Felsefe hakkında her şey…

Platon’un İnsan Anlayışı, İnsana Bakışı

21.05.2020

Platon’un insan anlayışı, Phaidon ve Timaios diyaloglarında detaylı olarak ele alınır. Platon’un insan tasarımını anlamak için, evren ile ilgili görüşlerine bakılması yararlı olacaktır. Platon’a göre evrenin yapıcısı, evreni, değişmeyene, akıl ile kavranabilir olana göre yapıp şekil vermiştir.

Platon, Timaios adlı eserinde demiurgos‘un niteliklerini belirlerken, onun sadece basit bir “yaratma” etkinliği içinde olmadığını, aynı zamanda “güzel olan”a biçim kazandırdığını söyler. Güzel olan biçimlendiği anda o, aynı zamanda “iyi olan”dır da. Çünkü kendinde amacı “güzel olan”ı ortaya koymak olan etkinlik, doğal olarak içeriğindeki ilkenin belirlenimi gereği “olması geren”i de başka türlü söyleyecek olursak “iyi olan”ı da beraberinde taşıyacağından, demiurgos sırf estetik olanı değil, aynı zamanda etik olanı da yaratmaktadır.

Yaratan, Tanrı iyi olduğu için, her şeyin mümkün olduğu ölçüde iyi olmasını, kötü olmamasını istemiştir. Tanrı zekâsı olan evreni, bütün olarak yaratmıştır.

“… Tanrı dünyayı mümkün olduğu kadar kavranabilen varlıkların en güzeline ve her bakımdan en kusursuzuna benzetmek istediğinden, sözleri bakımından bütün canlı varlıkları içine alan, gözle görünür bir tek canlı varlık yaratmıştır.”

Ancak zekâsı olan bütünden, zekasız bütün çıkamayacağından, varlığı ruba bağlı olan zekayı ruha, ruhu da bedene yerleştirmiştir. Platon’da “yaratma” kelimesi yoktan var etme anlamında kullanılmamıştır. Demiurgos eldeki malzemeye biçim veren yapıcıdır.

“Demiurgos veya mimar, evrene, oluşa bir ruh ve zekâ (Phronesis) veren; insan ruhunu yapan bir anlamda oluş‘un içinde yer alan ne varsa hepsinin nedenidir. O, öyle bir kaynaktan beslenen bir akılsallıktır ki elindeki malzeme, sırf bu özelliğinden dolayı adeta ona teslim olur, ona güvenir ve onun gösterdiği oluş yoluna itirazsızcasına düşer.”

Platon evrenin oluşumunda dört ana öge belirler. Bunlar hava, su, toprak ve ateştir. Evrendeki dostluk, ahenk bu dört öge arasındaki orana bağlıdır. Timaios diyaloğunda tabiatın oluşumu, evrendeki hareketin nasıl gerçekleştiği ve insan vücudunun, ruhunun nelerden oluştuğu ve oluşum süreçleri ele alınır. Tanrı ölçüsüz olan, ateş, su, toprak, hava gibi cisimlere idealar ve sayılarla ayrı ayrı şekiller vererek, onları bu düzensizlikten kurtarır. Bunlar arasındaki etkileşim ve değişim temel ilkelere dayanır.

Değişmeyen, her zaman aynı kalan şey, ne kendisinde olduğu gibi değişmeyen türde değişiklik yaratabilir ne de onun tarafından. Her değişimde bir tür başka bir türe geçerken kendisinden daha kuvvetli olan karşısında çözülür. Ama kendisini yenen ögeye direnç göstermez ve onun şeklinde birleşmeye razı olursa sönmez, o zaman ateş hava, hava da su haline gelir. Değişim kendisini her şeyin yer değiştirmesinde de gösterir.

Hareketin olması için mutlaka hareket eden ve ettiren olmalıdır. Evrenin hareketi daire şeklinde olduğundan, doğal olarak hareket ettiği noktaya dönmek ister. Böylelikle de hiç boş yer kalmayacak biçimde tüm cisimleri birleştirmiş olur. Tıpkı ateşin, havanın bütün öteki cisimlere sızması gibi.

Cisimler sıkışırken kuvvetle, küçükler büyüklerin arasındaki boşluğa itilir. Bu cisimler kendilerine uygun yerleri almak için hareket ederken, hacim, boy v.s. değiştirirken uzaydaki yerleri de değişir. Bu değişikliklerin her biri farklı farklı adlandırılır. Mesela ateşin çıkmasına soğuma, çıkmadan sonra meydana gelen büzülmeye donma denmesi gibi.

Bu ilke ile toprak, ateş, su, hava, doğadaki oluşumları temellendirme Platon’da karşı-dam ilişkisi, diğer var olanlar gibi, insan anlayışında da görülür. Güzel – çirkin; adil – adil olmayan v.s. Bu karşıtlar arasında her zaman geçişler olabilir. Bu geçişler, oluşun birinden ötekine geçtiği zorunluluk tarzındaki geçişlerdir. Soğuma ile ısınma; hayat ile ölüm birbirinin karşıtı olduğundan, bunlar birbirinden der, birbirine dönerler. Hayattan ölüme gidilmekte, ölümden de hayat doğmaktadır. Yani var olan bütün canlı şeyler ölmüş şeylerden gelmektedir. “…yeniden yaşamak, ölülerden yaşayanlara giden bir doğuştur.” ölüm ile baş başa kalan, kendi içine dönen ruhun bir ebediliği vardır. Ruh bedene girdiğinde, onu canlı tutar.

Platon’da ruh ölümsüzdür, yok olmayandır. İnsanda ölen ruh olamaz, sadece ölmez olan ile ölüm yer değiştirir. Ruhun ölmezliği sadece yaşadığımız zamana ait değildir. Ruhun ölmezliği belli bir zaman dilimi için değil, öncesiz ve sonrasız zaman için de göz önünde bulundurulmalıdır. Platon’da bu düşünce bizi, ölü bedenlerin ruhlarının bir yerde bulunmaları gerektiğine, hayata da oradan döndüklerini kabul etmemize götürün İşte Hades’te iyi ruhlar iyi, kötü. ruhlar ise kötü bir talih ile karşı karşıya kalırlar.

“… ruhumuz doğmadan önce var olduğu doğru ise hayata kavuşmak ve tekrar doğmak için ancak ölümden doğabildiği gerekli ise sonradan hayata geri döneceği için ölümden sonra da var olabilmesi nasıl gerekli olmaz?”

Platon için ölümsüz olan ruh, bir ahenk değildir. Ruh, ahenk olarak kabul edilirse bozukluk nasıl değerlendirilir? İyi bir ruh akıllı ve erdemli ise kötü ruh tam tersi, akılsız ve bozuk olacaktır. Bozukluk bir ahenk yokluğu olacağından, ruba ahenk bütünlüğü dediğimiz anda, hiçbir ruhun bozuklukta payı olmaması gerekir.

“Çünkü, bir ahenk tam manasıyla ahenk denen şeyin kendisi ise ahenk yokluğu ile hiçbir zaman paydaş olmayacaktır…Ruh da büsbütün ruh olmakla, bozulduk.la paydaş olamaz…”

Bu da bizim, bütün canlı varlıkların ruhlarının iyi olduklarını kabul etmemize yol açar. Eğer ruh bir ahenk olsaydı, kendisini oluşturan ögelerini idare edemez, bedene söz geçiremezdi. Kendisini bedenin etki ve tutkularına bırakırdı. Ancak kendisini oluşturan bütünün ögelerine, tutkularına, öfkesine, korkularına karşı gelerek onları dize getirebilmektedir. Böylece kötülüklere, acılara, sıkıntılara katlanabilmektedir.

Platon’da ruh dünyaya defalarca geldiği için, bireyin öğrenmesinden değil ancak anımsamasından (anamnesis) bahsedebiliriz. Duyusal dünya bu hatırlama sürecinde, ideaların bilgisine ulaşmak için ancak bir basmak olabilir.

“İdeaların insanda, yani ruhun üzerinde bıraktığı izlerle dolu bir durumda bu dünyada bir bedenin içine sıkışan ve bu yüzden uğradığı bir travma sonucunda izlerin üstü örtülen, yani bildiklerini unutan insan, tamamen bir kopya olan bu dünyanın bilgisine ulaşabilmek için unuttuklarını hatırlamak zorundadır. Dolayısıyla ona göre unutmak hatırlamaktan (anamnesis) başka bir şey değildir. Hatırlamak… bir tür akılsal bilme etkinliğidir.”

Ruh dünyaya her gelişinde önceki bilgilerini unutmasaydı, dünyaya onları bilerek geldiğimiz gibi, yaşadığımız sürece de onları bilirdik. Yani ya kendinden güzellik, iyilik gibi hep aynı kalan, hiçbir şekilde değişikliğe uğramayan özlerin, gerçeklerin bilgisi ile doğmuş olurduk ya da dünyaya daha önce bildiklerimizi unutarak gelmiş olduğumuzdan, öğrendiklerimiz hatırlamaktan ibaret olurdu.

“…dünyaya gelmezden önce kazanmış olduğumuz bilgileri dünyaya gelirken unutursak, daha sonraları da duyuların yardımı ile önce bildiğimizi yeniden elde edersek, öğrenmek adını verdiğimiz şey, bizim olmuş olan bilgiyi yeniden elde etmek değil midir? Buna hatırlamak demekte haklı değil miyiz?”

Platon için önce bilinenler dünyaya gelmeden önce kazanılanlardır. “…ruhlarımız, insan şeklinde görülmeden önce tenlerden ayrılmış, düşünceye sahip olarak yine yaşıyorlar.”

Platon’da tekrar tekrar dünyaya gelen ruh, bedene hükmeder. Önce yaratılan sonra yaratılana hükmedeceğinden dolayı, ruh hükmedebilsin, beden de boyun eğebilsin diye öncelikle ruh yaratılmıştır. Ruh yaratılırken hem bölünmeyen, ayni kalan tözden, hem de bölünebilen tözden yararlanılmıştır. Ruhlar alın yazısına göre tenlere yerleştirilen, kuvvetli etkilenimler sonucunda haz, acı, sevgi, korku, kızgınlık gibi ihtiraslara sahip olabilmektedirler.

İhtiraslarına hakim olanlar doğru bir yaşam, onlara boyun eğenler, eğrilik içinde bir yaşam sürdürülen ihtiraslarına boyun eğmekle ruh, değişmez olana yönelmekten alıkonulur.

“Ruh en çok tanrılık olana, ölümlü olmayana, düşünülebilene, yalan olana, dağılmayana, her zaman aynı kafana benzer; ten de en çok insanlık olana, ölümlü olana, düşünülemeyene, çok şekilli olana, dağılana, asla kendisinin aynı kalana benzer.”

Ruh tenden yararlandığı oranda kendi içine kıvrılmaktan alıkonulur.

“… ruh bazen görme, işitme, yahut başka bir duyumun araya girmesiyle bir meseleyi incelemek üzere teni kullanır. Çünkü bir duyum yardımıyla bir şeyin incelenmesi tenin kullanılmasıdır. O zaman, ruh asla aynı kalmayan şeyden yana çekilip sürüklenir, değil mi? Kendinden sapıtır, altüst olur. Sanki sarhoşmuş gibi, başı döner, çünkü tabiat’ gereğince bu türlü durumdaki şeylerle ilişki halindedir.”

Platon için akılsal bir ruh olan insanın özgürlüğü; ruhun mümkün olduğu kadar gelip geçici olan bedenle, her türlü ilişkiden kaçınmasına bağlıdır. Böylelikle ruh korkularından, kötülükten kurtulabilir. Bedensel arzuların eline düşmeyip ölümden sonra bedenden tamamı ile kurtulup kendi içine dönebilir. Eğer ruh kötü olmaya devam ederse de ikinci doğuşunda kadın, tekrarlanan kötülüklerinde de yaşamı ile benzer olan hayvanın kalıbına girer. Tasarım bu şanssızlığının nedeni yine kendisidir. Çünkü tanrı, insanların gelecekte işleyecekleri kötülüklerden kendisini sorumlu tutmalarını engellemek için, iyi ile doğru yaşamanın yasalarını ruhlara tanıtmıştır. Böylece tanrı, insanlara eylemlerinin sorumluluğunu yüklemiştir. İnsanlara bağışlanan bu hayat, ancak bu yasalar doğrultusunda devam edip sona erdirilirse, tanrıların yanında bahtlı bir hayat sürdürüle bilinir.

Eğer ruh tutkularının etkisiyle bedenin etrafında pervane olursa, nesneleri ne ise öyle oldukları gibi değil, ancak tenin gösterdiği şekille bilebilir. Tutkulardan, korku ve acılardan kendisini uzak tutamaz. Platon için, beden hem fiziksel bakımı, hastalıkları, zorlukları, hem de arzu, tutku, kuruntuları ile ruhun gerçeğe ulaşmasına engel olan bir sis perdesi oluşturur. insan, bedenin kılavuzluğunda yaşadıkça paranın, malın, mülkün kölesi haline gelir.

Demek ki beden ile ruhun bir arada varlığını sürdürerek hakikate ulaşması mümkün değildir. Birinin varlığı ötekinin varlığını yadsır. Kısacası ruh bedenle beraber olduğu sürece, onun hiçbir şeyi arılığı içinde öğrenmesi mümkün olmayacaktır. Ruhun bedene ait olan tutkulardan kurtulması ancak felsefe ile gerçekleşebilir. Filozof için düşünsel zevkler bedensel zevklerden üstün olduğundan, ancak felsefe tutkuları yatıştırabilir; aldın kılavuzluğunu kabullenebilir.

Platon için ölüm, bilge ruhun bedenden kurtulup bilgiye, kendi özüne dönebilmesi ve özgürleşebilmesi demektir. Platon’u ölüm karşısında cesaretlendiren şey, ölümden sonra ruhun varlığını devam ettirdiği; bilge kişi. ölünce öbür dünyada onu en büyük nimetlerin beklediği düşüncesidir. “…onun için ölmek, bedenden ayrılmak, gideceği öteki dünyada yalnız ruh olarak yaşamaktır. İşte gerçek yaşam budur, diye düşünür.”

Ruh bedenden ayrıldıktan sonra kendi kendine var olmaya devam edecektir. İnsan ihtiraslarını dizginleyip doğru yaşayarak zamanım iyi kullanırsa mutlu bir hayat sürebilecektir. “…gerçek erdem bütün bu tutkulardan bir arınmadır ve ölçülülük, adalet, yüreklilik ve bilgeliğin kendisi bir arama vasıtasıdır.”27

Platon için erdemli olmak, hayat içinde gerçek bir bilgi edinmek oldukça zor ama imkansız değildir. Platon’da felsefeye gönül vermekle, ölümü arzu ile beklemek birbirine denk düşer. Ölüm ruhun bedenden ayrılması, bedenin kirliliğinden alınması, kendi kendine kalması anlamına geldiği için, filozof hakikati ancak ölümden sonra elde edebilir. Bilginin peşinde olan filozof, ona ancak Hades’te kavuşacağına inandığından seve seve ölüme gidecektir. Ancak Platon, hemen bu söyleminin yanına bir parantez açmayı da ihmal etmez.

Platon, “ölümü arzu ile bekleme asla bir intihar eylemine dönüşmemelidir” der. Çünkü insanlar, tanrılara aittir. “…tam bugün bana emrettiği gibi emretmedikçe insanın kendini öldürmeye hakkı olmadığım söylemek saçma değildir.”

Bedenin değil de aldın güdümünde olan filozof, düşünsel hazların peşine düşer. Filozof bedene mümkün olduğu kadar az değer verir, filozofun ruhu bedenden kurtulup kendisi ile baş başa kalmaya çalışır. Bedenin doğrudan duyular aracılığı ile bize aktardığı bütün bilgiler yüzeysel olmaya mahkûmdur. Ruh bedenle beraber olduğu sürece hakikate hiçbir zaman ulaşamaz.

“Fakat ruh dedi, kendisini ne işitme, ne görme duyusu, ne acı, ne haz, hiçbir şey bulandırmadığı zaman daha iyi düşünür; böylece kendi içine çekilerek teni uzaklaştım ve onunla her türlü ilişkiyi elden geldiği kadar keserek gerçeği kavramaya çalışır.”

Platon’da evrendeki değişimin, hareket ilkesinin insan için de geçerli olduğu görülür. Bedene etki eden her cisim belli duygulanımlara dönüşür. Harekete getirilen her organ bu etkiyi etrafına dağıtır. Bir parçası ötekine zincirleme olarak geçirir. Bu etki bilince ulaşıp, ona kendisini meydana getiren nesnenin niteliğini belli edene kadar sürer. Ancak ilgili organ bu etki karşısında kolay harekete geçmiyorsa, bu etkiyi diğer parçalara iletmez ve duyum gerçekleşmez . Bu ögeler tabiata aykırı olarak çok veya az olurlarsa, kendilerine ait yerlerden kendilerine ait olmayan yabancı yerlere geçerlerse, o zaman hastalıklar ortaya çıkar.

“…bir nesne ayni nesne ile aynı şekilde, gereken oranda birleştiği, yahut da ayrıldığı zaman kendi kendinin aynı kalarak sağlam ve sıhhatli kalabilir…”

Aksi taktirde çeşitli bozukluklara, hastalıklara yol açmış olur. İnsanda oluşan acı, değişikliğe uğrayan, aniden oluşan, tabiata aykırı, şiddetli bir etkidir. Haz ise aniden oluşan, doğal duruma dönüşen bir etkidir.

Haddinden fazla hazlarla acılar ruh için en tehlikeli hastalıklardır. Çünkü insan, aşırı haz veya acı durumunda zevke yönetmek ya da acıdan kurtulmak için anlamsız bir çabaya girer. İnsanın hazza yönelme ya da acıdan kurtulma çabası, şeyleri doğru işitmesini, onları oldukları gibi görmesini engelleyen bir çabadır. Böyle bir çaba insanın aklını başından alır. Bu durumdaki insan, hayatının çoğunu duyduğu aşırı hazlar ya da acılar yüzünden delilikle geçirir. Tutkulara bağımlı olan bu insanlar, vücutları kötü yaratıldığı ve kötü eğitildikleri için kötü olurlar.

Platon’a göre yaradılıştaki bozukluklar, çocukluktan itibaren bu bozukluğu düzeltebilecek bir eğitimle ortadan kaidırılmamışsa, kabahat aile ve öğretmenierde aranmalıdır. Platon için bilgelik ve oran üzerine kurulan evrende iyi olan her şey güzeldin Güzel de hiçbir zaman orantısız olamaz. Ruhla vücudun aran veya orantısızlığı, hastalığı ya da sıhhati oluşturur.

İnsan bedenine, evrendeki hareket ilkesine uygun olarak yerleştirilen baş, boyun, göğüs ve vücudun diğer bölümlerinden biri, kendi üstüne düşeni yerine getirmezse, insan zayıf düşer. İnsanda en etkili olan ruh türü başımızdadır. Tanrı böylece bütün vücudumuzu akıl ile göklere yükseltmiştir. Bu kısmı yani aklı ihmal edip kendini tutkularına bırakan kişinin bütün düşünceleri ölümlü olur. Ancak bilgeliğe kendisini adayan kişi ölümsüz olup, yüce şeyleri düşünme yetisini geliştirebilir. Böylelikle kendisi de ölümsüzlüğe erebilir.

Platon için maneviyatın yanı sıra fizyolojik bulgular da önemlidir. Kişi iyiyi bulmak istiyorsa, kendisine uygun olan gıdalarla beslenmesi gereklidir. “Eğer yanılma kişinin bedenine zarar vermesine neden oluyorsa, eğer bireyin upuygun olmayan idelerle eylemesi varlığını sürdürmesine ket vuruyorsa, bu bilinmeden yapılır. Öyle ise Spinoza görüşünde aha dışına düşmek, yanlış eylemlere girmek, bilerek yapılmaz. Burada Sokrates’in düşünceleriyle ya da Sokrates ile karşılaşmış gibiyiz. O da kötünün, olumsuzun bilgisizlikten geldiğini savunur. Doğru olanı bilen ister istemez doğru olanı isteyecek ve ona göre eyleyecektir…Sağlam bilgilere sahip olan hiç kimse kötülük yapamaz.”

Platon’da erdemli olmak için kişi isteklerde aşırı taşkınlığa düşmemeli, ölçülü davranmalı, maddi olana ilgisiz kalmalıdır. İşte bu yüzden, erdem en çok bedenden vazgeçen filozofa yakışır. Platon için bilgisizlik kötülüktür. Platon için doğru olanı bilen kişi onu ister, kötü eylemde bulunmaz.

Kaynak: Yüksek Lisans Tezi, Spinoza’da İnsan Anlayışı, Handan Aydın

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...