Klasik Koşullanmanın Eğitim Açısından Sonuçları
Klasik koşullanma, uyarıcılar ve bu uyarıcılara verilecek tepkiler ile ilgili bir öğrenme modelidir. Organizma, yeni karşılaştığı bir uyarıcı duruma tepki verip vermeyeceğini ya da ne tür tepkiler vereceğini öğrenir.
Bu nedenle klasik koşullanma tarzındaki öğrenme karmaşık ve üst düzey bilişsel beceriler içeren öğrenmeleri açıklayamamaktadır. Bununla birlikte refleksif nitelikte ve duyuşsal tarzdaki davranışların öğrenilmesini en iyi açıklayan yaklaşım klasik koşullanma kuramıdır. Bazı refleksif tepkiler, korkular, kaygılar, sevme-sevmeme, hoşlanma-hoşlanmama, beğenme-beğenmeme tarzındaki tepkiler, olumlu ya da olumsuz nitelikteki tutumlar, kişinin özbenliğine dönük algılamaları ve akademik öz güven vb. ile ilgili öğrenmeler klasik koşullanma yoluyla edinilmektedir.
Klasik koşullanma, günlük yaşamımızda reklam sektöründe yoğun ve etkili bir şekilde kullanılmaktadır. İnsanlara tanıtılmak istenen ürünler ya da markalar (nötr uyarıcılar), ürünün özellikleriyle ilişkilendirilebilecek koşulsuz uyarıcılar (örneğin; kar-buz görüntüleri, çekici mankenler, yüksekten atlama vb.) ya da bunların yerini tutacak birincil koşullu uyarıcılar (örneğin; dizilerden bilinen bir sanatçı, son model bir spor araba, sosyal statü vb.) ile eşleştirilerek marka imajı oluşturulmaktadır. İnsanların zihnine yerleşen bu imajdan dolayı, markette dolaşırken zihnindeki imajla örtüşen markayı fark etme ve satın alma eğilimi diğer ürünlere göre daha fazla olmaktadır.
Klasik koşullanma eğitim açısından da önemli bir öğrenme türüdür. Ancak, genelde bu konu eğitimcilerin dikkatinden kaçmaktadır. Okul ile ilgili yaşantılarının pek çoğu, öğrenciler için nötr uyarıcı durumundadır. Okul, sınıf, öğretmen, yeni bir öğretmen, farklı dersler, arkadaşlık, ödev, problem çözme, sosyal-kültürel ve akademik etkinlikler vb. gibi durumların birçoğunu çocuklar ilk kez okul ortamında tecrübe etmektedirler. Karşılaştıkları bu yeni durumlar ile ilgili olarak çocukların olumlu ya da olumsuz tutumlar geliştirmeleri, kaygı ya da istek geliştirmeleri tamamen bu durumları yaşadıkları andaki diğer çevresel uyarıcıların niteliğiyle alakalıdır. Otorite sağlamak adına daha girdiği ilk derste bağırıp çağıran, tehditler savuran bir öğretmen, farkına bile varmadan, kendisini “itici” veya “korkulan” bir koşullu uyarıcı haline getirecektir. Bu şekilde öğretmenlerden uzaklaşan öğrenciler, onlarla ilişkilendirdikleri derslerden, belki okulun kendisinden ve hatta okumaktan bile nefret eder hale geleceklerdir (Garcia etkisi). Oysa bir öğretmen;sınıf ortamında sergileyeceği sıcak, ilgili, eşitlikçi ve demokratik tavırlarla öğrencilerin beğenisini ve takdirini kazanabilir. Derslerde zorlama, baskı, alay etme gibi tavırlar yerine öğrencilerin seviyesine uygun, araştırma ve öğrenmeye odaklı, başarı hissi tattıran nitelikte dersler işlenerek öğrencilerin öz güvenleri ve akademik benlik algıları artırılabilir. Böylece öğrenciler okula, öğretmenlere ve bunlarla ilişkilendirdikleri her şeye karşı olumlu duygular besler ve öğrenmeye istekli olurlar, girişken olurlar ve başarabileceklerine dair güven duygusu geliştirirler.
Öğretmenler, öğrencilerde hâlihazırda var olan bazı olumsuz tutumların, kaygıların, korkuların vb. kaynağının daha önceki klasik koşullanmalardan kaynaklandığını bilmelidirler. Örneğin, ders içerisinde olumsuz söz ve davranışlar sergileyen bir öğrencinin bu olumsuz tutumunun daha önceki koşullanma süreçleriyle alakalı olduğunu bilip bunu şahsına yapılmış olarak algılamamalıdır. Durumu bu gözle inceleyen bir öğretmen, öğrencisini böyle davranmaya iten uyarıcı durumları (koşullu ve/veya koşulsuz uyaranlar) durumları tespit etme şansına sahip olur. Olumsuz uyarıcı durumlar ya da uyarıcılara verilen olumsuz tepkiler yine koşullanma ilkeleri kullanılarak değiştirilirse, olumsuzluklar da ortadan kaldırılmış ve eğitim verimli hale getirilmiş olur.
Kaynak: ATA-AÖF, EĞİTİM PSİKOLOJİSİ, Yrd. Doç. Dr. Muhammed ÇİFTÇİ