Res gestae olarak tarih ve tarih felsefesi
Tarih sözcüğünün, çağımızda göndermede bulunduğu üç anlamdan söz edilebileceğini ve bu anlamlardan birinin de yaşanmış geçmişin tümü olarak tarih olduğunu yukarıda dile getirmiştik. Bu anlam, tarihe olduğu kadar tarih felsefesine de yüklenmiştir ve tarihe felsefenin gözüyle yaklaşmaktan anlaşılan şey, geçmişte kalmış olayların ne anlam ifade ettiğini sorgulamaktan başlayarak gitgide insanlığın tüm yaşanmış geçmişine -yani bir tür “dünya tarihi”ne- yönelmiş bir çalışma olmuştur (Özlem 2004, s. 13).
Bu çalışma giderek tüm insanlık tarihine yönelik bir öte/üst bakış edinmeye ve insanlık tarihinin bütününü kavramayı ve açıklamayı hedefleyen bir felsefe sistemi kurmaya, tüm insanlık tarihini de böyle bir felsefe sistemi üzerinden açıklamaya kadar uzanır (a.y.). Geçmişte kalan insan-toplum olaylarını bir bütün olarak ifade eden Latince terim res gestae, niteliklerini kısaca ifade ettiğimiz türden bir çalışmayı da içerir.
Tam da bu bakımdan, res gestae, aynı zamanda tarihin bir tür ontolojisinin yapılmakta olduğuna, yani, geçmişi bir bütün halinde kavramaya ve yorumlamaya yönelen tüm tarih ve tarih felsefesi çalışmalarının, aslında tarih ontolojisi olduğuna işaret etmektedir. Zaten 19. yüzyılda özellikle Alman İdealizmi’ni karakterize eden düşünürlerin tarih felsefesi çalışmaları, birer tarih metafiziği ya da ontolojisi niteliği taşımıştır.
Res gestae, Latince’de yapılmış işler/şeyler anlamında kullanılan bir tamlamadır. Bu tamlama, zamanla, geçmişte yapılmış tüm işlere göndermede bulunmak üzere kullanılmış ve bu kullanım, bizde ‘tarih’ sözcüğüyle karşılanan ‘historia’ sözcüğünün ilk anlamını oluşturmuştur.
Tarih ontolojisi ekseninde yapılan tarih ve felsefe çalışmaları, 20. yüzyıl başlarından bu yana her ne kadar tarihi bir bilim olarak görmeyi ve tarih felsefesini bilgi kuramının bir uzantısı, hatta bir tür bilim felsefesi ya da bilim felsefesinin bir uygulama alanı olarak kurmak isteyenler tarafından yoğun biçimde eleştirilse de bu yoğun ve çoğu kez haklı eleştirilerin tarihe ontolojik yaklaşmayı bütünüyle ortadan kaldırmadığı da görülür (a.y., s. 15). Bunun nedeni, Doğan Özlem’e göre, geçmişin ve geleceğin ne anlam ifade ettiğini sormanın ve bu soruların yanıtını aramanın insan için vazgeçilmezliğidir (a.y.). Zaten geleneksel tarih felsefesi çalışmalarının önemli çoğunluğu da insanda hiçbir zaman eksilmeyen bir merakı gidermeye, en genel ve basit ifade biçimiyle “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” sorularına yanıt vermeye yöneliktir.
Ne var ki, insanın kendi yaşamını anlamlı ve değerli kılma çabalarının bir ifadesi olan bu genel sorulara verilmesi denenmiş yanıtlar hem çok çeşitlidir hem de bu yanıtları dile getirmiş düşünürler arasında belirli bir uzlaşıdan söz etmek hemen hemen olanaksızdır. Tarihte var olduğu ileri sürülen ereklilik konusunda ortaya atılan savlar, bu söylediklerimize iyi bir örnek oluşturur. Kimi düşünürlere göre, 1. Tarihte bir ereklilik vardır, 2. Tarihteki ereğin ne olduğunu geçmişe bakarak saptayabiliriz ve 3. Bu sayede gelecek hakkında öndeyilerde (prediction) bulunabiliriz. Bu söylenenlere karşı çıkarak, tarihte sanılanın aksine ereklilik adına en küçük bir şeyin bile bulunmadığını ve bu yüzden gelecek hakkında söz söylemeye hakkımızın olmadığını söyleyen düşünürler de bulunur. Bir başka örnek de çizgisel ve döngüsel zaman anlayışlarını savunan düşünürler arasındaki karşıtlık üzerinden verilebilir. Kimi düşünürlere göre, tarih belirli bir ereğe doğru ilerleyen ve bir daha tekrarı gerçekleşmeyecek olaylardan örülü bir süreçtir, bu bakımdan da çizgisel olarak ilerler. Kimi düşünürlere göreyse, tarih belli dönemler hâlinde devinip duran döngüsel bir süreçtir-yani daha bilinen bir ifadeyle, “tarih tekerrürden ibarettir.”
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, insanın geçmişine ve kendi yaşamına ait böylesine derinlikli bir sorun, yalnızca filozoflar arasındaki anlaşmazlıklar gerekçe gösterilerek, insan düşüncesinden koparılamaz (a.y., s. 16). Fakat bu, tarihin genel anlamı, nereden gelip nereye gittiğimiz, geleceğin neler getirebileceği gibi soru ve sorunların kesin ve doyurucu yanıtlara kavuştuğu anlamına da gelmez. Bu durumda, “Tarihe felsefece yaklaşmanın biricik yolu ontolojik sorular mıdır?” sorusuna yanıt vermemiz gerekir-ki tarih felsefesindeki gelişmeler, böyle bir sorunun olumsuz yanıtlanması gerektiğini gösterir. Tarihi, geçmiş hakkında bilgi veren, dahası, sistemli, düzenli ve güvenilir bilgi veren bir çalışma alanı, hatta bilim olarak tanımladığımızda, ona yüklenen ikinci anlamla da karşılaşmış oluruz, yani historia rerum gestarumla. Şimdi ikinci anlamıyla tarihi anlamaya çalışalım.
Kaynak: TARİH FELSEFESİ I, s. 15-16, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2453 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1425