Felsefe hakkında her şey…

İslam felsefesinin evren kavrayışı

02.11.2022
598

Evren kavrayışı denildiğinde, insanın yaratılışını, yaşadığı ortamın düzenlenişini, bu dünyaya gelmesindeki amacı/amaçları, bu dünyada nasıl yaşaması gerektiğini ve öldükten sonra gideceği varsayılan yerin özelliklerini belirlemeyi amaçlayan bir düşünce ürünü anlaşılır (Bıçak 2004, s.31).

Temelinde din olan medeniyetlerde evren kavrayışının ilkelerinin Tanrı, peygamber ve kutsal kitap tarafından belirlendiği tezi doğrultusunda (a.y.), aşağıda İslâm inanç sistemindeki evren kavrayışının dayandığı ilkeler üzerinde durulmakta, bu bağlamda Allah, kâinât ve insan kısaca incelenmektedir. Izutsu’ya göre, İslâm’ın gelişiyle, varlıklar arasında yeni bir ilişkinin kurulduğu ve kavramların yüklendikleri anlamlarla birlikte birbirleriyle tamamen farklı ilişkilendirildiği yeni bir sistem-yani yepyeni bir evren kavrayışı-ortaya çıkmıştır (Izutsu 1975, s.18).

Toshihiko Izutsu, İslam’ın gelişiyle, varlıklar arasında yeni bir ilişkinin kurulduğu ve kavramların yüklendikleri anlamlarla birlikte birbirleriyle tamamen farklı ilişkilendirildiği yeni bir sistemin, yani yepyeni bir evren kavrayışının ortaya çıktığını savunur.

İslâm’ın evren kavrayışında Allah, en genel anlatımıyla, bütün evreni yarattığına, var olmak için başka bir varlığa gereksinmediğine, zaman ve mekânın dışında olduğuna ve değişmediğine, mükemmel-kusursuz olma özelliğini taşıyan tek varlık olduğuna inanılan (ya da inanılması gereken) güçtür. Bu evren kavrayışında, Allah, insanın bir parçası olduğu kâinatın nasıl yaratıldığının açıklanması için de tek doğru kaynaktır. Yalnızca Allah’ın yaratıcı olduğu-yani yoktan var etme gücü bulunduğu, Allah dışındaki her şeyin yaratılmış (mahlûk) olduğu ve Allah’ın yarattığı her şeyin onun emrine boyun eğdiği varsayımları, İslâm evren kavrayışının temellerini oluşturur.

İslam evren kavrayışının temelinde, 1. Yalnızca Allah’ın yaratıcı olduğu-yani yoktan var etme gücü bulunduğu, 2. Allah dışındaki her şeyin yaratılmış olduğu ve 3. Allah’ın yarattığı her şeyin onun emrine boyun eğdiği varsayımları yer alır.

Evren kavrayışı çerçevesinde insana ilişkin soruların yanıtlanması, Kur’an dışında, bazı din bilginleri ve filozoflar tarafından da üstlenilmiştir. Sözgelimi, Farabi’ye göre, insandaki nihai mükemmellik mutluluktur (Farabi 1997, s. 90). Toplumlar da insanları mutluluğa ulaştırma bakımından mükemmeldirler ya da mükemmellikten uzaktırlar: insanları mutluluğa ulaşmak için birbirine yardım eden toplum mükemmel toplumdur, böyle bir toplumu oluşturmayı amaçlayan şehir de erdemli, mükemmel bir şehirdir (el-medîne al-fâdhılâ) (Fârâbî 1997, s. 100-101).

İlgili konu: Ütopyalar: Farabi’nin “Erdemli Şehir (El Medinetü’l Fazıla)” Ütopyası

Bu durumda, Fârâbî için insanın varoluş amacının, hem bu dünyada, hem de ahirette mutlu olmak olduğu söylenebilir. Kısacası, Fârâbî düşüncesinde insanın amacı daha çok ahlâkî ve siyasi bir bakış açısından değerlendirilmiştir. İbn Sina ise insanın varoluş amacına ilişkin daha çok metafizik nitelikli ve Allah-insan ilişkisine göndermede bulunan bir açıklamayı tercih etmiştir: İbn Sînâ, Ruh Kasidesi adlı yapıtında, insanın bu dünyaya gelişini, yaratılış öğretisini ve kutsal kitaplara da geçen bazı efsaneleri kendi felsefi görüşü doğrultusunda yorumlayarak açıklamaya çalışmıştır. İbn Sînâ, insan bedenine hayat vermek ve onu yönetmek üzere ait olduğu kutsal âlemden dünyaya inen ve -kendi ifadesiyle- “ten kafesine konuk olan” ruhun, akıl gözüyle bakanlara göre varlığı apaçık, duyularıyla algılamakta ısrar edenler içinse bir sır olduğunu ifade etmiştir (İbn Sînâ 2003, s.325-326). Gazzâlî’ye göre de insan bu dünyada kalıcı değildir; bu yüzden gerek duyduğundan fazlasını istememeli, kazancını hak yolda harcayarak dünyadaki yaşamını dini için araç kılmalıdır (Gazzâlî 2004, s. 46). Bu biçimde yaşayan insan için sonsuz hayatta mutluluk, gereksiniminden fazlasını elde etmekten ve çokça mal-mülk edinmekten uzak durmayan içinse sonsuz azap söz konusudur (a.y.).

Bu dünyadaki mutluluk, eski bilgelerin öğretilerinde, Eski Yunan’dan Platon’un Devlet’inde, Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik’inde ve Politika’sında gösterdikleri yollara benzer yollardan gidilerek, akıl, bilgelik ve bunlar üzerinde temellenen bir yönetimle sağlanabilir.

Kaynağı Allah’a dayandırılan ilkelerin etkisi İslâm toplum yaşamında öylesine büyük olmuştur ki, adaletle yönetme vaadiyle ortaya çıkan her devlet örgütü kendisine temel olarak dini seçmiş, zamanla din ve devlet birbirinden beslenen ve birbirini besleyen iki büyük kurum olarak insanlık tarihinde de izler bırakmışlardır. İnsanın eylemlerini belirleyeceği ahlâkî çerçeveyi çizen İslâm dininde-tüm insanların örnek alabilecekleri bir model olarak-Peygamber, önemli bir yere sahiptir. Şimdi, Peygamber’in ahlâklı toplumun oluşumundaki etkisini, İslâm’daki toplum ve siyaset anlayışı kapsamında daha açık biçimde göreceğiz.

Kaynak: TARİH FELSEFESİ I, s. 54-56, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2453 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1425

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...