doğası, kâinatın tasviridir. Bunlar deneyim ve akılla bilinemez. Akılla ortaya konulanlar birer tahmindir. Bazı tahminlerin diğer tahminlere göre değeri daha fazladır. Öncelikle, deneyim dünyasında zamanla daha iyisini yapabilirsiniz. Ama ne yaparsanız yapın gerçeğin bilgisini bilemezsiniz. Emprik bilgi arttıkça insanın bilgisizliğiyle ilgili farkındalığı da artar. O zaman, görünüşler bilgisine dayanılabileceği ve buradan da tahminler yapılabileceğine inanılır.
İnsan bilgisinin bu şekilde sınırlı olması, yani insanın tanrının bildiği anlamda hakikati bilemeyecek olması; yalnızca vehmetmek, yani sanılarla yetinmek zorunda kalması birkaç bakımdan değerlendirilmekte bu bilmenin sınırlı olmasının gerekçeleri olarak birkaç faktör öne sürülmektedir. Bunlardan ilki, insan bilmesi içinde diğerlerine göre daha değerli olarak görülen doğrudan bilmeyi ve tanımayı sağlayan araçlar olarak duyu organlarının, veri elde etme bakımından sınırlı olmasıdır. İnsanın duyu organları sınırlı duyarlık kapasitesine sahip olduğu için, bu sınırlı duyu organlarının elde edeceği veriler de sınırlı kalmak durumundadır. Bu konuda Ksenophanes’in ölçüsü Tanrı’nın bilmesidir. Ksenophanes’e göre tanrının bilmesi de her bakımdan insanın doğrudan tecrübe yoluyla bilmesinde söz konusu olan süreçlerle gerçekleşir. Yani insanın doğrudan bilmesi ile Tanrı’nın doğrudan bilmesi arasında yapı ve işleyiş bakımından bir fark gözetilmemektedir. Her ne kadar insanın bilmesi ile Tanrı’nın bilmesi arasında işleyiş bakımından bir fark gözetilmiş görünmese de iki bilme etkinliği arasında bilginin elde edilmesi için gösterilen çabanın düzeyi ve elde edilen sonuçlar bakımından belirgin bir fark vardır. Bu farklı lık insan bilmesinin sınırlı kalmasına yol açarken Tanrı’nın bilmesinin ise tam ve eksiksiz olmasını sağlar.
Ksenophanes’e göre insan bilmesinin değerli olan biçimi olarak doğrudan tanıma bilgisinin elde edilmesinde kullanılan araçlar duyu organları ve düşünmedir. Duyu organları, sınırlı kapasiteye sahip olsalar da yaşantılar esnasında çevremizde olup bitenler hakkında bize veriler sağlayan göz, kulak ve benzerleridir. Duyu organlarının çevreden veriler sağlaması, onlara sahip canlının ki burada insan söz konusudur, belirli bir mekânda bulunmasıyla gerçekleşir. Dolayısıyla insan bilmesi bu mekânla sınırlı kalmak durumundadır. Yeni bilgiler elde etmek için, mekânın da değiştirilmesi ve bunun her yeni bilme etkinliğinde tekrarlanması gerekir.
İnsan bilmesinin hep belli deneyimler ve mekânlarla sınırlı olmasına karşın Tanrı’nın bilmesi her bakımdan üstün olarak betimlenir. Tanrı’nın bilme araçları da insanın bilme araçları gibi göz, kulak ve düşünme olarak gösterilmektedir. Fakat Tanrı’nın bu bilme araçlarının insanınkilerden üstün olduğunu vurgulamak için Ksenophanes, insan bilmesinin sınırlılığına karşın Tanrı’nın bilmesinin bütünü kapsadığını belirtmektedir. İnsan da görmekte, işitmekte ve düşünmektedir. Bu bakımdan gözleri, kulakları ve aklı vardır ve onlar aracılığı ile görsel ve işitsel verileri edinmekte ve olaylar hakkında düşünceler üretebilmektedir. Fakat Ksenophanes bütün her şeyi gören, duyan veya düşünebilen olarak insanı değil Tanrı’yı düşünmektedir. “O bütünü gören, bütünü düşünen (kavrayan), bütünü işitendir” (Ksenophanes, Fr. 21B24; Çakmak, 1996: 39.)
Bunun anlamı ise şudur; Tanrı’nın duyma, görme ve düşünme konusundaki kapasiteleri insanın duyma, görme ve düşünme konusundaki kapasitesi gibi sınırlı değildir. Bu bakımdan Ksenophanes’e göre insanların elde ettiği bilgilere nispeten tanrısal bilginin tam ve mükemmel olmasını sağlayan etken, tanrısal bilmenin mekânlarla sınırlı olmaması ve bilgi edinmek için Homeros veya Hesiodos’un tanrı anlayışlarında olduğu gibi, mekân değiştirmek zorunda kalmamasıdır. Çünkü Ksenophanes’e göre Tanrı’nın bir şeyi bilmesi için yerinden kıpırdaması gerekmemektedir. “Hep aynı yerde kalır hiç kımıldamadan. Uygun düşmez O’na farklı zamanlarda değişik yerlerde olmak” (Ksenophanes, Fr. 21B26; Çakmak, 1996: 39).
Ksenophanes, Tanrı’nın bilgisinin tam ve eksiksiz olmasıyla göreli olmayan ve bu bakımdan gelişme ihtiyacı duymayan bilgisinin yanı sıra insanın sahip olabileceği bilgilerin hem göreli hem de ilerleme ve gelişmeye açık olması ile ilgili olarak tatlar üzerinden bir örnek vermiştir. İncir ve balın tatlarının söz konusu edildiği bu örnek şöyledir: “Tanrı sarı balı yaratmamış olsaydı, insanlar incirlerin çok tatlı olduğunu söyleyeceklerdi” (Ksenophanes, Fr. 21B38; Çakmak, 1996: 49). Fragmandan anlaşıldığı kadarıyla insanların dünyada olup bitenlere ilişkin bilgileri, sahip oldukları tecrübelerle sınırlıdır. Bu bilgiler ve tasavvurlar içinde tanrısal varlıklara ilişkin tasarımlar nasıl ki onları tasavvur eden insanların kendi bedensel şekilleri ve yaşama tarzları ile ilişkili olarak ortaya çıkıyorsa tatlar konusundaki bilgileri de insanları n tatlarla ilgili tecrübeleri ve bu tecrübelerine konu olan varlıklarla sınırlıdır. İncir ve ‘sarı bal’ın tadı konusunda tecrübeye sahip insanlar, iki farklı tecrübe alanı na sahip insanları temsil etmektedir. İlk kısımda temsil edilen insanlar, yaşama dünyaları içinde tat bakımından incirden daha tatlı bir şey yememiş olan insanları temsil etmektedir. Bu insanlar için en tatlı şey ile ilgili yaşama tecrübeleri incirin tadıyla sınırlıdır ve bu yüzden onların tatlar konusunda sahip olduğu bilgilerin göreli olarak eksik olduğu söylenebilir. Hem incirin hem de balın tadını bilen insanlar ise ilk gruptaki, yalnızca incirin tadını bilen insanların tecrübelerinden daha geniş bir tecrübe alanına sahiptirler. Bu bakımdan onlar, incirin en tatlı şey olduğunu değil, incirin de tatlı şeylerden biri olduğunu fakat en tatlı şeyin ‘sarı bal’ olduğunu söyleyecektir. Fakat yine de burada verildiği üzere, insanların tatlarla ilgili bilgileri, ne ölçüde fazla tecrübeden kaynaklanırsa kaynaklansın, mutlak olduğu söylenemez. Çünkü ‘sarı bal’ın en tatlı şey olması, insan tecrübeleri içinde, göreli olarak en tatlı şey olmasından kaynaklanmaktadır. Öyleyse tecrübe bakımından en tatlı olan şey, insan tecrübeleri ile sınırlıdır. Oysa tanrı bilgisi söz konusu edildiğinde bu bilgi tam ve eksiksiz olmasıyla göreliği aşmış bir bilgi olmalıdır. Ksenophanes’e göre Tanrı’nın niteliklerinin ne olduğuyla ilgili olarak Diogenes Laertios’un aktarımı kayda değer görünmektedir: “Tanrı’nın özü küre biçimlidir ve insana benzer hiçbir yanı yoktur; baştan aşağı göz, baştan aşağı kulaktır, ama soluk almaz; tümden akıldır, düşüncedir ve sonsuzdur.” (Diogenes Laertios, IX.19, 2004: 428.)
Ksenophanes, felsefe tarihinde bilginin ölçütünü koyan ve bunun dışında kalanları kanaat olarak belirleyen ilk kişidir. Bazı inançlar zaman içinde bilgiye çevrilebiliyor ya da çürütülebilir ama bazı inançlar sonsuza kadar inanç olarak kalır, bunlar da imana ilişkin olanlardır. İman, insanı mutlu kılar, ama sıradan anlamda değil, manevi bir boyutu olan bir mutluluktur bu.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı