İnanç ve Şüphe İlişkisi
İnanmak ne demektir? Şüphe etmek ne demektir?
İlişkili de olsalar inanmak ve şüphe etmek edimleri arasında farklar bulunduğu ortadadır. Bu farklar nelerdir? Peirce bu konu üzerinde durmuş ve şu farklılıkları tespit etmiştir. Öncelikle, inanmakla şüphe etmek esnasında yaşanılan duygu farklıdır. İkinci olarak, genellikle şüphe etmekten kaçınmamıza ya da şüpheden kurtulmaya çalışmamıza rağmen bir inanca sahip olmaktan dolayı bir rahatsızlık duymayız; ta ki bu inancımızı sarsan bir şeyle karşılaşıncaya dek. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, inanmak ya da inanç oluşturmak bir alışkanlık iken şüphe etmek böyle bir alışkanlığın olmaması ya da kesintiye uğraması durumuna karşılık gelir.
Şimdi bir inanç örneği alalım ve bu örnek üzerinden tartışmamızı sürdürelim. Örneğin, dünyanın güneşin etrafında dönen bir gezegen olduğuna inandığınızı varsayalım. Bu inanca uzun bir zaman önce varmış olabilirsiniz. Bu konuda elinizde kolaylıkla ortaya koyabileceğiniz deliller de olmayabilir ki biraz düşünürseniz bunu inanmayan birine kanıtlamanın o kadar da kolay olmadığını görürsünüz. Böyle bir inanca sahip olmak neleri gerektirir? Peirce’a göre bu, geçici bir bilinç durumu değildir (“What Pragmatism Is”, s.279). Böyle bir inanca sahip olmak, sizi belli bazı şartlar altında, belli bazı davranışları sergilemeye hazır ya da yatkın hale getirir. Örneğin, birisi size “İyi ki evrenin merkezinde dünya var, her şey bizim etrafımızda dönüyor?” derse, buna karşı çıkar ve kendi fikrinizin farklı olduğunu söylersiniz. Kardeşiniz, yeğeniniz, çocuğunuz, bir okul projesinde güneşi merkezde, gezegenleri onun etrafında gösteren bir maket yapsa, bu maketin çok güzel olduğunu ve kendisinin astronomi bilgisinin artmakta olduğunu görmekten memnun olduğunuzu söylersiniz. Dolayısıyla, dünyanın güneşin etrafında döndüğüne inanmak, belli davranışları sergilemeye eğilimli olmak demektir. Bu, tüm diğer inançlar için de geçerlidir. Suyun altında ateş yakınca suyun kaynayacağına, çünkü ısı ile suyun kaynaması arasında bir neden – etki bağıntısı olduğuna inanırsınız. Belli bir süre kaynayan suyun tamamen buharlaşacağına inanırsınız. Su biterse ve ateş yanmaya devam ederse çaydanlığın zarar göreceğine inanırsınız. Tüm bu inançlarınız, sizi belli bazı eylemlere eğilimli kılar. Kaynayan suyun üzerine elinizi uzatmazsınız. Çaydanlıktaki su bitmek üzereyse çaydanlığa su ilave eder ya da ateşi söndürürsünüz. Bu anlamda, inanmak, bir alışkanlığa sahip olmak demektir. Bu alışkanlıklar, yaptığınız belli eylemlerin belli amaçlara hizmet edeceğini bekleyerek bu dünyada güvenle hareket etmenizi sağlar.
Buna karşılık şüphe etmek, bir belirsizlik durumuna işaret eder. Belirsizlik, belli bir durumda hangi davranışı sergileyeceğinizi tam olarak bilememeniz anlamına gelir. Bu nedenle, şüpheden kurtulmaya çalışırız. Peirce şüpheden kurtulma ve inancın o tatmin edici rahatlığına ulaşma sürecini soruşturma (İng. inquiry) olarak adlandırır. Daha önce de vurguladığımız gibi, bizi şüpheden arındırıp inançlarımızı sabit kılmak konusunda uzun vadede güvenebileceğimiz tek yöntem, bilimsel soruşturma yöntemidir.
Peirce soruşturmanın üç özsel özelliğinden söz eder: bir uyaran; bir amaç ya da sonuç; bir de yöntem. Şu ana kadar söylediklerimizden hareketle, Peirce’ın bu üç unsurdan neyi anladığını çıkarmak zor değildir. Soruşturmanın uyaranı şüphe; amacı kanaatlerin bir karara bağlanması; yöntem ise bilimin ta kendisidir.
Öncelikle, Peirce’ın uyaran olarak şüphe hakkındaki düşüncelerini anlamaya çalışalım. Peirce, Descartes’ın sergilediği gibi köktenci bir biçimde her şeyden şüphe etme yöntemine karşıdır. Peirce’a göre bu tarz bir şüphe, felsefecilerin şüpheleniyormuş gibi yapmalarından ibarettir. Bilimsel sorgulama söz konusu olduğunda ise karşımızda gerçeğin ve yaşananın içinden çıkan bir şüphe söz konusudur. Peirce’ın Descartesçı bir şüphe anlayışına neden karşı olduğunu anlamak son derece kolaydır. Peirce’ın inanmak ile neyi kastettiğini hatırlayalım. İnanmak belli bazı alışkanlıklara sahip olmaktır. Birisinin (bir felsefeci)’nin “Ben sorgulamalarıma her şeyden şüphe ederek başlıyorum” demesi ne ölçüde samimi olabilir? Çünkü bu kişi hâlihazırda yenilebilir olduğuna inandığı şeyleri yemekten, karşı tarafın anlayacağına inandığı türde cümleler kurmaktan, bir kâğıt üzerine belli bir şekilde bastırıldığında anlaşılır izler bırakacağına inandığı biçimde bir kalemi tutmaktan vazgeçmekte midir? Peirce’a göre böyle bir durum söz konusu olamaz. Öyleyse, her şeyden şüphe ederek bir soruşturmaya başlamak diye bir şey söz konusu olamaz.
Öte yandan, bizim gerçek şüphelerimiz olabilir. Söz konusu gerçek şüpheler, bir belirsizlik durumu yaratan ve nasıl davranmamız gerektiğini bilemememize yol açan şüphelerdir. Descartes gibi felsefecilerin şüphe yöntemini uygulayarak başarmaya çalıştıkları, bilimsel araştırmalara tam bir kesinlikle başlamaktır. Oysa Peirce’a göre, böylesi bir tam kesinliğe zaten ihtiyacımız bulunmamaktadır. Yapmamız gereken, sahip olduğumuz inançlarla işe başlamak ve gerçek şüpheleri gidermek üzere yola koyulmaktır. Zaman içerisinde inançlarımızı iyileştirmek ve gerçek şüphelerden arındırmaya çalışmaktır. İnançlarımız bizim için iş gördükleri sürece onları sorgulamak için de bir sebebimiz yok demektir. Bu nokta, Peirce’ın düşünsel konumunun neden “pratik” sıfatını taşıdığını göstermek bakımından önemlidir.
Ancak, burada durup bir noktayı daha ayrıntılı düşünmeliyiz. Peirce’ın yaklaşımına göre sorgulamanın amacı kanaatleri bir karara bağlamak ve sabitleştirmektir. Doğruluğa ulaşmak değil. Bu itibarla pekâlâ yanlış bir inançta da karar kılabiliriz. Bu Peirce için bir sorun değil midir?
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı