Türk toplumunda Batıcılık ve çağdaşlaşma
Türk toplumunda çağdaşlaşma çabası Osmanlı Devleti’nde geri kalmışlığın fark edilmesiyle birlikte başlamıştır. Osmanlı, Avrupa içlerine kadar ilerleyen ve dünyada önemli bir güç olarak yerini alan büyük bir devletti. Kuruluş yıllarından itibaren sürekli büyümüş ve başarılı olmuştu. Fakat 18. yüzyıla gelindiğinde artık yükselme bir tarafa mevcut halini muhafaza etmek bile zorlaşmaya başlamıştı. 1699 Karlofça ve Pasarofça Anlaşmalarıyla bu gerileme belgelenmiş oldu. Buna karşılık Batı toplumlarında önemli gelişmeler yaşanmaktaydı. Batı artık eski Batı olmaktan çıkmaya ve hızla ilerlemeye başlamıştı. Bu durum Osmanlı yöneticilerini ve aydınlarını etkiledi. Artık eski usullerle şimdiye kadar üstün geldikleri Batılı toplumlarla başa çıkamayacaklarını görmeye başladılar. Yeni bir durum karşısında kendilerini yenileme mecburiyetinde olduklarını anladılar. Esas problem bundan sonra başladı. Türkiye’nin çağdaşlaşma serüveni adını verebileceğimiz mücadele yenileşme adına atılan adımlara karşı geleneksel ve kalıplaşmış yapıların direnci arasında devam etti. Bu arada Batılı toplumlar bütün farklılıklarına rağmen ilerlemeye devam ettiler.
Avrupa çağdaş kuralları ve kurumlarıyla medeniyetin öncüsü konumuna yerleşti. Herkesin kabul etmek zorunda kaldığı bir ilerleme yaşandı. Bilimde, felsefede, teknolojide, sanatta ve kurumsal yapılarda ortaya çıkan gelişmeler yeni sorunlar ortaya çıkarsa da, en yakın rakipleri olan Osmanlılar karşısında büyük üstünlük kazandırdı. Dolayısıyla Osmanlı Türk toplumunda meydana gelen yenileşme hareketleri bu gelişmelerden bağımsız düşünülemez.
“Batı’da başlamış olan gelişmelerin Osmanlı ülkeleri üzerindeki etkileri, 18. yüzyılın geri kalan parçasında ve 19. yüzyılın ilk çeyreğinde kendini gösterecektir. Osmanlı devleti bu gelişmelere ayak uyduramadığı ölçüde arkadan sürüklenmeye, nihayet Tanzimat Döneminde o selin içine kendini kapıp koyuvermeye zorlanacaktır.” (Berkes, 2010, s. 43).
Osmanlı devletinin ve toplumunun geri kalmışlığını aşmak için başlatılan çabalar oldukça zorluk içinde olmuştur. Avrupa’nın ilerlediğini gören aydınların bir kısmı bunun gerçek boyutlarını anlamak yerine taklit ederek aşabileceğimiz gibi bir yanılmaya düşmüşlerdir. Bu yanılmadan dolayı Osmanlı’da çağdaşlaşma yerine Batılılaşma kavramı ön plana çıkmıştır. Berkes’e göre bu son derece yanlış bir yaklaşımdır. Batı dünyasındaki gelişmeler ve Batı’nın genel yapısı iyi anlaşılırsa zaten bu yanlışlık ortaya çıkacaktır. Bu bakımdan berkes sorunun Batılılaşmak ile değil, Batılılaşmamak ile çözüleceğini düşünür. Çünkü kapitalist batı ikiyüzlüdür ve kendi dışındaki toplumların gelişmesini istemez.
“Batı’dan bağımsız olmayan hiçbir geri kalmış toplum batılılaşamaz, ilerleyemez; ister reform ister devrim yoluyla kendine yeni düzen veremez; sele kapılmış bir saman çöpü gibi sürüklenir durur… Geri kalmış toplumların Batılılaşmasını isteyen Batılılar aynı zamanda bunlara karsı gelmekle çelişikliğe düşmektedirler” (Berkes, 1975: 69)
Batıcılık veya Batılılaşma kavramına Berkes olumlu anlam yüklemez. Batıcılık Ulusculuk ve Toplumsal Devrimler isimli kitabında Tanzimat Batıcılığı hakkında bilgi verir ve buna karşı gelişen tepkileri anlatır. Namık Kemal’in ülkenin ilerlemesini çok isteyen bir aydın olmasına karşın Batıcılığı nasıl sorguladığını örnek gösterir. (Berkes, 2002: 53) Berkes de Namık Kemal gibi Batı peykçiliğine şiddetle karşı çıkar.
Berkes’e göre Batı medeniyeti ve Batılılık aldatıcı bir kavramdır. Ortak bir tanımlama yapmak mümkün değildir. Dolayısıyla bizim geri kalmışlığımızı Batılılaşarak aşmamız söz konusu olmaz. Her toplum kendi devrimlerini gerçekleştirmedikçe ilerleme sağlayamaz. Batılılar kendi dışındaki toplumları ilerletmek bir tarafa kendilerine peyk haline getirmek isterler. Batı’nın emperyalist yönü burada devreye girer ve bizi esir almaya çalışır. Bunun için Berkes’e göre Batılılaşmak yerine Batılılaşmamak esastır. Batılılığın ve Batılılaşmanın bugün bir anlamı kalmıştır. O da şudur:
“Batıcılık geri kalmış toplumların aydınlarının, kendi toplumlarının kalkınamaması gerçeğinin karşısında, ilerlemiş toplumları görmekten gelen aşağılık duygusunu hafifletmek için yapıştıkları bir hayal, bir toplumsal sakatlığın aydınlar arasında nükseden bir görüntüsüdür.” (Berkes, 2002: 161)
Berkes, Osmanlı’da başlayan çağdaşlaşma ve Batılılaşma tartışmasının Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve Atatürk devrimleri ile yeni bir boyut kazandığını düşünür. Atatürk Millî Kurtuluş Savaşı biter bitmez hemen bir toplumsal devrim savaşına girişmiştir. Türkiye’nin çağdaşlaşması bu girişime dayanır. Batı karşısında yaşadığımız ikilemin çözümü de Atatürk’ün önderliğinde yapılan çağdaşlaşma girişi olan devrimlerde ortaya çıkmaktadır. Batı bir yönüyle çağdaş medeniyeti yaratmış, bir yönüyle de vahşi emperyalizme yönelmiştir. Kurtuluş Savaşında Batının tek dişi kalmış canavarıyla mücadele eden Türk milleti, Batıya arkasını dönerek kalkınamaz ve çağdaşlaşamazdı. Bunun için Atatürk “onunla savaşırken ona dönmek” ve “ona değişik gözle bakabilmek” maharetini göstermiştir. (Berkes, 2002: 105) Bu çerçevede olması gereken ne Batı peykçiliği, ne de Batı düşmanlığıdır.
Kaynak: TÜRK SOSYOLOGLARI, s. 79-81, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2915 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1872