Felsefe hakkında her şey…

Adnan Adıvar’ın din ve bilim anlayışı

08.11.2022
520
Adnan Adıvar’ın din ve bilim anlayışı

Adıvar’a göre, felsefeyi doğuran nedenlerden biri de, dinin ne demek olduğunu, neden ibadet ihtiyacı duydukları üzerine insanların düşünmeye başlamalarıdır (Adıvar 1969, 29). Felsefe, daha doğrusu Metafiziğin (felsefe) ortaya çıkmasıyla birlikte hemen tabiatüstü bir kuvvetin, Tanrı fikrinin eleştirel bir şekilde düşünülmesi yolu açılmıştır. Bu düşünüş eski Yunan felsefesinin insan beynini karıştırmaya başladığı zamandan beri, insanoğlunun hayatı üzerindeki etkiden bir an geri kalmamıştır. İnsanlığın tarihi hakkında bilgilerimiz genişledikçe, insanların çeşitli iman, itikat ve dini kuruluşları mukayeseli bir yolla incelendikçe dinin -şekli, ismi, düzeni ne olursa olsun- aslında bir bütün, tümel bir kavram olduğu açıkça meydana çıkmıştır. Din adı altında varolan bu tümel kavram, her halde teker teker dinlerin itikat, ibadet ve muamelata dair meselelerinden daha muazzam bir sorun teşkil eder (Adıvar 1969, 29-30).

Çalışmada tümel din kavramı ele alınmış, Hıristiyanlık, Yahudilik İslam gibi dinler kastedilmemiştir (Adıvar 1969, 30). Schleiermacher’e dayanan bir anlayışla dinin cismi ve ruhunun olduğu görüşünü benimsemiştir. Dinin cisminde, kurumları, aşamaları, nasları ve din binasının toplumsal kafesi dahildir. Devleti dinle idare taraf­tarları, dinin cismine ait kurumları daima dünya işlerini düzenleme ve halkı itaate sevk için kullandıklarından, en büyük önemi bu kısma vermişlerdir (Adıvar 1969, 30-31). Dinin ruhu ise tabiatın ötesindeki şeylerin, en yüksek değerlerin sezgi ile bilinmesinden ibarettir (Adıvar 1969, 31). Din sadece ruhi bakımdan incelenecek olursa çeşitli toplumlar içinde çeşitli şekillerde belirlenen dinler arasında büyük bir fark bulunmaz (Adıvar 1969, 31). Dinin tümel kavram niteliği hakkında bir şey söyleyebilmek için dini, insanın ruhi hayatının üç ayrı cephesinden, yani akıl, irade ve duygu noktalarından incelemek gerekir. Dini akılla açıklayan kuramlar, dinin temelinde bir çeşit bilgi bulur ve her din, esas bakımından, kainatın belirli bir tarzda görülüşünden ibarettir. Bu noktada dinin felsefeye çok yakın olduğu apaçık görülüyor. Bununla birlikte, dini sadece akıl kuramıyla açıklamanın doğru olmadığı kanaatine varmıştır (Adıvar 1969, 31-32).

Dinin irade üzerinden açıklamak isteyenlerin dayanakları ahlaktır. Bu temele dayanan kuramlar, dine ameli bir yandan bakarak, onu yalnız iradenin yönünü tayinle ilgili sayar (Adıvar 1969, 32). Dinin niteliğini his esasından tetkik edenlerin kuramına da romantik kuram adı verilir. Bu kuran dinin esası olarak duyguyu alır. (Adıvar 1969, 32). Bu sınıf­lamanın arkasında olan Buisson, dinin tarifini üç esasa ayırır: 1- Zihni bakımdan gerek tarihi ve gerek nazari bir takım iman ve akidelerden, 2- Hissi bakımdan ibadet, vecit, delilsiz ve ispatsız inanma dua gibi heyecandan, 3- Ameli bakımdan da ferdin, ailenin, toplumun maddi ve manevi yönetimine uygulanabilen birtakım kurallardan ibaret olduğunu söylüyor (Adıvar 1969, 33). Buisson’un, din, sonsuzluğa karşı açılmış bir pencere, gerçi bizi sonsuzluğa sahip kılamaz; fakat ne de olsa, bizi sonlunun hapsinden kurtarır, görüşünü benimsemektedir (Adıvar 1969, 34).

Eğer din, ancak ruhu itibarıyla insanlığın duygu ve kalbine hakim olmakla kalsaydı, hiç şüphesiz ilmin alanına asla tecavüz etmeyecekti. Belki de asırlarca beşerin kafasını yoran dini ilme, yahut ilmi dine hakim kılmak ve nihayet ikisi arasındaki kavgayı bir anlaşma ile bitirmek meselesi bugün mevcut olmayacaktı. O zaman birçok dimağlar, din hakkında serin kanlılıkla düşünecekler, dinlerin ilahiyatçıların şan ve şeref­lerini sağlamak için değil, aksine insanların bazı hissi ve kalbi ihtiyaçlarını tatmin etmek için vücuda gelmiş kuruluşlar olduğunu görecekler ve bu ihtiyaçlar başka bir yoldan tatmin oluncaya kadar toplumların kurumlarından biri olarak dinin kalcı olduğuna inanacaklardı. Fakat kuvve elde etmek isteyen her kurum gibi din de bu his ve kalp alanından çıkarak insanların düşünüşü, gündelik hayatı, toplumun kanunları üzerinde de hakim olmaya başlayınca karşısında aklı ve sonra da deney ve gözlemi bulmuş, yani önce felsefe, sonra da ilimle çatışmıştır (Adıvar 1969, 35).

Adıvar’a göre, bizim gibi bütün modern ilim ve tekniği hazır bulmuş milletler için, o ilim ve tekniğin tarihini kısaca da olsun bilmek, insanlık tarihinde harp ve siyaset yanında bir de ilim ve medeniyetin yeri olduğunu öğrenmek pek faydalıdır (Adıvar 1970, 7). Bu düşünceleriyle bilim ve tekniğe bir katkı sağlamadığımızı bildirmektedir. Bunun yanında bilim alanıyla ilişkin kaygısını düşünce tarihçiliğiyle ilişkilendirmiştir. İslam medeniyetinde geliştirilen ve Türkler tarafından da kullanılan ilim teriminin anlamı, dini araştırmalar, araştırma yöntemi ve araştırma disiplinleri çerçevesinde belirlenmiştir. Özellikle de İslam dinini en iyi şekilde anlamak, öğrenmek ve araştırmak için geliştirilen bilgi, yöntem, disiplin ve tavırdır, ilim olarak adlandırılmıştır. Bilim ise, Yeniçağda Avrupa’da doğa bilgisi anlayışı ve bu bilginin elde edilmesinde kullanılan yöntem bağlamında ortaya çıkmıştır. İlim dini bilgiyi, bilim de doğa bilgisini araştırdığından dolayı, mahiyetçe birbirlerinin dışında yer alırlar. Ancak 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren ilim terimi bilim terimi yerine kullanılmakta ve karışıklık yaratmaktadır. Adıvar’ın kitaplarında ilim terimini, bilim terimi anlamında kullandığından, bu çalışmada, dini bilgileri içermediği sürece bilgi terimini kullanılmaktadır.

Adıvar’a göre Doğu’da ilim kelimesi, bütün beşeri bilgileri, hiç ayırt etmeksizin içine alan çok geniş bir anlam taşır (Adıvar 1970, 5). İlim terimi, kelamdan rüya tabirine kadar geniş bir kullanım alanına sahiptir (Adıvar 1970, 5-6). İlme verilen bu geniş anlam, Türkiye’nin karanlık kalan fikir göklerini modern ilmin ilk ışıkları aydınlatıncaya kadar, yani 19.yüzyıla kadar baki kalmıştır. Bütün bu ilimler medreselerde okutulurlardı. (Adıvar 1970, 6). Adıvar, ilim anlayışın, içerik ve yöntem açısından Yunan düşüncesinin kazandığı niteliklerin farklılaşarak Doğu’da kavranışını yansıttığını ve Türklerin de ilim terimini eksik bazen de yanlış anladıklarını belirtmektedir (Adıvar 1970, 7). Bu düşüncesiyle bilim anlayışının Yunan kökenli olduğu ve yapısının değiştirildiğine işaret etmektedir.

Adıvar, ilmi, en basit manasıyla, olayların birbiri arkası sıra tekrarlanışına dikkat edilerek çıkarılacak bir takım kavramların tümü gibi telakki edilmesi olarak görür. Ona göre bu sürecin kaostan kozmos haline geçiş şeklinde açıklanması ve olayların tekrarlanmasından dolayı, tekrarlanan olayların gelecekteki hallerini bilebilme çıkarımı, bilimin temelini oluşturmaktadır. Başka bir deyişle, olayların önceden biliniş tarzlarına ve olaylar hakkındaki görüşlere ilim dendiğini belirtmiştir (Adıvar 1969, 36). İlmi düşünce, tekrarlanan olayların nedenini, niçinini ve nasılını düşünmektir (Adıvar 1969, 36). İlim, gerçeklikler arasındaki bağlantıların tümüdür. İlim, bu sayısız gerçeklikleri küçük sayıda birtakım bağıntılara indirerek birbirine bağlar ve böylelikle evrenin akılla düşünülebilir bir kadrosunu yaratır (Adıvar 1969, 37). İlim, bu görevi yapmak için zaman, mekan, nedensellik, töz, nitelik, nicelik gibi ancak akılla bilinir şeyleri kullanır (Adıvar 1969, 38). İlim sınıf­laması üzerinde de duran Adıvar, Descartes’in kökünün metafizik, gövdesinin fizik ve dallarının da öteki bilimlerin oluşturduğu ağaç modelini kullanmıştır (Adıvar 1969, 38-39).

Bilimin amacı olarak, merakın tatmini, insan hayatına yeni ihtiraslar ve zenginlikler kazandırma, kudret kazanma gibi düşüncelerini aktarmak ve bunların yanında, felsefeyi ilerletme, bilgiye ulaşma gibi unsurlar öne çıkarılmıştır. Bilimde asıl gelişmeleri bilim için bilim amacıyla çalışanların yaptıklarını vurgulamış, bu amaçla yapılanların da paraya dönüştürüldüklerini belirtmiştir (Adıvar 1969, 39-40). Adıvar’a göre ilmin keşfettiği gerçek, onun iktisadi bir kıymeti olmasa ve bize yeniden hiçbir kudret vermese bile, ancak birtakım batıl inançlarımızı kökünden koparıp atmak kudretini bağışladığı için sevmelidir (Adıvar 1969, 41-42). Bu anlayış hem bir gerçekliği dile getirmekte hem de bilimi idealiz etmektedir. Kitabının sonunda dile getirdikleri de ideal resmi desteklemektedir: Bütün bunlara rağmen, tabiatın derinliklerine doğru giden yolları aydınlatmak için meşaleyi yüksek tutan el, bizi hedefimize eriştirmese bile, mutsuzu mutlu, kötümseri iyimser yapacak, insanları huzursuzluktan sonra sükuna, göz yaşından sonra sevince, karanlıktan sonra nura götürecektir (Adıvar 1969, 612). Bu beklenti bilimdendir. Bu kadar yüksek bir beklenti, bilimi yüceltmektedir.

Adnan Adıvar, yukarıda kısaca tanıtılan kitapları ve kitaplarında içerilen düşünceleriyle, Türkiye’nin yetiştirdiği önemli düşünürlerden biridir. Bilimi temel alarak yaptığı çalışmalar, bir yandan bilimin yapısı, tarihi, felsefe ve dinle ilişkileri incelenirken, diğer yandan Türklerin bilim alanındaki çalışmalarının ne durumda olduğunu sorgulamaktadır. Bu tür paralellikler verimli çalışmaların ortaya çıkmasını sağlamaktadır.

Kaynak: TÜRKİYE’DE FELSEFENİN GELİŞİMİ I, s. 132-140, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2456 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1428

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...