Felsefe hakkında her şey…

Fichte’nin Öznel İdealizmi

11.05.2020
2.803

Düşüncenin ve bilginin tek bir ilkeden, transendental egodan çıkarılması ve temellendirilmesi fikri Fichte’nin felsefesinin merkezinde bulunur. Fichte kendi felsefesini Kant’ın Ding an sich, yani Türkçesiyle ‘kendinde şey’ düşüncesinin eleştirisi ekseninde oluşturur.

Kant bilindiği üzere ‘kendinde şey’in düşünülebilir ama bilinemez bir varsayım, varlığı epistemolojik olarak kanıtlanamayacak ve bilinemeyecek bir varsayım olduğunu düşünür. Kendinde şey öznel idealizm ve tekbenciliğin (solipsizmin) tuzağına düşmemek üzere varsayılmış bir şeydir. Biz algı içeriklerini oldukları gibi, yani diğer bir ifadeyle kendinde şeyler olarak değil, yalnızca fenomenler olarak bilebiliriz. Nesneler öznelliğimizin transendental form ve kategorileriyle şekillenerek bilinebildikleri için, kendilerinde oldukları gibi bilinemezler.

Hegel’in ifadesiyle Kant için bilmek aslında bilmemektir. Biz nesneleri yalnızca öznelliğimize göründükleri ve tabi oldukları şekliyle bildiğimiz ve öznelliğimizin dışında bilemeyeceğimiz için, nesneleri oldukları gibi kendinde bilemeyiz.Bilmek özne ve nesneyi birlikte gerektirdiği ve özne işin içinde olduğu sürece şeyleri kendinde oldukları gibi bilemeyeceğimiz için, gerçek ve hakiki bir bilgiden söz edilemez. Bu durum Kant sonrası bütün Alman İdealistleri için Kant Felsefesinin büyük bir açmazıdır.

Fichte göre epistemolojik açıdan öznelliğimizi aşan bir nesnellik olarak kendinde şey düşüncesi, Kant’ın kendi felsefesinin kavramsal özüyle bir çelişki içindedir. Böyle aşkın, yani transendent bir nesnelliğin, zihnimizin epistemolojik içeriğini oluşturan fenomenlerin zemini olarak düşünülmesi, Kantçı transendental idealizminin sınırları açısından meşru değildir. Bilme yetimizi aşan noumenal bir nesnelliğin bilgi yetimize içkin fenomenal bir nesnelliğin nedeni olarak düşünülmesi, eleştirel felsefenin ve transendental idealizmin ruhuna aykırıdır. Bilinemez bir kendindeliğin bilinen belirlenimlerin nedeni olarak düşünülmesi kabul edilemez.

Fichte’ye göre nesnellik düşünülebilir ve bilinebilir olandır. Nesnelliğin epistemolojik bağlamda bir aşkınlığı söz konusu olamaz. Kendindelik ve aşkınlık öznellik bağlamında düşünülebilir. Ona göre insan kendi benliğinin dışına çıkamaz. Yalnızca transendental ego bilginin nesnesi kılınamaz ve bu anlamda kendindedir. Ben-olmayanı ortaya koyan, bendir.

Tüm söylenenleri şöyle yorumlayabiliriz; tam olarak bir düşünce içeriği, diğer bir dile getirişle Kantçı anlamda fenomen olmaktan kaçan şey, düşünen benlik ve öznelliğin transendental varlığıdır. Fichte şöyle bir örnek verir; ‘duvarı düşünün, duvarı düşüneni düşünün, duvarı düşüneni düşüneni düşünün…’ Her zaman düşünülmeyen bir düşünen kalır. Nesne olmayı, nesnelliği aşan, nesneye aşkınsal, yani transendental olan bir öznellik hep geride kalır.

Nesnellikten, empirik gerçeklikten ayrımıyla ortaya konan öznellik ve benlik, empirik öznellik ve benliktir. Oysaki her türden empirik belirlenim ve algı içeriğinin gerisinde duran, anlama yetisinin a priori kategorilerinin taşıyıcısı olan bir transendental ego (Türkçesiyle aşkınsal ben), tüm bireysel ve tikel içeriğinden arındırılmış bir öznelliğin gerçekliğine işaret eder. Fichte açısından felsefenin tüm ontolojik ve epistemolojik çıkış noktası ve zemini tam da bu transendental egodur. Kısacası hiçbir zaman bir algı ya da düşünce içeriği, bir bilinç içeriği olmayan şey, özne olarak öznenin kendisidir.

Transendental egodan hareket eden, benden kalkarak ben-olmayanı, özneden kalkarak nesnelliği kuran Fichte’nin öznel idealizmi, bireysel ve empirik bir öznellik ve benliği temel almadığı için, bir solipsizm ya da Türkçesiyle tekbencillik değildir. Fichte’nin öznel idealizmi, Berkeley’in var olmayı ve nesnelliği algı içeriğine indirgeyen öznel idealizminden farklı bir ontolojik ve epistemolojik duruşa işaret eder. Berkeley algılayan özneyi hem tanrısal ve hem de insani düzlemde kendi ontolojik ve epistemolojik sistematiğinin merkezine yerleştirirken Fichte için söz konusu olan benlik ve öznellik tüm empirik içeriğinden ve bireyselliğinden arındırılmış transendental bir benlik ve öznelliktir.

Kant felsefesini kendisine çıkış noktası olarak alan Fichte, Kant’ın birinci eleştirisi olan Salt Aklın Eleştirisi’ni değil, ikinci eleştirisi olan Pratik Aklın Eleştirisi’ni temel alır. Fichte’ye göre insanın nasıl bir felsefe seçtiği nasıl bir kişi olduğuna bağlıdır. Bu anlamda insan aklının pratik yönelimi teorik yönelimini önceler.

Bilindiği üzere Kant Felsefesinde insan aklı teorik bağlamda varolan empirik gerçeklikten bağımsız bir bilme yetisine sahip değilken pratik bağlamda ise akıl empirik gerçeklikten bağımsız bir özgür irade ve nedenselliğe zemin oluşturabilmekteydi. Fichte’nin öznel idealizmindeyse, insan kendi aklının otonom ve transendental yasa koyuculuğuna yalnızca pratik değil teorik düzlemde de sahiptir. Transendental ben hem teorik ve hem de pratik düzlemde bir özgür nedensellik olarak karşımıza çıkar. Fichte bu anlamda kendi öznel idealizminde empirik gerçekliği ve doğayı transendental benliğin teorik ve pratik yönelişi bağlamında ikincil bir konuma iter. Doğa insanın otonom varlığı ve özgür nedenselliği için yalnızca bir araçtır. Öncesiz sonrasız akılsallık tümüyle öznel bir zeminde kendisini ortaya koyar ve biçimlenir.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...