Felsefe hakkında her şey…

Bilim doğruyu söyler mi? Bilime ne kadar güvenebiliriz?

06.01.2022
1.432
Bilim doğruyu söyler mi? Bilime ne kadar güvenebiliriz?

Bilimin mutlak doğrulara ulaşması imkansızdır; fakat bilim, işlevsel doğrulara ulaşmakta yeterince iyidir.

Doğru nedir? Bu cevaplanması güç bir sorudur. Birçok kişinin kabul etmek isteyeceğinden bile daha güç bir soru

Bilim işe yarar doğrulara, ya da işlevsel hakikat diyebileceğimiz şeye; bir şeyin ne olduğuna değil de ne işe yaradığına odaklandığında ulaşır. Örneğin yer çekiminin nasıl işlediğini biliyoruz; ancak yer çekiminin ne olduğunu bilmiyoruz. Yer çekimi, anlamı zaman içinde değişmiş ve muhtemelen değişmeye devam edecek olan bir kavram.

Sonuç olarak denilebilir ki mutlak doğrular yoktur, yalnızca üzerinde fikir birliği ile anlaşmaya varılmış işlevsel doğrular mevcuttur. Bu ayrımı oluşturan temel fark, bilimsel doğruların olgusal kanıtlarla belirlenmesi ve diğer doğrularınsa inanca dayalı olmasıdır.

Bilim doğruyu söyler mi? Kişilerin veya toplumların çok karmaşık bir doğru anlayışları vardır; doğrunun ne olduğu kişiden kişiye ve toplumdan topluma ve hatta aynı kişi ve toplum için zamandan zamana değişiklik gösterir. Peki ama neden?

BU BİRAZ KARMAŞIK

Öncelikle, “doğrunun” tanımlaması ve hatta ne olduğunun tespit edilmesi bile çok zordur. Birinin size doğruyu söylediğinden nasıl emin olabilirsiniz? Siz, kendiniz her zaman doğruyu mu söylersiniz?

Toplumlarda belirli bir ahlaki değerler zincirine sahip olan kültürler için doğru kabul edilebilecek olan şey, bir başka kültürde doğru olarak görülmeyebilir. Bu konuda örnek bulmak oldukça kolaydır: ölüm cezası, kürtaj hakkı, hayvan hakları, çevrecilik, bireysel silahlanma vb. konularda birçok toplum, diğerlerinden çok farklı yargılara sahiptir.

kültür, kültürel fark, toplum

İnsan ilişkileri düzeyinde, doğru, çok karmaşıktır. Sahnenin yalan haberlerle dolu olduğu bir çağda yaşamak bile tek başına bu bariz gerçeği ortaya koyar. Bununla birlikte, neyin doğru, neyin yanlış olduğunun nasıl ayırt edileceğini bilmemek korkuya, güvensizliğe ve nihayetinde fikir köleliği denilebilecek şeye -gücü elinde tutanın tasarladığı dünya görüşüne itaat etmeye- yol açar. Ve bunun sonucu da 20. yüzyıl tarihinin kapsamlı bir şekilde gösterdiği gibi, felaket olabilir.

Nihai veya mutlak doğru bilim tarafından bile dillendirilse bu söyleme güvenilmemelidir.

Bilimin en azından kâğıt üzerindeki amacı, herhangi bir inanca veya ahlaki sisteme dayanmadan doğruya ulaşmaktır.

Bilim, değer yargılarından bağımsız olmak için insanın yanlılığının ötesine geçmeyi amaçlar. Buradaki temel sayıltı, doğanın ahlaki bir boyutunun bulunmadığı ve bilimin amacının doğayı mümkün olan en iyi şekilde betimlemek, “mutlak doğru” diyebileceğimiz şeye ulaşmak olduğudur.

Bu yaklaşım, insani hataları denklemden çıkarmanın ve mutlak nesnel bir bakış açısına sahip olmanın mümkün olduğuna dair ortaya konulan Aydınlanma fikrinin olağan mirasçısıdır. Ancak bunlar, gerçekleştirilmesi çok zor olan işlerdir.

Bilimin doğruya giden en pratik yol olduğuna inanmak elbette cezbedicidir; çünkü bilim birçok alanda şaşırtıcı derecede başarılı sonuçlar elde etmiştir. Örneğin otomobilinize güveniyorsunuz; çünkü o mekanik ve termodinamik yasaları çerçevesinde çalışıyor. NASA’da çalışan bilim insanları ve mühendisler, başka bir gezegenin semalarında uçabilen ilk insan yapımı cihaz olan Ingenuity’nin tamamen kendi başına Mars’ın üzerinde uçabilmesini sağlıyor. Ve nicesi…

Fizik kurallarını kullanarak GPS teknolojisi sayesinde maddenin manyetik özelliklerinden arabanızın trafikteki konumuna kadar sayısız veriye şaşırtıcı doğruluk seviyelerinde ulaşabiliyoruz. Bilim, bu kısıtlı anlamda doğruyu söyler. Bu doğru, doğa hakkındaki mutlak doğru olmayabilir; ancak kesinlikle bilim camiasının ortak varsayım ve bulgularının deneye tabi tutması temelinde fikir birliği ile ulaşılan bir tür pratik, işlevsel doğrudur.

DOĞRU NEDİR?

Araştırmayı daha derinlere indirdiğimizde, doğrunun anlamı kavranamaz bir hâle gelir. Bu bağlamda, MÖ 400’lerde “gerçeğin derinliklerde olduğunu” söyleyen Sokrates öncesi dönem filozofu Demokritos ile aynı fikirde olmalıyız (Demokritos’un, kesinlikle derinliklerde var olan atomun varlığını aynı zamanlarda öngördüğünü de hatırlatmak gerekir).

Gülen Filozof Demokritos

Gülen Filozof Demokritos

Bir sözlüğe göz atmak bu görüşü destekleyecektir.

“Doğru: mantığa ve gerçeğe uygun olan.”

Bu çok dolaylı bir tanım. Neyin gerçek olduğunu nasıl bileceğiz ki? Ve ikinci bir tanım şöyledir:

“Doğru: Gerçek olarak kabul edilen bir olgu veya inanç.”

Kabul buradaki anahtar sözcüktür. Dinî inançtaki gibi bir itikat, doğru kabul edilebilir. Dinî inancı doğrulamak için kanıta gerek yoktur. Ancak bir olgunun da doğru olarak kabul edilebileceğini unutmamalıyız.

Bu örnekler, bilim camiasının gerçek kabul etmek yoluyla neyin doğru olduğu konusunda nasıl fikir birliğine vardığını gösterir. Yeterli olgusal kanıt, bir ifadenin doğru olduğunu ortaya koyar (Yeterli olgusal kanıtı tanımlayan şeyin de aynı zamanda ortak kararla da belirlendiğini unutmayalım). En azından daha fazlasını öğrenene kadar…

Yer çekimi örneğini ele alalım. Serbest düşüşte olan bir cismin yere çarpacağını biliyoruz ve Galileo’nin serbest düşme yasasını kullanarak cismin ne zaman yere çarpacağını hesaplayabiliriz. Bu, “işlevsel gerçek”in bir örneğidir.

Aynı yükseklikten bırakılan bir milyon kaya parçası bile düşünseniz, aynı yasa her bir kaya için tek tek geçerli olacak ve tüm nesnelerin (sürtünme yokluğunda) kütlelerinden bağımsız olarak aynı hızla yere düştüğünü, işlevsel gerçeğin olgusal kabulü olarak eksiksiz biçimde doğrulayacaktır.

Peki ya “Yer çekimi nedir?” diye sorarsak?

Bu, yer çekiminin ne yaptığıyla ilgili olmayan, sadece yer çekiminin ne olduğuna dair ontolojik bir sorudur. Ve burada işler biraz güçleşiyor.

Galileo’ye göre yer çekimi, aşağıya doğru bir ivmeydi. Newton’a göre, kütlesi olan iki veya daha fazla cisim arasında, iki cismin arasındaki uzaklığın karesiyle ters orantılı olan bir kuvvetti. Einstein içinse kütle ve/veya enerjinin varlığından dolayı uzay-zamanın bükülmesiydi.

Peki bu konudaki son sözü Einstein mı söylemiş oluyor? Muhtemelen öyle değil…

MUTLAK BİLİMSEL GERÇEKLİKTEN SÖZ EDİLEBİLİR Mİ?

Kesin veya mutlak bilimsel gerçekler, doğa hakkında bildiklerimizin nihai olabileceğini, insanın bilgi birikiminin mutlak açıklamalarda bulunabileceğini varsayar. Ancak bunun gerçekten işe yaramayacağını biliyoruz. Çünkü bilimsel bilgi doğası gereği tamamlanmış değildir ve doğayı bilimsel donanımımızla irdeleyebildiğimiz kadarıyla doğru ve derindir. Elde ettiğimiz veriler ne kadar doğruluk ve derinlik kazanırsa mevcut teorilerimizdeki çatlaklar da o kadar fazla ortaya çıkar.

O hâlde, doğrunun gerçekten de derinlerde olduğu ve kesin ya da mutlak doğrulardan bahsedilmemesi, hatta bilimde bile bu doğrulara güvenilmemesi gerektiği konusunda Demokritos ile hemfikir olmalıyız.

Neyse ki tüm pratik amaçlar için -uçan uçakların veya uzay gemilerinin tasarlanması; bir molekülün özelliklerinin, kimyasal reaksiyon oranlarının, aşıların etkinliğinin veya beynimizdeki kan akışının belirlenmesi gibi- işlevsel doğrular oldukça iyi iş çıkarıyor…

 


 

Yazar: Marcelo Gleiser (Teorik Fizikçi)

Çeviri: Sosyolog Ömer YILDIRIM

Bu makale, Sosyolog Ömer YILDIRIM tarafından www.felsefe.gen.tr için derlenerek çevrilmiştir.

Derleme için kaynak metin: Does science tell the truth?

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...