Antik Yunan’da bilim
Antik Yunan uygarlığının en belirgin özelliği elde ettikleri verileri sorgulama, bunun üzer ine tartışmaları ve evreni açıklama çabalarıdır. Bununla birlikte toplum yapısındaki sınıfsal farklıklar azalsa bile kölelik hâlâ mevcuttur. Ancak daha önceki uygarlıklara kıyasla bu katmanların sayısı oldukça azalmıştır.
Antik Yunan derken MÖ 1000 yıllarından itibaren başlayan bir uygarlıktan bahsetmekteyiz. Coğrafi olarak Anadolu’nun batı kıyısı, şimdiki Yunanistan ve İtalya’nın güney kısımları içerisinde gelişen bu uygarlık, temel olarak dünyayı doğaüstü olaylarla (mitoloji) açıklamak yerine sorgulama ile anlamaya (akıl) ugraşmıştır.
Adı basılı kaynaklarda ilk geçen filozof Thales’tir (MÖ 6.-5. yy.). Daha sonra onun ekolü Milet Okulu olarak adlandırılacaktır. Bu düşünürler doğa filozofları olarak da anılmışlardır. Bu okulun iki önemli düşünürü Anaksimander (Anaksimandros) ve Anaksimenes’tir. Thales ile başlayan bu akımı birçok düşünür materyalist felsefenin başlangıcı sayarlar. Bu yaklaşım çok da yanlış olmaz çünkü o güne kadar her şeyi doğaüstü güce bağlayan bir düşün sisteminden “yaşam, ölüm, meydana gelme” gibi kavramlar sorgulanmaya başlanmıştır (Yıldırım, 2012). Dünya’yı evrenin merkezi olarak kâbul edilmesi de bu dönemle başlar.
Ardından gelen ekip ise Pythagoras ve arkadaşları idi. Bu grup materyalist olmaktan daha çok rasyonalist olarak adlandırılırlar. Bu akım kendi içinde özgün olmayıp dünyadaki her şeyi sayıya bağlayanların dışında Herakleitos gibi değişime bağlayanlar da bulunur: “Her şey bir şeyden gelir.” ifadesi sadece biyolojik evrim kavramına değil, tüm değişim sürecine vurgu yapması açısından önemlidir. Olayların mistik tanımlanmasının dışına çıkılmaya başlanması, bilim tarihi açından altı çizilmesi gereken bir noktadır. Aynı dönem içinde Parmenides ve başka düşün insanlarının da adlarını görebilirsiniz.
Materyalist ve rasyonalist düşüncelerin birbirinden etkilenmesi ile MÖ 450 yıllarından sonra kuram (teori) kavramı belirginleşmiştir. Bu gruptaki düşünürler atomcular olarak adlandırılır. Atom Teorisi’nin doğuşu ciddi anlamda bugünkü modern biliminin öncüsü olarak kabul edilir ve materyalisttir. Aynı dönem içinde tıbbın babası olarak anılan İyon hekim, Hipokrates’i de anmadan geçmeyelim. Ona göre tıbbın ilk kuralı “Önce zarar verme!” (Primum non nocere) ilkesidir ve bugün hâlâ saglık çalışanlarının mesleklerini icra etmeden önce ettikleri yeminin bir parçasıdır. Yalnız burada bütün düşünürlerin adlarının geçememesi konunun dar bir alana sıkıştırılmasını engellemek amacı içindir.
Bu dönemde, doğa felsefecilerine tepki olarak Sofistler ortaya çıkmıştır. Buradaki yönelim evrenin yapısından insanın yapısına doğrudur. Sofistler, dönemin demokratik Atina yönetimi sayesinde etkinlik göstermişlerdir. Bir başka deyişle yönetimin yeni türden bir pedagojiye duyduğu pratik gereksinim, Sofistler’in popüler olmasının gerçek belirleyici bir nedendir. Sofistler daha çok siyasal, toplumsal ve etik sorunlar üzerinde durmuşlardır. Dönem içinde tartışma sanatı gelişmiştir. Bununla birlikte bu gezgin filozofların para karşılığı ders verme özellikleri yerilmektedir. Bu noktada bilginin, para ile alınıp satılamayacağı etik anlayışının nasıl geliştiğine de vurgu yapmak da yarar vardır.
Bu dönemde Atina’da Sokrates (MÖ 5. yy) tartışmanın önemine inanırken amacın kazanmak değil doğruyu bulmak olduğunu savunmaktadır. Bu noktadan sonra felsefeciler iki farklı perspektiften bakan grup olup evren ve insan ile uğraşanlar olarak tanımlanabilirler. Daha kaba anlatımla, fiziki dünya ile daha soyut insana özgü konular olarak bölünmüşlük başlamıştır.
Sokrates’in ölümü sonrası öğrencisi Platon Atina’yı terk etmiştir. Döndüğünde Akademi’yi kurup ögretilerini, mistik evren düşüncesi ve olgu dünyası olmak üzere ikiye ayırdı. Ancak doğa olaylarını mistik evren düşünceleriyle onaylamaya yeltenmesi nedeni ile kendisinden sonraki 2000 yılı olumlu etkilediğini söylenemez. Bu Platon’a bir yergi olmamakla birlikte ardıl toplumların tercih yanılgısı olarak değerlendirilebilir.
Aristoteles (MÖ 4. yy) ise dünyayı algılamak için Platon’un aksine duyulara önem verirken bir yandan da olguların sayısal (niceliksel) değil nitel olarak da tanımlanabileceği noktasında Atomcular’dan ayrılmıştır. Kendisi Platon’un öğrencisiydi. Cisimlerin hareketini açıklama çabasından tutun, canlı organizmaların yapına kadar birçok alanda söz sahibidir. Fakat bu açıklamaları bir silsile içinde yapmasından dolayı diğer düşünürlerden daha farklı bir yere konulmakta ve tümdengelim’in babası olarak kabul edilmektedir.
Yukarıdaki dönem Helenistik Dönem adı ile anılan başka bir döneme bağlanmaktadır. Bu dönemin güçlü figürü Büyük İskender olup en önemli şehir merkezi İskenderiye’dir. Dönemin önemli düşün insanları Erastosthenes matematik-astronom, Öklit geometri, Arşimet mekanik, Ptolemy (Batlamyus) astromomi, Galenos tıp-fizyoloji alanındaki bazı önemli isimlerdir.
Batlamyus’un yer merkezli evren tanımı (geosantrik) 1200 yıldan fazla kâbul görmüştür. Yine şu noktanın altını çizmekte yarar vardır. Daha sonra dünyanın evrenin merkezi olmadığının ortaya çıkması onun Almagest adlı eserini asla önemsiz kılmamıştır.
Helenistik Dönem Roma İmparatorluğu’nun İskenderiye’yi alması ile sonlanır. Dilleri Latince olan Romalılar, Grekçe (Eski Yunan veya Antik Yunan dili) öğrendiler ancak bilimin günlük yaşamda getireceği yararlar onlar için daha önemli oldu. Karşımıza çıkan Grek ve Roma uygarlığı arasındaki temel fark ilk uygarlık yaratıcılık temelli olup ikincisi yönetme ve örgütleme üzerinden toplum yaşamını oluşturmuştur. Sonuçta, Roma yayılımcı bir güçtür. Ancak burada vurgu yapılması gereken nokta, Roma’nın resmî olarak MS 3. yüzyılda Hristiyanlığı kabulü ile dinin toplum üzerindeki etkisi kilise kanalı ile artmaya başlamasıdır.
Kaynak: ÇOCUK, BİLİM VE TEKNOLOJİ, s. 9-10, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3406 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2257