Felsefe hakkında her şey…

Çevre Etiği

16.01.2024
277
Çevre Etiği

Çevre etiği, insanoğlunun doğal çevreyle olan etik ilişkisiyle ilgilenir. Tarih boyunca çok sayıda filozof bu konu üzerine yazmış olsa da çevre etiği ancak 1970’lerde belirli bir felsefi disiplin haline gelmiştir. Bu gelişmede hiç şüphesiz 1960’larda teknoloji, sanayi, ekonomik büyüme ve nüfus artışının çevre üzerindeki etkilerine dair artan farkındalık etkili olmuştur.

Bu farkındalığın gelişmesine, bu dönemde iki önemli kitabın yayınlanması yardımcı olmuştur. Rachel Carson’ın ilk kez 1962’de yayınlanan “Silent Spring” (Sessiz Bahar) adlı kitabı, okuyucuları kimyasal tarım ilaçlarının yaygın kullanımının halk sağlığı için nasıl ciddi bir tehdit oluşturduğu ve vahşi yaşamın yok olmasına yol açtığı konusunda uyarmış ve bilgilendirmiştir. Benzer bir öneme sahip olan Paul Ehrlich’in 1968 tarihli kitabı “The Population Bomb” (Nüfus Bombası), yeryüzünde artan insan nüfusunun gezegenin kaynakları üzerindeki yıkıcı etkileri konusunda derinlemesine bir inceleme sunmuştur.

Elbette kirlilik ve doğal kaynakların tükenmesi geçmişten bugüne çevreyle ilgili biricik sorun olmamıştır: azalan bitki ve hayvan çeşitliliği, vahşi doğanın tahribatı, ekosistemlerin bozulması ve iklim değişikliği, sonraki yıllarda hem toplumsal bilince hem de devlet politikalarına yerleşen bir dizi “yeşil sorun”un parçası olmuştur.

Çevre etiğinin görevi, bu tür endişeler karşısında ahlaki yükümlülüklerimizin ana hatlarını çizmektir. Özetle, çevre etiğinin ele alması gereken iki temel soru şudur:

  1. İnsanların çevreye karşı ne gibi yükümlülükleri vardır?
  2. Bu yükümlülükler neden yerine getirilmelidir?
Çevre etiği, insanoğlunun doğal çevreyle olan etik ilişkisiyle ilgilenir.

Çevre etiği insanoğlunun doğal çevreyle olan etik ilişkisiyle ilgilenir.

İkinci sorunun genellikle birincisinden önce ele alınması gerekir. Yükümlülüklerimizin neler olduğunu belirlemek için, ilk olarak neden bunlara sahip olduğumuzu düşünmek gerekli görülmektedir. Örneğin, bugün dünyada yaşayan insanlar için mi, gelecekte yaşayacak insanlar için mi, yoksa herhangi bir insani faydadan bağımsız olarak çevrenin kendi içindeki varlıklar için mi çevresel yükümlülüklerimiz vardır? Farklı filozoflar bu temel soruya oldukça farklı yanıtlar vermişlerdir ve bu da çevre etiğinin oldukça farklı düşüncelerle ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Herhangi bir çevre etiği söz konusu olduğunda sorulması gereken belki de en temel soru basitçe şudur:

“Doğal çevreye ilişkin ne gibi yükümlülüklerimiz bulunmaktadır?”

Eğer cevap basitçe insanlar olarak doğaya yönelik eylemlerimizi kontrol altına almazsak kendi kendimizi yok edeceğimiz şeklindeyse o zaman bu etik bakış “insan-merkezci” olarak kabul edilir. Antroposentrizm kelime anlamıyla “insan merkezlilik” demektir ve bir anlamda tüm etik yaklaşımların antroposentrik olduğu kabul edilmektedir. Çünkü, bildiğimiz kadarıyla, yalnızca insanlar etik meseleler hakkında akıl yürütebilir ve bunlar üzerine düşünceler üretebilir; bu da tüm ahlaki tartışmalara kesin bir “insan merkezlilik” niteliği kazandırır. Ancak, çevre etiği özelinde insan merkezcilik genellikle bundan daha fazlasını ifade eder. Bu çoğunlukla “ahlaki duruşu” yalnızca insana atfeden bir etik çerçeveyi anlatır. Dolayısıyla insan merkezci bir etik yaklaşım, yalnızca insanların bizzat kendilerinin ahlaki açıdan değerli varlıklar olduklarını iddia eder. Bu da çevreyle ilgili olanlar da dâhil olmak üzere sahip olduğumuz tüm doğrudan ahlaki yükümlülükleri insanlara borçlu olduğumuz anlamına gelir.

Batı felsefesi tarihine bu tür bir insan merkezcilik egemen olsa da bu yaklaşım birçok çevre etiği savunucusunun ciddi tepkisini çekmiştir. Bu düşünürler, etik duruşun insanlığın ötesine taşınması ve insan dışındaki doğal dünyaya da ahlaki bir statü tanınması gerektiğini iddia etmişlerdir. Bazıları bu kapsamın duygulu hayvanlara, bazıları tek tek tüm canlı organizmalara kadar genişletilmesi gerektiğini; bazıları da nehirlerin, tüm canlı türlerinin ve bütün ekosistemlerin aynı etik duruşun kapsamı içine girmesi gerektiğini savunmuşlardır. Bu etik yaklaşıma göre, çevreyle ilgili yükümlülüklerimiz vardır; çünkü aslında çevredeki canlılara veya varlıklara karşı kimi borçlarla çevreliyizdir. Çevresel yükümlülüklerimizin antroposentrik ya da antroposentrik olmayan akıl yürütmeler üzerine kurulu olup olmadığının belirlenmesi, bu yükümlülüklerin ne olduğuna ilişkin farklı açıklamalara da yol açmaktadır.

Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım

İlgili konular:

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...