İlişkilerde Karşılıklı Anlama
Schutz’un fenomenolojik sosyolojisine göre insanlar, gündelik yaşam dünyasında diğer insanları anlayarak ve onlar tarafından anlaşılarak, yani diğer insanlara bağlı bir şekilde yaşarlar, bu nedenle de bu dünya özneler arası bir dünyadır.
Schutz, insanların etrafındaki bu birbiriyle ilişkili anlam çerçevesinin, yani bireylerin içinde yaşadıkları bu toplumsal dünyanın “biz” ilişkilerinden “onlar” ilişkilerine doğru genişleyen bir ilişkiler ağından oluştuğunu belirtmektedir (Schutz ve Parsons, 1978:135).
“Biz” ilişkisi gündelik yaşamın temel yapısını oluşturan, kişisel, tekil, insanların birbirlerinin varlıklarının farkında olduğunu bilmelerini gerektiren ve karşılıklı olarak birbirlerine yöneldikleri bir ilişkidir (Schutz ve Parsons, 1978:135) ve bütün diğer ilişkiler biz ilişkisine bağlıdır.
Bununla birlikte, bireylerin karşılıklı olarak birbirlerini en yüksek düzeyde anladıkları yönelim, “sen” yönelimidir. “Sen” yönelimi, ilişkideki her iki tarafın da karşılıklı olarak ilişkiye dahil olmak, karşısındakinin öznel duygu ve düşüncelerini anlamak ve paylaşmak istediği yüz yüze ilişkilerdir ve bu ilişki, birçok açıdan Cooley’in birincil ilişkiler olarak tanımladığı ilişkilere benzer (Johnson, 2008:143).
Bununla birlikte, daha önce de değindiğimiz gibi, en yakın “biz” ilişkisinde ya da insanların karşılarındakilerin duygu veya düşüncelerini bazen konuşmadan, birbirlerinin yüz ifadelerinden bile anlayabildikleri ‘sen’ yöneliminde bile insanların bilinç akışları birbirinden farklı olduğu için öznel anlamın tamamen anlaşılması mümkün değildir.
Örneğin en yakın arkadaşımıza o gün başımıza gelenleri anlatırken, bizim anlatırken yaşadığımız deneyimle arkadaşımızın dinlerken yaşadığı deneyim birbirinden farklıdır, bununla birlikte bu sınırlılığa rağmen karşılıklı anlamanın en yüksek düzeyde gerçekleştiği ilişki ‘biz’ ilişkisi, özellikle de “sen” yönelimidir. Ancak biz ilişkisinin yüz yüze değil de telefon, mektup, elektronik posta gibi araçlarla kurulması durumunda yüz yüze karşılaşmanın yakınlığının aynen sağlanamayacağı da belirtilmektedir (Johnson, 2008:143).
“Biz” ilişkisi, dünyanın “benim” olmaktan çok “bizim” olduğu düşüncesini gösterdiği, Schutz’un yaşam dünyasında anlamların paylaşıldığını vurguladığı için önemli bir ilişkidir (Swingewood, 1998:317).
“Onlar” ilişkisi ise daha az kişisel, anonim sayılabilecek, bireylerin birbirlerine karşı yönelimlerinin daha sınırlı olduğu ikincil ilişkilerdir. Onlar ilişkisinde de insanlar bir arada olabilirler, ancak birbirleriyle özgün insanlar olarak ilişki kurmaz, toplumsal rollerinin gerektirdiği şekilde daha kısıtlı bir ilişki kurarlar. Bir bankaya gittiğimizde bankoda oturan ve işlemimizi yapmak için bize yardımcı olacak olan bankacıyla kurduğumuz ilişki, onlar ilişkisine verilebilecek bir örnektir. Bu ilişkide karşımızdaki bireyle sözlü iletişimimiz de,göz temasımız da en düşük düzeydedir, uygun sayılacak sınırlar dahilindedir (Johnson, 2008:144).
Diyelim şehirler arası yolculuk yapmak üzere bir otobüse bindik, ya da çeşitli malzemeler almak için bir kırtasiyeye girdik. Bu insanlarla fiziksel olarak bir süreliğine birlikte olsak da otobüste bize kahve sunan servis elemanının ya da kırtasiyedeki satıcının öznel duygu ve deneyimlerini anlama ihtiyacını ne dereceye kadar hissederiz? Bu ihtiyacı çok fazla hissetmeyiz, çünkü bu kişilerle kurduğumuz ilişkiler bizim ve onların özgün kişilikleri üzerinden değil, o sıradaki rolümüz, yani servis elemanı-yolcu, satıcı-müşteri rolleri üzerinden kurulan bir ilişkidir, dolayısıyla bu ilişkiler “biz” ilişkileri değil, “onlar” ilişkileridir.
Biz ve onlar ilişkileri, sabit ilişki tipleri ya da sabit yapılar değildir bir “onlar” ilişkisi “biz” ilişkisine ya da “biz” ilişkisi “onlar” ilişkisine dönüşebilir (Johnson, 2008:144). Örneğin evli bir çift, biz ilişkisine sahiptir, ancak boşandıklarında onlar ilişkisine sahip olacaklardır. Benzer şekilde iki yakın arkadaş, biz ilişkisine sahipken başka kentlere taşınırlarsa biz ilişkisini sürdüremeyeceklerdir. Aksine, örneğin “onlar” ilişkisi içinde olan, yani birbirleriyle sadece toplumsal rolleri üzerinden etkileşim kuran insanlar da zamanla biz ilişkisi kurabilirler.
“Onlar” ilişkisi, bilgi edinme açısından önemlidir. Biz ilişkisinde bireyler birbirlerini onlar ilişkisine oranla daha fazla anlasalar da bu anlama, özgün kişilikler üzerinden girilen etkileşimlerle gerçekleştiği için toplumsal dünyaya genellenebilir nitelikte değildir (Johnson, 2008:144). Ancak, örneğin bankacılar, doktorlar, öğretmenler, öğrenciler, satıcılar gibi toplumsal roller üzerinden girilen etkileşimlerde, yani kurulan onlar ilişkilerinde öğrendiklerimiz, bize bu kişilerin özgün kişilikleri değil, rolleri hakkında bilgi sağlar. Böylece daha sonra benzer rollere sahip olanlarla gireceğimiz ilişkilerde belirli durumlarda karşımızdakinin nasıl davranacağı hakkında tahmin yürütebiliriz. Onlar ilişkisinin bir diğer önemi, toplumda bizimle aynı dönemde yaşayanlarla olduğu kadar bizden önce yaşamış olan öncüllerimiz ve bizden sonra yaşayacak olan ardıllarımızla kurduğumuz ilişki olmasıdır. Schutz’a göre toplumsal dünya homojen değildir, çok biçimlidir ve bizim doğrudan deneyimlediğimiz toplumsal gerçekliğin ötesinde, çağdaşımız olan bireyler kadar öncüllerimizi ve ardıllarımızı da kapsar (Schutz, 1967:139- 150). Diğer bir deyişle toplumsal dünyaya yönelik öznel farkındalığımız sadece aynı zamanda yaşadığımız insanları değil, bizden önceki ve sonraki nesilleri de kapsar, bu açıdan bu “diğerleri”, yani “onlar”, özneler-arası dünyanın ve öznelerarası anlamanın parçasıdırlar.
Peki bizden önceki ve sonraki nesillere ait olan, kişisel olarak tanımadığımız bu insanların farkına nasıl varırız, onları nasıl anlarız? Geçmiş nesillerin üyeleri, yani öncüllerimiz hakkındaki bilgimizi ailemizden dinlediğimiz hikayelerden öğrenebiliriz, ayrıca kitaplar, müzeler gibi kültürü sonraki nesillere aktaran çeşitli araçlar aracılığıyla hakkında bilgi sahibi olduğumuz tarihî kişiler de vardır. Örneğin hepimiz Fatih Sultan Mehmet, Mimar Sinan, Atatürk, Hasan Tahsin gibi belirli tarihî kişilerin veya Kurtuluş Savaşı kahramanları, geçmişteki yerel liderler, yazarlar, eski başbakanlar ya da cumhurbaşkanları gibi tarihsel ideal tiplerin farkındayızdır. Bu ideal tipler hakkında bilgi edindiğimiz kültürel ürünler, belirli bir anlamı sembolize ederler ve biz de geçmişte yaşayan bu kişilerin öznel bilinç akışlarına giremediğimiz için onları tam olarak anlamasak bile, onlara dair bilgileri ileten bu kültürel ürünlerin sembolize ettiği anlamı anlayabiliriz (Johnson, 2008:146).
Geçmişte yaşamış olan öncüllerimizin, yani atalarımızın dünyası hakkında bilgi edinmek, ardıllarımızın, yani bizden sonra yaşayacak olanların dünyaları hakkında bilgi edinmekten daha kolaydır. Schutz, gelecek dünyasının geçmişin aksine henüz belirlenmemiş, bilinmez bir dünya olduğunu ve “bizim görüşümüzün ötesindeki bilinmeyen ihtimaller nedeniyle gelecek nesillerin bize henüz gerçekleştirilmemiş, belki de sınırsız potansiyeller alanı gibi” göründüğünü belirtir (Schutz, 1967:214). Bununla birlikte örneğin gelecek nesiller kuraklık yaşamasın diye su kaynaklarını duyarlı kullanmamız ya da biz hayatta olmayacak olsak da sonraki nesillerin rahat yaşamaları için ekonomik olarak kalkınmaya çalışmamız, gelecek nesilleri de düşündüğümüzü göstermektedir.
Kaynak: T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3781, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2595