Felsefe hakkında her şey…

Bağımsız bir ‘düşünen’ olmak mümkün müdür?

28.07.2021
1.872
Bağımsız bir ‘düşünen’ olmak mümkün müdür?

Bu makale Sosyolog Ömer Yıldırım tarafından www.felsefe.gen.tr için, Tom Stafford’un* “Free thought: can you ever be a truly independent thinker?” isimli makalesinden Türkçeye çevrilip derlenerek hazırlanmıştır. Alıntılanması durumunda kaynak gösterilmesi, ahlaklıca olanıdır.

“Kendi kararlarımı kendim veriyor olmam benim için önemli; ancak çoğu zaman bu kararlarımın kültürel ve toplumsal normlardan, reklamlardan, medyadan ve çevremdekilerden ne kadar etkilendiğini merak ediyorum. Hepimiz uyum sağlama ihtiyacı hissediyoruz; ancak bu ihtiyaç, kendimiz için kararlar almamızı engelliyor mu? Kısacası, gerçekten özgür bir düşünür olmak mümkün müdür?” Richard, Yorkshire.

Bu konuda size iyi ve kötü haberlerimiz var. William Ernest Henley, “Invictus” adlı şiirinde şunları ifade ediyor:

Sırat ne kadar darsa dar,
Ne kadar doluysa dolu amel defterim,
Ben kaderimin efendisiyim,
Ruhumun komutanı, benim…

Kendimizle baş başayken “ruhumuzun komutanı” olmak güven verici bir fikir olsa da hakikat bundan ibaret değildir.

Gerçek şu ki bizler derin bir uyum sağlama ihtiyacı tarafından yönlendirilen sosyal varlıklarız. Bunun sonucu olarak da hepimiz kültürel normlardan ciddi biçimde etkileniyoruz.

Bu bağlamda başlıktaki sorumuzun (Bağımsız bir ‘düşünen’ olmak mümkün müdür?) detayına şöyle eğilebiliriz: Diğerlerini şimdilik bir kenara koyarsak en azından reklamcılığın sizi hayal ettiğiniz kadar etkilemiyor olduğunu söyleyebiliriz.

Hem reklamcılar hem de bizim gibi reklam eleştirmenleri, reklamların bizi istedikleri gibi dans ettirebileceğini düşünüyoruz. Özellikle artık her şey dijitalleşmişken ve kişiselleştirilmiş reklam hedeflemesi daha önce hiç olmadığı kadar mümkünken…

reklamcılık, reklam, advertise, advertising, panolar, reklamlar

Gerçekte reklam bilimi diye bir disiplin söz konusu değildir. Piyasaya çıkan birçok yeni ürün, yoğun reklam kampanyalarına rağmen başarısız olur. Bazen satışlar yükselse bile, hiç kimse reklamcılığın bu yükselişte oynadığı rolden tam olarak emin olamaz.

Bir pazarlama dehası olan John Wanamaker’ın bu konuya şöyle değiniyor:

“Reklama harcadığım paranın yarısı boşa gidiyor; fakat sorun şu ki hangi yarısının boşa gittiğini bilmiyorum.”

Reklam verenlerin reklamın etkinliğini abartması beklenir. Reklamcılar ise genellikle daha mütevazı iddialarda bulunurlar. Ancak bu mütevazı iddialar bile abartılı olabilir.

Son araştırmalar; hem çevrim içi hem de çevrim dışı reklam etkinliklerini incelemek için yaygın olarak kullanılan yöntemlerin, reklamın inançlarımızı ve davranışlarımızı değiştirme gücünü büyük ölçüde abarttığını gösteriyor.

Bu kimi eleştirmenlerin, en azından çevrim içi olarak, reklam parasının yalnızca yarısının değil, belki de neredeyse tamamının boşa harcandığını savunmasına yol açtı.

Ayrıca ticari reklamların dışında da benzer sonuçları görmek mümkün. Şöyle ki bir siyasi kampanyanın saha deneyimlerinin bir incelemesi, “kampanya temasının ve reklamcılığın Amerikalıların genel seçimlerdeki aday tercihleri üzerindeki etkilerinin en iyi tahminle sıfır olduğunu” savundu. Sıfır!

Başka bir deyişle, insanların siyasi olarak kimi tercih ettikleri konusunda medyayı suçlamayı sevsek de onların medya tarafından ne zaman ve nasıl yönlendirildiğine dair sağlam kanıtlar bulmak şaşırtıcı derecede zordur.

Hatta bir siyaset bilimi profesörü olan Kenneth Newton, bu konuda “Bu Medya Değil, Seni Aptal” iddiasında bulunacak kadar ileri gitmiştir.

Reklamcılığın zayıf bir güç olmasına ve medyanın belirli seçimleri nasıl etkilediğine dair kesin kanıtlar bulunmamasına rağmen, her birimiz şüphesiz içinde yaşadığımız kültürden etkileniyoruz.

MODA TAKİPÇİLERİ

Moda, hem kıyafet satın almak hem de belirli bir saç stilini seçmek gibi yüzeysel şeyler için olduğu kadar cinayet işlemek ve hatta intihar etmek gibi daha ağır davranışlar için de kullanılabilecek bir kavramdır.

Gerçekten de hepimiz yanında büyüdüğümüz ve şimdi etrafımızda bulunan kişilerden o kadar çok şey ödünç alıyoruz ki bireysel benliğimizle toplumun bizim için oluşturduğu benliğin arasına net bir çizgi çekmek imkânsız görünüyor.

Örneğin benim yüzümde hiç dövme yok ve olmasını da istemiyorum. Yüzüme dövme yaptırmak isteseydim ailem benim delirdiğimi düşünürdü. Ancak, bu dövmelerin yaygın olduğu ve hatta yüksek statü göstergesi sayıldığı geleneksel Maori kültürü gibi bazı kültürel yapıların içinde doğup yaşasaydım, yüzüme dövme yaptırmamam tuhaf karşılanacaktı.

maori, maoriler, maori kültürü, dövme

Maori kadınları

Benzer şekilde, bir Viking olarak doğmuş olsaydım, en büyük hevesimin elimdeki balta veya kılıçla savaşarak ölmek olacağını varsayabilirim. Ne de olsa Viking inancına göre Valhalla’ya, cennete giden en güvenilir yol budur.

Fakat ben bunun yerine, en büyük arzusu kanlı savaşlardan çok uzakta, kendi yatağında huzur içinde ölmek olan liberal bir akademisyenim. Ve Valhalla’nın sunacağı her türlü vaadin benim üzerimde hiçbir etkisi yoktur.

Sonuç olarak ben tüm arzularımızın içinde doğduğumuz ve yaşadığımız kültür tarafından şekillendirildiğini düşünüyorum.

Ama bu daha da kötüleşiyor. Kendimizi kültürel beklentilerden bir şekilde kurtarabilsek bile, başka kuvvetler düşüncelerimizi etkileyemeye devam edecek. Genleriniz kişiliğinizi etkileyebilir ve dolaylı olarak da olsa inançlarınız üzerinde ikincil bir etkiye sahip olabilir.

Psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud, insanların ebeveynlerinin ve yetiştirilme biçimlerinin davranış kalıpları üzerindeki etkisinden ciddiyetle bahsetmişti ve muhtemelen pek yanılmıyordu.

Bu durumda sadece psikolojik olarak düşünsek bile, önceki deneyimlerinizin ve diğer insanların çift yönlü etkisinden bağımsız olarak nasıl özgürce düşünebilirsiniz ki?

Bu açıdan bakıldığında, tüm davranışlarımız ve arzularımız dış kuvvetlerden derinden etkilenir. Ama bu, davranışlarımızın ve arzularımızın bize ait olmadığı anlamına mı gelir?

Öyle düşünüyorum ki bu ikilemin cevabını bulmak için kendimizi dış etkilerden tamamen kurtarmamız gerekmiyor. Çünkü bu imkânsızdır. Bunun yerine, kendimizi ve fikirlerimizi bizi etkileyen tüm güçlerin kesişimi olarak görmeyi denemeliyiz.

Bunlardan bazıları paylaşımlıdır, kültürümüz gibi; bazıları ise bize özgüdür, benzersiz deneyimlerimiz, geçmişimiz ve biyolojik yapımız gibi. Bu açıdan, özgür bir düşünen olmak, şu andaki konumumuzdan bize tam olarak neyin mantıklı geldiğini bulmamız anlamına gelir.

Dış etkileri görmezden gelemezsiniz ve zaten bunu yapmamalısınız da. Ama iyi haber şu ki bu etkiler bir tür mutlak gücün etkileri değildir.

Hiçbirimizin fikirleri seçimden seçime, inançtan inanca başkalarının ve geçmişin etkilerinden kurtulamamış olsa da tüm deliller, kendimiz için makul kararlar verebildiğimizle ve geleceğe doğru kendi benzersiz yollarımızı çizmekte özgür olduğumuzla uyumludur.

Ne de olsa, bir geminin kaptanı rüzgârı görmezden gelerek yelken açmaz; bazen rüzgârla birlikte, bazen rüzgâra karşı yelken açar; fakat sonuç olarak her zaman rüzgârı dikkate alır.

Benzer şekilde, tüm koşullarımızı göz ardı ederek değil, tüm koşullarımız bağlamında düşünür ve seçimlerimizi ona göre yaparız.

 


 

Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer Yıldırım
Kaynak: Free thought: can you ever be a truly independent thinker? 28 Temmuz 2021 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi; Tom Stafford

* Tom Stafford, Sheffield Üniversitesi Psikoloji Bölümünde öğretim görevlisidir.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...