Pozitivist tarih kuramı
19. yüzyılda Pozitivizm olarak adlandırılan bir felsefe akımı da ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılda pozitivizme doğru genel bir eğilim de vardır ve pozitivizm ise “Orta Çağ’da felsefenin teolojinin hizmetinde bulunması gibi, doğa biliminin hizmetinde bulunan felsefe diye tanımlanabilir” (Collingwood 1996: 163). Bu görüşün tarih tasarımında hem Hegel ve Marx’da ortaya çıkan tarihin yasalı bir süreç ve bir ilerleme olarak görülmesi sonucu ilerlemenin belirli yasalara göre aşama aşama ortaya çıkan bir süreç olduğu anlayışı görülür; hem de 18. yüzyılda da görüldüğü gibi insanlığın ilerlemesine duyulan güven olarak bir ilerleme inancı görülür. Bu bağlamda Auguste Comte gibi pozitivist düşünürler hem Aydınlanmanın tini içinde hem de 19. yüzyılın tini içinde görülebilir. Pozitivist felsefenin en büyük ismi kuşkusuz Auguste Comte’dur. Saint-Simon ise Bir Cenovalıdan Çağdaşlarına Mektuplar adlı yapıtında ilerleme ile bilimin ve aklın gelişmesi arasında gördüğü ilişkiyi dile getirmiştir. Önce Saint-Simon ve sonra da Comte bilimlerin tarihi açısından “pozitif bilim çağına girilmiş olduğu” iddiasındadırlar. Bu da artık bilim çağının başladığı anlamına gelir (Akarsu 1979: 6).
Pozitivizm ya da olguculuk olarak bilinen düşünce akımı 19. yüzyılda ortaya çıkmış ve bu akımın temsilcileri, bilimlerin yalnızca olgular arasındaki yasa bağıntılarını keşfetmeleri gerektiğini ileri sürmüşlerdir.
Pozitivist ilerleme inancının arkasındaki en temel nedenlerden birisi bilimlerin gelişmesiyle aynı zamanda toplumsal ve siyasal alandaki bazı değişmelerin de ortaya çıkmaya başlamasıdır. Bilimlerdeki gelişmeler önce birer ilerleme olarak görülmüş, sonra da toplumsal alandaki gelişmelerin de bilimsel olarak düzenlenebileceği ve toplum bilimin de doğa bilimi model alınarak kurulabileceği inancıyla toplumsal alanda da bir ilerleme beklentisi olmuştur. Bilim ve aklın gelişmesiyle toplumsal alandaki gelişmeler arasında kurulan koşutluğun ve ilişkinin genel olarak nedeni budur. Ayrıca Pozitivist ilerleme anlayışında bir tarih tasarımı da vardır ve tarih bu tasarımda da ilerleyen bir süreç olarak ele alınır.
Bilim ve aklın gelişmesiyle insanlığın da ilerleyeceği inancı pozitivist düşüncenin karakteristiğidir. Bu bağlamda tarihi ilerleyen bir süreç olarak ele almışlardır.
Claud Henry comte De Saint-Simon’a göre bilimin gelişmesi ile insan aklının gelişmesi dolayısıyla insanlığın ilerlemesi arasında doğrudan bir ilişki vardır. Saint-Simon insanlığın ilerlemesinden de insanlığın refaha ve mutluluğa kavuşmasını anlar. Temel savı bilimlerin kaydettiği ilerlemeyle insanlığın da mutluluğa kavuşacağıdır. Marx tarafından ütopyacı sosyalizmin temsilcisi olarak görülen Saint-Simon toplumun mutluluğunu toplumbilimsel bir ülkü olarak belirler. O hem bilimlerin birliği ülküsünü savunmaktadır hem de bilimlerin pozitif dönem adı verilen döneme geçerek veya bilimlerin teolojik ve metafizik dönemlerinden kurtularak insanlığın gelişmesine yön vereceği düşüncesine inanmaktadır. Saint-Simon’a göre bilimin gelişmesi ile sanayinin gelişmesi, dolayısıyla insanlığın gelişmesi arasında bir bağlantı vardır. Saint-Simon’a göre bütün evren bütün görünümleriyle tek bir değişmez yasaya göre açıklanabilir olmalıdır. Bu tek genel yasa bilinirse doğa gibi toplum da bu yasaya göre düzenlenebilir. Bu da insanlığın ilerlemesini hızlandırarak insanlığın mutluluğu amacına hizmet eder.
Pozitivist ontoloji tarihsel varlık alanı ile doğal varlık alanı arasında bir ayrım yapmaz. Buna göre tek bir gerçeklik vardır, doğa ve tarih bu tek gerçekliğin iki ayrı görünümüdür. Bu yüzden tarih de doğa da bilimler tarafından aynı yönteme göre, bilimsel yönteme göre incelenmelidir.
Pozitivizm doğabiliminin yönteminin iki aşamalı bir süreç olduğunu düşünüyordu. İlki olguları belirleme, diğeri ise yasaları formüle etme. Bu anlayış yeni bir tarih yazımına, pozitivist tarih yazımı denilen bir tarih yazımına götürdü. Tarihçiler pozitivist yöntembilgisinin ilk aşamasının etkisinde 19. yüzyılda olguları belirlemek için çalışmalar yapmaya başladılar. Böylece tarihsel bilgi artmaya başladı. “Bu, gizli ve açık kayıtların dökümleri gibi, Latin kayıtları külliyatı, tarihsel metinlerin ve her türden kaynağın yeniden yayımlanmaları gibi, arkeolojik araştırmanın bütün malzemesi gibi, dikkatle elenmiş büyük malzeme yığınlarının derlenmesiyle tarihi zenginleştiren çağdı” (Collingwood 1996: 163).
Böylece evrensel tarih yazma anlayışı bir kenara bırakılarak yalnızca Hegel’in deneysel tarih dediği olguları belirleme anlayışı yeni bir eğilim hâline geldi. Tarihsel yazım bir monografi biçimini aldı. Fakat pozitivist bilim anlayışı sadece olguları derlemekten oluşmuyordu, aynı zamanda olgular arasındaki yasa bağıntılarını da keşfetmeyi içeriyordu. Bu yüzden de pozitivist felsefeciler tarihçilerin sadece olguları belirleme ve derleme çabalarını kendi bilim idealleri açısından eksik görüyorlardı. Çünkü pozitivist bilim anlayışına göre yasalar bulunmadan salt olguları belirleme bilimsel olarak düşünülemezdi (Collingwood 1996: 163). Önemli olan olguları açıklamaktı.
Böylece pozitivist varlık anlayışı tarihi doğaya indirgerken pozitivist bilim anlayışı da tarih bilimini doğa bilimine indirgemiştir. Doğa bilimindeki nesnelliği tarih bilimlerine de aktarmak amacı güden pozitivistler olguları toplamaya bu yüzden önem vermişlerdir. Olguları toplamak anlayışı ise basitçe şu varsayımdan hareket eder: Olgular nesneldir ve tarihçiler de tıpkı doğa bilimcileri gibi her türlü önyargıdan bağımsız olarak öncelikle olguları toplamaya, sonra da bunlar arasındaki ilişkileri kurmaya yönelmelidir. Bu yüzden pozitivizmin önde gelen düşünürü Auguste Comte olguları toplama işini tarih bilimine bırakırken bu olgular arasındaki ilişkileri kurma işinin, adına sosyoloji dediği yeni bir bilimin işi olması gerektiğini söyleyerek böyle bir bilimin kurulması gerektiğini söylemiştir.
Kaynak: TARİH FELSEFESİ II, s. 73-74, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2888 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1845