Felsefe hakkında her şey…

Varlık Varsa Tam Olarak Nedir? Varlığın Neliği Problemi

13.11.2019

Varlığın dış görünüşünde madde, içinde enerji, dinamizm ve güç vardır. Madde sınırlı, varlıklar sınırsız denecek kadar çoktur. Varlık dünyası çok yönlü, çok kademeli ve çok anlamlıdır. Gerçekliğin kozmolojik, fiziksel, biyolojik, psikolojik, sosyolojik vesaire yönleri vardır.

Kozmolojik dünyanın mekân (uzay), zaman ve nedensellik kategorileri vardır. İnsan, bu kategoriler içinde varlık evreninin düzenini anlamaya çalışır. Zaman, mekân ve nedensellik olmadan varlık dünyasını açıklamak çok zordur. Ama modern bilim bile zamanın ve uzayın sınırlarını bulmaktan çok uzaktır. Şu anda en büyük ölçü birimi olan ışık yılı ile bile, bu boyutlara ulaşmak imkânsız gözüküyor.

Augustinus, zaman ve mekânın da evrenle birlikte yaratıldığına inanıyor. Kant, zaman ve mekanı insanın varlık dünyasına bakış kalıpları olarak değerlendiriyor. J. Böhme“bunlar tanrının duyu organlarıdır” diyor.

Schopenhauer, üç boyutlu zaman (geçmiş, şimdi, gelecek) ve gene üç boyutlu mekanın (yükseklik, genişlik, uzunluk) insan zihni tarafından kontrol altına alınmaya çalışıldığını anlatmıştır.

Nedensellik de insan zihninin sebep bulma ve sonuç çıkarma özelliğinden doğmaktadır. Ama atom altı dünyada bir nedensellik bağından çok, ilişki belirsizliği görülmektedir.

Gerçekliğe fizik açısından baktığımızda, maddi varlıkların ve olguların temelindeki yasaların ve sayısal dengelerin önemli olduğu ortaya çıkar. Fizik, durmadan maddeyi parçalamakta, atom altı dünyaya inmekte ve orada da fotonlar dünyasına ulaşmaktadır. Varlıkların özünde hem madde hem de enerji ortaya çıkmaktadır.

Bütün her şeyin temelinde ölçüsüz, ağırlıksız ışık vardır. Buradan protonlar, elektronlar, kütleler çıkıyor. Cansız varlıkları bir bütün olarak koruyan, canlı varlıkları büyütüp yaşatan enerjidir. Çinlilerin Yin ve Yang’ı da canlıları yaşatan enerji kutuplarıdır.

Gözlerimizle atomu ve atom altı dünyayı göremediğimiz gibi, evrendeki pek çok büyük-lükleri de göremeyiz.

Gerçeğin biyolojik görünümüne baktığınızda, karşınıza hemen hayatın niçin ve nasıl başladığı problemi çıkıyor. Bu konularda “niçin” sorusu, hem hayatın başı hem de sonu olarak cevaplandırılamaz durumdadır. Canlı hayatın nasıl başladığı konusunda ise, teoriler ve spekülasyonlar vardır. Hayatın suda başladığı, canlı varlıklar arasında biyolojik özelliklerin DNA kodları vasıtasıyla aktarıldığı biliniyor. Ancak canlı türlerinin ortaya çıkışı noktasında, biyolojik bir evrim ile türlerin değişmezliğini savunan görüşler, düşünce tarihi boyunca sürdürdükleri tartışılmalarını hâlâ devam ettiriyorlar.

HerakleitosDemokritos ve Aristoteles‘ten beri, biyolojik hayatta bir evrim olduğu ileri sürülüyordu. 19. yüzyılda C. Darwin, canlıların bir kökten evrimleşerek geliştiklerini ileri sürdü. Haeckel, her canlı türünün uzun bin yıllar içindeki gelişiminin (filogenez), o canlının embriyonal gelişim devresinde (ontogenez) gizlendiğini iddia etti. J. Monad da, mutasyon vasıtasıyla olan evrimin tesadüfen meydana geldiğini savundu. Bunlara karşı ise, canlı ve cansız varlıkların bir tanrı tarafından planlı ve programlı olarak yaratıldıkları şeklinde dinî temelli felsefî açıklamalar hep canlı kaldı.

Varlık dünyasını gerek felsefî gerekse bilimsel açıdan incelerken, karşımıza çıkan en önemli kavramlardan biri de oluştur (genesis).

Antik Yunandaki doğa filozoflarına göre varlığın ana maddesi (su, hava, ateş ve toprak gibi) tek ve canlı idi. Tüm oluş bu ana varlık tarafından meydana getiriliyordu. Empedokles‘te dört ana unsur (toprak, su, hava ve ateş) sevgi ile birleşip nefret ile ayrılıyor ve böylece oluş meydana geliyordu. Anaxagoras‘a göre, evrende ne kadar varlık varsa o kadar da ana madde vardı, ilk hareketi “nous” sağlamakta; sonraki hareketler çarpma ve basınç ile mekanik tarzda olmaktaydı. Demokritos‘a göre varlıkların özün-de maddenin en küçük parçası olan atomlar vardı. Atomların hareketleri sonucu mekanik ve zorunlu bir oluş meydana geliyordu.

Platon ideler dünyasını oluşun ve değişmenin olmadığı, bu varlık dünyasını da oluş ve bozuluşun olduğu bir dünya olarak anlatır. Oluş dünyasını yaratan Demiourgos adlı iyilik idesidir. Aristoteles‘e göre da oluş, madde içindeki gizli gücün harekete geçip o maddeyi geliştirmesidir. Özün kendini gerçekleştirmesi dört nedenle olur; maddî, formel, hareket ettiren ve ereksel nedenler. Varlığın oluşu, belli bir amaca yöneliktir (teleolojik).

Plotinos‘a göre her şeyin temeli ruhtur ve varlıkların oluşu da ruha bağlıdır. “Nous” düşünür, ruh da bu düşüncelere göre maddeye şekil verir. Eğer ruh olmasaydı canlılık, hareket ve biçim olmazdı.

Augustinus‘a göre, Tanrı evreni özgür olarak yaratmış ve zaman içine atmıştır. Her şey zamanın akışı içinde tanrının belirlediği şekilde değişir.

Descartes da cisimlere ilk hareketi tanrının verdiğini kabul eder. Ama daha sonraki her şey mekanik olur. Tanrı doğayı ve doğa kanunlarını yaratmıştır, ama işleyişine karışmaz. Doğa kanunları kendi kendine işler ve herş eye hâkimdir. Oluş konusunda MalebrancheDescartes‘e karşıdır. Ona göre cisimler kendi kendilerine hareket edemez ve birbirlerini etkileyemezler. Dünyada olan her şey tanrı tarafından gerçekleştirilir. Spinoza da tanrının, kendi eseri olan evrenin içinde olduğunu söyler. Oluş, tanrısal özün kendisini gerçekleştirmesidir. Doğa olaylarının hepsi, tanrının kendisidir. Tanrı Leibniz‘de de evrenin düzenini ayarlamış olan güçtür. Bu düzen bir kere baştan saat gibi ayarlanmıştır ve tanrı ikide bir işe karışmaz. Tanrı evreni belli bir amaca göre yaratmıştır (teleoloji). Ancak bu amaç gerçekleşirken tam bir mekanizma ege-mendir. Kant da tanrının yaratma sırasında hem evrene hem de insana kendi aklından pay verdiği, dolayısıyla tanrının evreni mucizelerle değil, rasyonel yasalarla yönettiğini savunuyordu. Doğadaki oluş, daha önceden tanrı tarafından kurulmuştur; doğa, tanrıyı göstermektedir.

İlk bakışta Platon‘un iki parçalı evren anlayışını kabul eden Hegel, idenin kendi dünyasında potansiyel bir imkân olduğunu, ancak kendisini doğada gerçekleştirdiğini savunur. Var olan her şeyin arkasında bir ide vardır. Ancak ide madde içine girdiğinde kendine yabancılaşır, parçalara bölünür ve sürekli değişir. Doğa, akıl ve ruhun özgürlükten yoksun ve bilinçsiz bir şekilde gerçekleşmesidir.

Marx ve Engels de oluşun merkezine dinamik maddeyi koydular. Evrende gerçek varlık maddedir ve o da hareket vasıtasıyla zorunlu gelişim yasasına uyar.

Felsefe tarihinde PorphyriosThomas ve Hartmann‘ın varlık katmanları veya aşamaları meşhurdur. Bunlarda, cansız varlıklardan canlılara ve insana (akıllı varlıklara) doğru giden katmanlar sıralanıyor ve bunların oluşu birbirine bağlanıyor.

Kaynak: Prof. Dr. Mustafa Ergün – Felsefeye Giriş – Varlık Felsefesi

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...