Küresel Etik Nedir, Ne Demektir?
Yasin Ceylan “Global Etik” başlıklı çalışmasında, en güçlü görünen ve günümüzün egemen paradigması olduğu söylenebilecek küreselleşmenin bile etik bir temele dayanmadan uzun süre varlığını sürdüremeyeceğinin açık olduğunu savunur ve küresel etikten ne anlaşılacağı, küresel bir etiğin olanaklı olup olmadığı, ya da nasıl olanaklı olduğu sorularının önemini vurgular (Ceylan 2002, s. 123).
Böylelikle, Ceylan, küreselleşme taraftarlarının yerine getirmeleri gereken bir yükümlülüğe işaret etmiş olur. Küresel etik, Ceylan’a göre, dünyadaki tüm bireylerin eylemlerinde kendilerini tüm dünyadaki insanlığa karşı görevli ve sorumlu görmesini, insan eylemlerinin ulus, kavim ve aile sınırlarını aşmasını ilke edinen bir etik anlayıştır (a.y.).
İnsanın sıfırlanan değerinin yeniden hatırlanması için belki de her bireyin tüm dünya insanlığına karşı ödev ve sorumluluğunu temel alan yeni bir etik anlayış gerekmektedir. Yasin Ceylan bu tür bir etik anlayış için global etik terimini kullanır.
Paradigma, 20. yüzyılda daha çok Amerikalı bilim felsefecisi Thomas Kuhn’un (1922-1996) kullandığı bir terim olarak “model/kavramsal çerçeve”, bilimcilerin bilim yapma etkinliği sırasında yolunu çizen bir rehber, ya da belirli bir dönemde bilimcilerin benimsedikleri “zihniyet” anlamlarına gelir.
Küreselleşmenin ilkelerini göz önünde tutarak, küresel etiği şu şekilde temellendirebiliriz:
“…Eylemlerimizin etkileri, yakın çevre ve ulus sınırlarını aşıp başka ülkelerdeki insanları ilgilendiriyorsa, bu durum, yakın çevre ve ülke sınırlarının ötesinde tüm insanlığın mutluluğunu hesaba katan evrensel bir etik anlayışını gerektirir” (a.y., s. 124).
Ahlak kurallarını evrensel değerler biçimine sokmanın temel koşulu, böyle bir çabanın din ve inançlardan bağımsız olarak sergilenmesidir. Dinlerin dogmaları da, ahlâk alanından çekilerek eylemle ilgisi olmayan bir metafizik alana kaymalı ve o alanda kalmalıdır (a.y., s. 126). Küresel etiğin neliği ve neyi içerdiği sorularından sonra, nasıl olanaklı olduğu sorusu da önemlidir.
Ceylan’a göre, küresel etiği olanaklı kılacak olması gerekenler şöyle sıralanabilir:
1. İnsan aklının bağımsız biçimde ortaya koyduğu değerler, dünya insanlarının tümünün mutluluğu adına sorgulamadan geçmelidir.
2. Dinlerin- özellikle de Hıristiyanlık ve Müslümanlık gibi dünya geneline yayılmış dinlerin dogmalarına bağlanmış insanların, dogmalara bağlı olarak dışlayıp ötekileştirdikleri- hatta “tehlikeli” ve “düşman” diye niteledikleri insanlara kapı açmaları ve kendi dogmalarıyla şüpheci bir hesaplaşmaya girişerek “mutlak” gördüğü doğruların çözülmesinin koşullarını hazırlamaları gerekir- yani öncelikle insanların birbirine bakış açısı değişmelidir (a.y., s. 124, 126).
3. Ulusal çıkar, dindaşını ya da soydaşını koruma, medeni-medeni olmayan, zengin-yoksul, bizden-öteki/bizden olmayan gibi ayrımları ortadan kaldırmak gereklidir; çünkü bu ayrımları korumak, insan haklarının ve insanca muamelenin eşitsiz dağılımını da korumak olacağından, “çifte standart” diye de adlandırılabilecek bencil davranış kalıplarının sona ermesi ve bu davranış kalıplarının yerlerini yardımlaşmaya, dayanışmaya diğer-kâmlığa bırakması zorlaşacaktır (a.y., s. 127).
Küresel etiğin temelinde, Kant’ın “Her defasında insanlığa, kendi kişinde olduğu kadar başka herkesin kişisinde de, sırf araç olarak değil, aynı zamanda amaç olarak davranacak biçimde eylemde bulun.” biçiminde dile getirdiği Pratik Buyruk’un (der Praktische Imperativ) etkisi olduğu söylenebilir.
Küresel etik, Kant’ın 1780’li yıllarda kaleme aldığı Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Düşüncesi ve Ebedî Barışa Doğru: Felsefî Bir Taslak başlıklı yazılarında dile getirdiği ve 19. yüzyılı bir “tarih yüzyılı” haline getiren Kantsonrası Alman İdealistleri’nin insanlara lâyık gördükleri tabloyla da uyumludur. Ayrıca böyle bir etik anlayışı, insanın unutulan yüzünün ve gerçek değerinin yeniden hatırlanmasına da katkıda bulunacak, Aydınlanma düşüncesinin vurguladığı üç siyasi idealden biri olan kardeşliğin de gerçekleşebilmesi için zemin hazırlayacaktır. Böyle bir insanlık toplumunun gerçekleşeceğine yönelik inancını Kant, şu sözlerle dile getirmiştir:
“İnsan türü için en büyük sorun, evrensel adalet yaptırımını uygulayacak bir yurttaşlar toplumuna ulaşmaktır; doğa insan türünü bu sorunun çözümüne doğru zorlamaktadır… Bu sorun, insan türünün çözeceği hem en güç hem de en son sorundur” (Kant 2006, s. 36-37).
Kant’ın bu öngörüsünü ya da kehanetini gerçekleştirmek için uygun koşulları ancak küreselleşmiş bir etik anlayışı yaratabilir. Bu etik anlayışı, küreselleşmeyi meydana getiren Batı’nın dünya çapında izlemesi gereken siyasetin ilkelerini de belirleyecektir. Fakat böyle bir etik anlayışının oluştuğundan söz edebilir miyiz? Böyle bir soruya olumlu yanıt vermek, günümüz açısından çok güç olsa da, bunun insan için bir olanak olduğunu görmemiz ve insanın-kişinin en vazgeçilmez değer olduğu vurgusunu siyasi söylemimizin merkezine yerleştirmemiz, felsefeciler olarak üstlenmemiz gereken sorumluluklardır. Kısacası ulus-devleti ve küreselleşmeyi günümüzde felsefî açıdan değerlendirmenin yolu, insan haklarını ve insanın değerini temel almaktan geçmektedir.