Wittgenstein: Felsefi Yanılsama Nedir?
Wittgenstein çağında bir zekâ, bu kadar ayrıntılı bir çalışma yapıp, dilin özünü nasıl bu kadar ıskalayabilir? Wittgenstein bunun basit bir hatadan çok daha derine inen bir yanılsama olduğunu düşünmektedir. Özellikle felsefeciler bu tür bir yanılsamaya tâbîdirler. Felsefeciler nasıl olup da böyle bir yanılsamaya düşmektedirler?
Bunun bir açıklaması, yanlış anlaşılmaların giderilmesi sürecinde ne yaptığımızla ilgilidir. Eğer söylediğimiz bir şeyi karşımızdaki anlamazsa ifademizi farklı biçimlerle, başka kelime grupları kullanarak, bir sözcük ya da sözcük grubunun yerine bir başkasını koyarak açıklamaya çalışırız. Bu yaptığımıza “çözümleme” adını da veririz (Philosophical Investigations, 90).
Tractatus’ta Wittgenstein benzer bir yol izliyor görünmektedir. Gündelik dil yanıltıcıdır ve dilin gerçek mantığını saklamaktadır. İfadeler çözümlenerek nihaî bir biçime ulaşılmaya çalışılmaktadır. Modern mantık, bu konuda bize yardımcı olmaktadır.
İşte bu yol, yanılsamaya giden yoldur. Biz, yüzeysel olarak ortada olanın altında bir şeyi arama ve bir tür çözümleme ile onu bulmaya çalışıyoruzdur.
“Öz bizden saklanmaktadır”. Sorunumuzun şimdi aldığı biçim budur. Kendimize sorarız: “Dil nedir?”, “Önerme nedir?” Bu sorulara cevaplar bir kerede ve nihaî olarak ve gelecekte yaşanabilecek herhangi bir deneyimden bağımsız olarak verilmiş olur (Philosophical Investigations, 92).
Burada izlenen yöntemin, Platon’un diyaloglarında Sokrates’in tartışılan konu her ne ise o şeyin özünün ne olduğunu sorgulamasından bir farkı yoktur. Bu yöntem, Sokrates’i izleyenleri nasıl baştan çıkarmış ve peşinden sürüklemişse, Wittgenstein’ı da Tractatus’u yazarken bu biçimde peşinden sürüklemiştir.
Wittgenstein, dilin “kristal saşığında bir mantık”ının olduğunu, dilin bir tür kalkül olduğunu sanmamıza yol açan bir resmin kendisini esir aldığını ifade etmektedir (Philosophical Investigations, 107).
Wittgenstein’ın ifadesiyle, burnumuzun üstüne takılı bir gözlük gibi her şeye onun içinden bakmış ve onu çıkarmayı hiç akıl etmemişizdir (Philosophical Investigations, 103).
Dilin bir mantığı olması gerektiği, önermelerin mantıksal bir formunun olması gerektiği, adların nesneleri temsil etmesi gerektiği fikri bizi ele geçirmiştir. Bu nedenle biz, dili betimlemeye (tasvîr etmeye) çalışmaktan çok, dilin ne olması gerektiğini dile dayatmaya çalışmışızdır. İşte, Tractatus’ta yanlış olan budur. Bu yanılsamadan kurtulmanın yegâne yolu, bu dayatmadan kurtulup betimlemeye (tasvîr etmeye) geri dönmektir. (…) Tüm açıklamaları kaldırıp atmalıyız ve yalnızca tasvir etme onun (açıklamanın), yerini almalıdır. Bu tasvir ışığını, yani amacını felsefî sorunlardan almalıdır.
(…) Sorunlar yeni bilgiler vererek değil, fakat zaten daima bildiklerimizin düzenlenmesiyle çözülür. Felsefe, zekâmızın dil vasıtasıyla büyülenmesine karşı verilen bir savaştır (Philosophical Investigations, 109).
Burada ortaya konulan proje Tractatus’takinden çok farklı görünmemektedir. Yapı lan iş yeni bir bilgi vermekten çok, bir yeniden düzenlemedir. Ancak artık aradığımız bir öz, bizden saklanan bir mantık yoktur. Gündelik dile ve sözcüklerin bu dil içerindeki kullanımına güvenilmektedir. Felsefecilerin, sözcükleri gündelik dilin bağlamında koparıp anlamsızlaştırmalarına karşı, dikkatli olmamız gerekmektedir.
Felsefeciler bir sözcüğü – “bilgi”, “varlık”, “nesne”, “ben”, “önerme”, “ad” – kullandığında ve şeyin özünü kavramaya çalıştığında, daima şu sorulmalıdır: Bir sözcük, kendi kaynaklandığı evi olan dil oyunu içerisinde hiç gerçekten bu anlamda kullanılmış mıdır?
Bizim yaptığımız, sözcükleri metafiziksel kullanımlarından gündelik kullanımlarına geri getirmektir (Philosophical Investigations, 116).
Burada, Tractatus’ta önerilene bir bakıma benzeyen bir bakıma da benzemeyen bir öneriyle karşılaşıyoruz. Tractatus’ta da anlamsız ya da metafiziksel kullanımlara karşı uyarılıyorduk. Ancak orada davet edildiğimiz alan, doğa bilimlerinin dili ile sınırlıydı. Şimdi ise geri dönmemiz salık verilen yer, gündelik dilin güvenli bölgesi olmaktadır. Bu durumda felsefenin işlevi ne olacaktır?
Felsefe, dilin fiilî kullanımına hiçbir surette karışmaz. En nihayetinde sadece onu tasvir edebilir. Çünkü ona herhangi bir temel de temin edemez. Her şeyi olduğu gibi bırakır (Philosophical Investigations, 124).
Felsefe, alışık olunduğu üzere, gerçeklik, Tanrı, ölümsüzlük, iyi ve kötü gibi sorunlarla uğraşmak durumunda değildir. Çünkü zaten bu konular ve sorunlar dilin yanlış kullanımından doğmuşlardır. Felsefeci ne ile nasıl uğraşmalıdır?
Felsefecinin bir soruyu ele alışı, bir hastalığı tedavi etmek gibidir (Philosophical Investigations, 255).
Elbette buradaki kendini hasta eden de felsefecinin kendisidir. Dili yanlış kullanarak paradokslar, karmaşalar ve muğlaklıklar üretir. Yine felsefe, Wittgenstein’ı n önerdiği tarzda yapılırsa, bu hastalığı tedavi edebilir.
Felsefede amacınız nedir? Şişenin içindeki sineği dışarı çıkarmak (Philosophical Investigations, 309).
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı