Uzaya gitmek iyi bir fikir miydi? Uzayı keşfetmek insanın değerini artırır mı, azaltır mı?
İlk uydunun uzaya fırlatılmasından altı yıl sonra, 1963 yılında, Encyclopaedia Britannica‘nın editörleri dönemin en seçkin beş düşünürüne bir soru yöneltti:
“İnsanoğlunun uzayı keşfetmesi insanın değerini artırır mı, azaltır mı?”
Soruya cevap vermesi istenen düşünürler şunlardı: filozof Hannah Arendt, yazar Aldous Huxley, teolog Paul Tillich, nükleer bilimci Harrison Brown ve tarihçi Herbert J. Muller.
İnsanoğlunun ilk uzay macerasının ardından, geçen yaklaşık altmış yıldan sonra, uzay yarışının gitgide ivme kazandığı günümüzde, ilk macera hakkındaki fikirleriyle bu 20. yüzyıl aydınlarından neler öğrenebiliriz?
Konu Başlıkları
Yaklaşık altmış sene sonra…
İlk uzay misyonundan bu yana birçok şey gerçekleşti. Uzay araçları Güneş sistemindeki gezegenlere, uydulara, kuyruklu yıldızlara ve asteroitlere iniş yaptı. 1977’de iki Voyager derin uzay sondası, yıldızlararası uzaya gönderildi.
Dünya’nın yörüngesine yerleştirilen uzay istasyonlarında sınırlı sayıda insan yaşamlarını sürdürüyor. İnsanlar yaklaşık 50 yıl aradan sonra, bu kez kalıcı bir üs kurmak ve güney kutbundaki derin buz göllerinde maden arama çalışmaları yapmak için Ay’a dönmeye hazırlanıyor.
1963 yılında Dünya’nın yörüngesinde seyreden sadece 57 yapay uydu varken bugün yaklaşık 10 bin yapay uydu var ve daha on binlercesi de uzaya gönderilmek üzere planlanıyor.
Bugün bu yapay uydular, günlük yaşamın bir parçası hâline gelmiş durumda. Günümüzde faydalandığımız hava tahminleri, tarımsal planlamalar, ulaşım, bankacılık, afet yönetimi gibi önemli uygulamalar ve daha fazlası bu uydulardan edindiğimiz verilere dayanıyor.
Cesur bir yeni dünya
Huxley, 1932 tarihli ütopik bilim kurgu romanı “Cesur Yeni Dünya” ve aynı zamanda deneysel psikolojik ilaçlar kullanmasıyla ünlüdür.
Huxley, uzayı fetheden bu “insanlar”ın kim olduğunu sorgulamış ve uzaya insanı temsilen araç gönderenlerin insan türü değil, Batılı kentsel-endüstriyel toplumun ta kendisi olduğunu belirtmiştir.
Onun bu fikri bugün de güncelliğini ve doğruluğunu koruyor. 1967 tarihli Outer Space Treaty (Dış Uzay Anlaşması) uzayın tüm insanlığın ortak alanı olduğunu belirtiyor; fakat uzay gerçekte birkaç zengin ülkenin ve çok zengin kişinin egemenliği altında.
Huxley, “değer” kavramının insanların diğer canlılardan özel ve farklı bir statüye sahip olduğunu gösterdiğini ifade etmiştir. Uzayın enginliği göz önüne alındığında, uzayın fethedilmesinden bahsetmek ona göre “biraz budalaca” olacaktır.
Tillich, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Nazi Almanya’sından kaçan bir teologdu. O verdiği yanıtta Dünya’yı dışarıdan görmenin gezegenimizi “mitolojiden arındırmamıza” imkân sağladığını anlatmıştır.
Astronotlara neredeyse mistik bir dehşet duygusu yükleyen “Overview Effect”in (kuş bakışı etkisi) yarattığı bilişsel durumun aksine, Tillich uzaydan bakışın Dünya’yı “incelenmesi ve tamamen hesaplanabilir olarak düşünülmesi gereken büyük bir maddi cisim” hâline getirdiğini savunmuştur.
1960’larda uzay araçları Ay yüzeyini görüntülemeye başladığında, Ay için de hesaplama süreci başlamış oldu. Şimdi, Ay’ın içerdiği kaynaklar insanların kullanımına yönelik emtia olarak değerlendiriliyor.
İnsan mı değişiyor, Dünya’nın algılanış biçimi mi?
Tillich gibi Hannah Arendt de 1933 yılında Nazizm’in gölgesi altında Almanya’yı terk etmiştir. Arendt’i ön plana çıkaran en önemli konular totaliter rejimler üzerine yaptığı çalışmalar ve “kötülüğün sıradanlığı” kavramını ortaya çıkarması olmuştur.
Onun konu hakkındaki cevabı bilim ile insani duygular arasındaki ilişkiyi irdeliyor. Yoğun ve karmaşık bir eser olması hasebiyle bu cevap her okunduğunda yazıda farklı bir şey bulmak mümkün. 1
20. yüzyılın başlarında Einstein’ın geliştirdiği özel görelilik kuramı ve kuantum fiziği bizlere duyularımızın kavrayabileceğinin çok ötesinde bir gerçekliğin olabileceğini gösterdi. Arendt böyle bir kozmosun “fethedilebileceğini” düşünmenin saçma olduğunu ifade ederek şöyle konuşmuştur:
“Bugünkü ‘uzayı fethetme’ kapasitemize, doğayı dünyanın dışındaki evrenin bir noktasından ele alma konusundaki yeni yetilerimiz sayesinde ulaştık.”
Yeni yermerkezcilik
İnsan ömrünün kısalığı ve ışık hızından daha hızlı hareket etmenin imkansızlığı, insanların Güneş sisteminin ötesine seyahat etmesinin pek mümkün olmadığı anlamına geliyor. Bu da uzaydaki mevcut ilerleyişimizin bir sınırı olduğunu gösteriyor.
Hannah Arendt’in görüşü insanoğlu bu sınıra ulaştığında ortaya çıkacak olan muhtemel yeni dünya anlayışının, dünyanın evrenin merkezi ve insanın da en yüce varlık olduğu şeklindeki yermerkezli ve antropomorfik anlayışına, eski anlamda olmasa da geri döneceği yönünde. İnsanlar böylece bir kez daha varoluşlarını anlamlandırmak için Dünya’ya geri dönecek ve yıldızları hayal etmeyi bırakacaklardır.
Bu yeni yermerkezcilik, büyük boyutlu yapay uyduların daha da büyümesiyle ortaya çıkacak çevresel bir sorunla daha da kötü bir hâle dönüşebilir. Öyle ki bu yapay mega uydular, yansıttıkları ışıkla gece gökyüzünün görüntüsünü karartabilir ve duyularımızı içinde bir toz zerresi bile olmadığımız büyük kozmostan koparabilir.
Uzak gelecek
Peki ya insanların galaksiye yayılması teknolojik olarak mümkün olsaydı ne olacaktı?
Arendt, insanlığı Dünya dışındaki bir konumdan değerlendirmenin, insan kültürünün ölçeğinin, insanların istatistiksel kalıplar olarak incelenen laboratuvar fareleri gibi olacağı noktaya indirgeyeceğini söylemiştir. Yeterince uzaktan bakıldığında, tüm insan kültürü “büyük ölçekli biyolojik bir süreçten” başka bir şey olarak görünmeyecektir.
Arendt’e göre bu, insanın değerini artıracak bir şey değildir:
“Uzayın fethi ve bunu mümkün kılan bilim, bu noktaya, yani insan kültürünü biyolojik bir süreç olarak görme noktasına tehlikeli bir şekilde yaklaşmıştır. Eğer bilim bu noktaya gerçekten ulaşabilirse bildiğimiz tüm standartlara göre insanoğlunun değeri sadece azalmakla kalmayacak, aynı zamanda ortadan kalkacaktır.”
Günümüzde uluslar Ay ve asteroit madenciliğiyle bu kaynakları sömürmek için yarışıyor. Bu konuda iş yapan özel şirketler ve uzay milyarderleri uzayda giderek daha fazla ilerlemenin aracı olarak lanse ediliyor. Ay’dan sonra “fetih” için sıradaki gezegen Mars. Uzun vadecilik olarak bilinen çağdaş hareket, insanların galaksileri dolduracak şekilde yayıldığı uzak bir gelecekte, varoluşsal risklere karşı bir sigorta görevi görmek üzere başka gezegenlerde yaşamayı öngörmektedir.
Ancak soru hâlâ geçerliğini koruyor. Uzay yolculuğu insanlıkla ilgili değer verdiğimiz şeyleri iyileştiriyor mu? Arendt ve diğerleri bu konuda ikna oluş gibi görünmüyorlar. Bize göre de gezegenler arası genişlemenin yaşandığı bu yeni çağda hangi insani değerlere öncelik vermeyi seçeceğimize bağlı olarak bu yanıt değişecektir.
Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Alice Gorman’ın “Was going to space a good idea?” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.
Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer YILDIRIM
KAYNAKÇA
- The New Atlantis, “The Conquest of Space and the Stature of Man”, Erişim: 28 Ocak 2024, https://www.thenewatlantis.com/publications/the-conquest-of-space-and-the-stature-of-man