Giordano Bruno’nun Karakter Özellikleri ve Diyalogları
Giordano Bruno 1548’de doğmuştur. Hayatının ilk yılları hakkında net bir bilgi yoktur. Yaşadığı dönemi bir çelişkiler dönemi olarak niteleyebiliriz. Martin Luther’in ardından reform ve onu izleyen anti reform dalgalarının yaşandığı bir dönem. Bu dönemde Rönesans’la birlikte Antik Yunan filozofları tekrar hatırlanmış ve bu durum reform hareketlerini hızlandırmıştır.
Bu hareketleri bir tehdit olarak gören kilise tarafından engelleme amacıyla karşı reform hareketleri tertiplenmiş ve bu karşı reform hareketleri “Otuzlar Toplantısı” diye anılan toplantılarla organize hale getirilmiştir. Ortaçağın her türlü insanlık dışı uygulamasını bu hareket kararlaştırmış ve alınan kararlar “Kutsal Örgüt” adı verilen yapı tarafından uygulanmıştır. Bu dönemde cehalet ve dini yanlış yorumlama öyle bir noktadadır ki, İncil’de “kan dökmeyiniz” yazdığı için insanlar diri diri yakılarak öldürülmektedir.
Giordano Bruno’nun hayatının ilk yıllarına dair, yukarıda da değindiğimiz gibi net bir bilgi yok. 17 yaşındayken Napoli’de bir Dominiken manastırına girdiğini biliyoruz. Burada 11 yıl çalışmış ve Thales, Pythagoras gibi Sokrat öncesi filozofları incelemiş, Rönesans filozoflarını tanımıştır. Manastırda okuduğu eserler o dönemde okunması yasak olan eserlerdir. Hatta Eramus’un kitaplarını okuduğu gerekçesiyle hakkında soruşturma açılmış, bir süre sonra manastırdan kaçmıştır.
Filozofumuzun ateşli ve sözünü esirgemeyen bir kişiliği vardır. Bu nedenle hem Napoli’deki manastırın ardından kabul edildiği Cenevre’deki üniversiteden hem de sonra Fransa’da devam ettiği ve öğrencilerin kendi hocalarını seçtiği üniversiteden uzaklaştırılmıştır.
Bruno’nun savunduğu Hermetik düşünce’ye göre, doğadaki her şey Tanrı’nın bir yansımasıdır. Düşünceler bile böyledir. Zaten dünyanın da bir düşünce ve görüntüden ibaret olduğunu savunan bu öğretiye göre bizim fiziksel olan dediğimiz şeyle zihinsel olan düşünce, birbirinden farklı değildir.
Kendisi hemen hemen tüm Avrupa’da çalışmıştır. İngiltere’de “evren bilim” konusu ile ilgilenmiştir. Savunduğu evren görüşü, bugünkü düşünceye yakındır. Bruno’ya göre evren sonsuzdur ve genişlemektedir.
Böyle bir bilgine kilisenin karşı çıkması ve hatta onu ölüme mahkum etmesi bize anlaşılmaz gelebilir. Ama kilisenin bu tavrının temelinde yine Bruno’nun evren görüşü yatar. Ortaçağ kilisesi’ne göre kilise, Tanrı’nın tek temsilcisidir. O nedenle başka dünyalar yoktur ve filozofumuzun savunduğunun aksine dünya, güneş dahil bütün sistemin ve evrenin merkezidir. Bunun aksini söyleyen Bruno, kilisenin değerini düşürmektedir.
Sonuçta Giordano Bruno, evren hakkındaki düşünceleri ve hafıza konusundaki çalışmaları nedeniyle 1591’de Venedikte, kendisini sarayına davet eden bir asilin ihbar etmesi sonucu tutuklanmıştır. (Evren konusundaki düşüncelerine yukarıda değindik. Hafıza üzerine yaptığı çalışmalarla ilgili makalemize ise buradan ulaşabilirsiniz.) Tutuklandıktan sonra dokuz yıl boyunca “Piompi” (Tükçesi: Kurşun) zindanlarında tutulmuş, deniz seviyesinin altında bulunan ve dalgaların kurşun plaklara vurarak sürekli insanı çıldırtacak sesler çıkardığı bu yerde işkence görmüştür. Tüm bunların ardından dili koparıldıktan sonra yakılarak öldürülme cezası yüzüne okunduğunda, engizisyon yargıçlarına şu ünlü sözünü söylemiştir: “Siz bu kararı okurken benim korktuğumdan daha fazla korkuyorsunuz.”
“Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.”
Bu sözlerin sahibi, tarihte ‘düşünce özgürlüğünün ilk havarisi’ olarak kabul edilen, İtalyan filozof, rahip, şair Giordano Bruno’dur.
Cehalet, batıl inançlar ve dogmatizmin dört bir yanda dinsellik adı altında yaşadığı ortaçağda, evrenin sonsuzluğuna inanır Giordano Bruno. Ailesi peder olmasını istediği için onu bir manastıra gönderir ve kilise en büyük yargılayıcısına kendi elleri ile kapılarını açar. Kapılar açılır ama o kapıları bir bir yıkmak ister Bruno. Sorguladığı şeyin tam göbeğine düşmüştür. Bu yüzden herkesten daha farklıdır sorgulamaları, bunalımları ve çıkarımları; “Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Tanrı’yı.”
Babasıyla bir gezi sırasında uzaktan çıplak ve gri görünen Vezüv dağını görür. Babası ona, orada aynen oldukları yerdeki gibi zengin bir bitki örtüsü olduğunu anlatır. Giordano şeylerin uzaktan başka göründüğünü anlar ve duyulara güvenmemek gerektiğinin bilincine varır. Her şeyin şüpheli olduğunun farkına vardığı anda, içindeki düşünür doğar.
Rahip olmasına karşın en sert kelimelerle kiliseyi ve hatta dini eleştirmekten korkmayan Bruno, hiçbir yerde kalıcı olarak yaşayamaz, sürekli gezmek (gerçek anlamıyla kaçmak) zorunda kalır. Cenevre, Güney Fransa, Almanya, Zürih, Paris ve Londra’da devam eder yaşamına. Bu kaçışlar sırasında maddi sıkıntı da çeken Bruno, yoksulluğun hayatın en yalın hali olduğunu söyler. Hayatın en makyajsız en gerçek halidir yoksulluk ona göre.
1582 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde bir kürsü elde eder. Bir İtalyan aristokrat tarafından davet edildiği Venedik’te Galileo Galilei ile tanışır. Mocenigo adlı bir aristokratla çatışınca, onun tarafından Engizisyon’a teslim edilir. Ona, düşüncelerinden vazgeçmesi ve sonsuz evren görüşünün din sapkınlığı olduğunu kabul etmesi durumunda kilise tarafından affedileceği söylenir. Ama o düşüncelerini inanarak savunmaya devam eder. Engizisyon mahkemesi, baskılar sonunda düşüncelerinden döneceğini umarak yargılama süresini uzun tutar ve yaklaşık 7 sene (2555 gün ve 2555 gece) gördüğü bütün işkencelere karşın, görüşlerinden taviz vermez ve ölüme mahkum edilir. Aslında kilise de hata yaptığının farkındadır ama itibarını zedelemek istemediği için ölüm kararını alır. Düşüncelerinin arkasında durduğu gibi ölüm kararının karşısında da dimdiktir Bruno; “Siz bu hükmü okurken korkuyorsunuz fakat ben dinlerken korkmuyorum” der.
17 Şubat 1600’de, Roma’nın ünlü meydanı Campo De Fiori’de, dili koparılarak, canlı canlı yakılmıştır. 19’uncu yüzyılın sonlarında ise meydanın aynı yerine bir heykeli dikilmiştir Giordano Bruno’nun.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı