Felsefe hakkında her şey…

Hukuk Devleti İlkesi Nedir?

10.05.2020
1.880

Hukukun üstünlüğü liberal demokratik devletlerde neredeyse geri kalan her şeyin üzerine bina edildiği ilke görevini görmektedir. Bu ilke devlet otoritesinin keyfi uygulamaları ve bireysel zor ve müdahaleler karşısında bireylerin özgürlüğünü ve güvenliğini korumayı esas alır.

Şahıslar yerine hukukun yönetmesi olarak özetlenebilecek hukukun üstünlüğü ilkesi uyarınca bireylerin yaşam, özgürlük ve mülkiyetleri güvence altına alınır. Yasa öngörmediği müddetçe bireylerin bu üç temel özelliğine dokunmak mümkün değildir.

Hukuk düzeni hukukun üstünlüğünü düzenleyen birtakım mekanizmaları içerir. Bunların en başında anayasa gelir. Anayasa hak, görev ve sorumlulukları belirleyen temel bir metindir. Batı Anayasa geleneği 1215 yılında İngiltere’de imzalanan Magna Carta’ya kadar geri götürülmektedir.

Magna Carta ile kral ilk defa kendi yetkilerini sınırlandırmış ve tebaasına bazı hak ve özgürlükler tanımıştır. Bugüne değin Batı anayasa geleneği bu hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve yazılı hâle getirilmesinin tarihi olmuştur. Bu anlamda anayasalar devlet otoritesinin işleyişini belirleyen, onu sınırlayan ve bireylerin hak ve özgürlüklerini tanımlayan temel belge olarak hukukun üstünlüğü ilkesinin kurucu belgeleri durumundadırlar. Bunun yanı sıra hukukun üstünlüğü ilkesi her türlü erk uygulamasının iç denetimini de gündeme getirir. Buna göre hem yürütme erki içerisindeki idare ve siyasal erkin eylem ve işlemleri hem de bizzat yargı süreçleri hukuka uygun olmak zorundadır. Bu uygunluk olmadığı takdirde mağdurların yine yargı yoluyla hesap sorabilmelerinin önü açıktır.

Hukukun üstünlüğü, liberal demokratik anlamda hukuk devletlerinde geçerli olabilen bir ilkedir ve her şeyden önce eşitlik ilkesine dayanır. Tüm bireyleri aynı insani öze sahip olarak kabul eder ve buradan hareketle insanlar arasında ayrım yapmaz. Bununla birlikte devletin bütün kurallarını, faaliyetlerini ve kurumlarını hukukun üstünlüğü ilkesine dayandırır. Burada esas alınan hukuk, insanların vazgeçilmez, temel ve evrensel haklarla dünyaya geldiğini kabul eden doğal hukuktur.

Doğal hukuk ilkesi hem devletin üzerinde yer alır; hem de üretilen pozitif hukuk (toplumun ürettiği yasalar) için bir referans oluşturur. Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesine göre işleyen bir toplumda doğal hukukun gereği olarak temel hak ve hürriyetlere aykırı yasa üretilemez. Yasalar yönetici elitin topluma hibe ettiği bir bağış değil; aksine toplumun kendi temsilcileri aracığıyla tabii hukukun ışığı altında formüle ettiği kurallardır. Dolayısıyla, yasaların temel hak ve hürriyetleri esas alması ve toplumun rızasına dayanması şarttır. Hukuk devletinde yasalar yaptırımcı değil, yapıcıdır; daraltıcı değil, genişleticidir; yasaklayıcı değil, özgürleştiricidirler. Hukuk devletinde yasaların kabul ettiği temel ilke “özgürlüklerin esas, sınırlamaların ise istisnai” olmasıdır. İstisnai bir durum olmadıkça temel haklar ve özgürlüklerle ilgili bir sınırlama getirilemez.

Aslında buraya kadar söylenenlerden anlaşılması gereken hukuk devletinin basit bir şekilde mevcut hukukun her şeyden üstün olduğu, mevcut yasaların kesin bir şekilde uygulandığı devlet olmanın ötesinde bir ilke olduğunu anlamış olmak gerekirdi. Literatürde bu konuda hukuk devleti ile kanun devleti ayrıştırması yapılmaktadır. Kanun devletinde şekli olarak kanunlar ve bu kanunların uygulayıcısı mahkemeler mevcut olmakla beraber, temelde bu kanunlar devlette var olan resmi ideoloji çerçevesinde vazedilir dolayısıyla amaç hak ve ölçü çerçevesinde adaletin tesisinden çok resmi ideolojinin meşruiyetinin ve devamlılığının sağlanmasıdır.

Bu meşruiyet ve devamlılığın sağlanması adına çok çeşitli aktörler aracılığıyla toplum mühendisliği ve siyasal toplumsallaştırma had safhadadır ve dolayısıyla bu mühendislik ve toplumsallaştırma çerçevesinde sivil irade ve toplum yok denebilecek kadar zayıftır. Halihazırda mevcut olan kanun teknikleri ve kanunlar söz konusu paradigma bünyesinde amaca matuf araçsal değere sahiptir.

Bu kavram çerçevesinde toplumsal ilişkileri esasen, devleti de görünüşte düzenleyen ve kontrol eden hukuk değil, kanunlardır. Aslında hukuk ve kanun kavramları farklı anlamlara gelirler. Evet, hukukun bir parçası da kanunlardır, ancak hukuk kavramının içeriği sadece bu kanunlardan ibaret değildir. Hukuk soyut bir kavramı ifade ederken, kanunlar somuttur ve hukuk, içerisinde kanunlardan başka birtakım maddi ve manevi öğeleri de barındırır: Mahkeme kararları, zengin bir içtihat kültürü, hukukla ilgili bilim adamlarının görüşleri, rasyonel akıl ve sağduyu ile desteklenmiş takdir hakkı, bu öğelere örnek olarak gösterilebilir.

Söz konusu bu öğelerin varlığı adaletin tesisinde vazgeçilmezdir. Zira somut kanunlar somut olaylara doğrudan uygulandığında, her zaman adaletli sonuçlara ulaşılamayabilir, işte tam bu noktada hukuk, bünyesinde var olan bu öğelerle devreye girer ve ifade edilen eksikliği bertaraf eder. Kanun devleti ise böyle bir “bütün”den mahrumdur ve her şey somut kanunlara indirgendiğinden ve “devlet aklı” haricinde düşünmek de olanaksız olduğundan, adaletin tesisi ikinci plandadır; birinci amaç kamusal akıl rehberliğinde devletin bekasının sağlanmasıdır. Bu noktada sıklıkla başvurulan bir kavram hikmet-i hükûmettir (la raison de ‘Edat). Hikmet-i hükûmet, tek tek insanların hakları ve çıkarları dikkate alınmaksızın, devletin çıkarlarına mutlak öncelik ve egemenlik tanınmasını ifade eder. Buna göre, devletin asli ve âli çıkarlarını gerçekleştirmek için hangi araçların kullanılacağı konusunda bir sınırlandırma kabul edilmez; yani bu araçların seçiminde mevcut hukuk düzenine ve etik kurallara riayet etmek gerekmez.

Oysa hukuk devleti tam da bunu engellemeye yönelik olarak ortaya çıkmış bir prensiptir. Hukukun üstünlüğünde ise hukuk maddi ve manevi öğeleriyle devletten tamamen bağımsızdır. Devlet de, toplum ve bireyler gibi hak ve yükümlülükler çerçevesinde bir özne olup hukukun denetimindedir. Hukuk, kanun devletinde ve hukuk devletinde olduğu gibi devlet tarafından değil halkın tek meşru temsilcisi olan meclisçe oluşturulmaktadır. Burada egemenlik aidiyet ve kullanım olarak ayrıma tabi tutulmayıp tamamıyla halka verilmiştir. Bu anlamda meclis bu egemenliğin tek meşru temsil organıdır ve dolayısıyla vazedilen kanunların dolaylı olarak halk tarafından oluşturulduğu kabul edilir. Devlet tüm karar, işlem ve organlarıyla hukukun denetimindedir ve hiçbir organ, işlem ve karar hukuk karşısında özerk hâle getirilmemiştir. Hukuk, devleti halk adına denetleyen, sınırlayan, bir anlamda onun “Leviathan”a dönüşmesini engelleyen tek meşru güçtür.

Hukukun üstünlüğü anlayışı altında, devletin toplum ve hukuk üzerindeki vesayeti ortadan kalkmakta; hukuk araçsal öneminden sıyrılmakta ve tek amaç, bağımsız bir hukuk aracılığıyla adaleti tesis etmek olmaktadır. Burada hukuk kendini vazeden kurumlardan tamamen bağımsız olup ayrı bir tüzel kişiliğe sahiptir. Kamu yararı ve yönetimin takdir hakkı gibi kavramlarla devlet aklının adaletin tesisinin önüne geçmesi engellenmiştir ve bu konuda da en önemli mekanizma güçlü bir sivil toplum olmuştur. Kanun devletlerinde sivil toplum zayıftır ve bu nedenle de bağımsız bir hukuka zemin oluşturması olanaksızdır. Oysa hukukun üstünlüğü ilkesi, çok güçlü bir sivil topluma dayanabilir, burada hukuku üreten devlet değil sivil toplumdur. Oysa kanun devletinde sivil toplum, devletin müsaade ettiği ölçüde hayat hakkı bulur. Sivil topluma “verilmiş “olan özerklik kamu yararı, kamu düzeni, ulusal güvenlik ve benzeri kavramlar aracılığıyla geri alınabilir.

Kanun devletinde hümanist felsefenin temel dayanağı olan “insanların doğuştan sahip oldukları devredilemez ve vazgeçilemez hak ve özgürlüklerinin var olduğu” tezi, “bu hak ve özgürlüklere sahip olan insanların aynı zamanda topluma ve devlete karşı yerine getirmeleri gereken bazı sorumluluklarının olduğu” karşı tezi ile dengelenmiş ve adeta işlemez hâle getirilmiştir. Zira bu karşı tezle kanunlar o kadar güzel işlenmiştir ki; zamanla, bireyler söz konusu olduğunda akla -hak ve özgürlükler kavramları görmezden gelinerek- sadece “sorumluluk sahibi yurttaşlar” gelmiştir. Ayrıca burada bireylerin devlet ve topluma karşı yerine getirmeleri gereken ödev ve sorumluluklarının muhtevasının tespitinde tek yetkili ve meşru güç yine devlet olur.

Hukukun üstünlüğünde ise bireyler özgür, girişimci ve katılımcıdır. Bireyler temel hak ve özgürlüklere devletin bir lütfu olarak değil insan olmaları hasebiyle doğuştan sahiptirler ve sahip olunan bu temel hak ve özgürlükler anayasal düzenlemelerle beraber güçlü ve medeni bir sivil toplum aracılığıyla da güvence altına alınmıştır. Burada her birey, kendisine anayasal vatandaşlık bağı tanınarak yurttaş statüsünde kabul edilmiştir ve bu anlamda “rüştünü ispat etme” gibi bir yükümlülüğü de söz konusu değildir. Yasaklar, müeyyideler ve sınırlar bireyler kadar toplum ve devlet içinde geçerli olup hukuk sistemi içinde net olarak ifade edilmiştir, dolayısıyla bireyler için “öngörülebilirlik” söz konusudur. Bu kavram/kazanım hukuk sistemi içerisinde bireysel ve sosyal istikrar adına hayati önem taşımaktadır. Bireyler birer anayasal vatandaş olarak hem devlet hem de toplumun karşısında özgür iradelerini kullanarak kendi kararlarını veren ve bu kararları hukuki sınırlamalar dışında başka hiçbir sınırlamaya tabi tutmadan uygulayabilen yurttaşlar konumundadırlar.

Tekrarlamak gerekirse; hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti ilkeleri, basit bir şekilde kanunun uygulanmasını ifade etmez. Bunlar demokratik bir toplumun işleyişine yönelik bir hukuk düzeninin temel ilkeleri olarak ön plana çıkan ilkelerdir. Kanun devletlerinde yasa basit bir araç hâline gelir. Buna göre yasa, herhangi bir sorunla karşılaşıldığında, o sorunu çözmek için uydurulan bir alet-edevattır. Türk siyasi hayatında sıklıkla duyulan “yok kanun yap kanun” sözü bu doğrultuyu ifade eder. Oysa hukuk devletinde yasa basit bir araç değildir; her amaca uygun dizayn edilemez. Zira hukuk düzeni temel bazı prensiplere dayanır ve yasa bu prensipleri bozmak bir yana, kuruluşu ve mantığı itibariyle yasadan beklenen bu prensipleri desteklemek ve onları kuvvetlendirmektir.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...