Felsefe hakkında her şey…

Varlık Tarihi ve Teknoloji Sorunu

10.11.2019
1.433

Heidegger’i 1930’larda varlık tarihine odaklanır. Varlık ve Zaman olarak bildiğimiz eseri kitabın başındaki planla karşılaştırdığımızda, baştaki planın gerçekleştirilmemiş olduğunu fark ederiz. Birinci kitabın destrüksiyona ayrılan üçüncü bölümü ve ikinci kitap yazılmamıştır.

Heidegger’in felsefi tasarısının destrüktif kısmından vazgeçtiği anlamına mı gelir mi bu? Hayır, çünkü tasarladığı destrüksiyonu, Varlık ve Zaman’ı takip eden ve farklı adlar taşıyan eserlerinde yapmaktadır. O hâlde neden bu destrüksiyonu Varlık ve Zaman çerçevesinde yapmaz? Bu soruya yanıt arayan yorumcular, Heidegger’in Varlık ve Zaman’ı tamamlamamasını bir zemin değişikliğine, düşüncesinde bir dönüşün (Kehre) meydana gelmesine bağlarlar. Varlık ve Zaman özne felsefesine karşı bir başkaldırı olduğu halde, Heidegger onu tamamladıktan sonra Varlık ve Zaman’ın başlangıç noktasını yine de “öznel” bulacaktır. Zira insanın varlıkla ilişkisi Dasein’ın varlığı çözümlenmek suretiyle ele alınmıştır. Varlıkla ilişki Dasein’ın anlamasında değilse hiçbir yerdedir. Halbuki destrüksiyon girişimini başarıya ulaştırmak için insanın varlıkla ilişkisini varlıktan itibaren düşünmek gerekir. Bu elbette Varlık ve Zaman’ın aşılması anlamına gelir fakat “aşmak” terimi bu eserde yapılanların gereksiz veya yanlış tasarlanmış olduğunu göstermez. Tam tersine Heidegger’i araştırmasının bu ikinci aşamasına getiren şey Varlık ve Zaman’da attığı adımlardır.

Neden varlığın anlamı sorusunu yanıtlayabilmek için bir destrüksiyona ihtiyaç vardır? Bugün bir felsefe mefhumunu anladığımızda onun belli bir tarihsel yorumuyla ilişki kurmuş oluruz. Ancak acaba söz konusu yorum, mefhumun ilksel, kökensel anlamını bize gösterir mi? Elbette hayır, varlık tarihinde meydana gelen önemli olaylar, tekhne kavramının Aristoteles tarafından yorumlanışı, Yahudi-Hı- ristiyan geleneğinde yaratıcı bir Tanrı mefhumunun çıkması, yaratımın “üretim”, “imal” olarak düşünülmesi vb., diğer temel mefhumların da anlaşılma tarzını dönüştürür. Destrüksiyon Heidegger’i felsefe tarihinde “hermenötik” bir düşünüme sokar. Örneğin neden Husserl’in veya Kant’ın belli bir kavramsal kararı verdiklerini, belli bir stratejik adımı attıklarını, onların Descartes’la kurdukları bir ilişkiye geri dönerek açıklar. Descartes’ı ise ortaçağda yapılan yorumların ışığında okur. Böylece, Heidegger, felsefi külliyatı düzenleyen ve yapılandıran yargıları sürekli bir biçimde sarsar ve bunu yaparken bize metafiziğin bir devamlılığı, bir birliği olduğunu, ancak bu birliği tarihsel bir hareket olarak düşünmek gerektiğini hissettirir. Bu felsefenin hermenötik boyutu, onun elbette güçlü bir tarih bilinci olduğunu gösterir. Bunun oluşmasında 19. yüzyıl düşünürü Wilhelm Dilthey’ın etkisi vardır. Ancak bu tarih bilincini Heidegger Alman idealizmi ve Hegel’le ilişkisinden de alır.

Heidegger’in düşüncesinin temel sorusu, en azından 1927’de varlığın anlamı sorusudur. Fakat bu sorunun bir yanıtı veya tek bir yanıtı olabilir mi? Ne kadar çok farklı insan varsa varlığın anlamının da o kadar çok ve farklı olabileceği sanılabilir. Ancak aynı çağda yaşayan insanlar varlığı pek de farklı anlamazlar. Varlığın çeşitli çağlarında varlık çeşitli adlar altında söylenir, Platon ona idea, Aristoteles ousia, energeia, Ortaçağ Tanrı adını uygun görmüştür, modern çağ ise onu cogito, bilinç, aşkın bilinç, istem, güç istemi olarak düşünür. Varlığa bir ad veren, onu bir terim bularak düşünen ilkin filozoflar veya düşünürler olduğu halde; tüm bir çağ eninde sonunda varlığın bu anlaşılma tarzının hâkimiyeti altına girer. Metafizik günlük hayata da sirayet eder, metafizikten bihaber sıradan bir insanın da varolanlarla kurduğu tüm ilişkileri etkiler. Bu adların değişme sürecini Heidegger varlığın tarihi veya yazgısı (Geschick des Seins) olarak düşünür. Yazgı bir adresten bir başkasına yollanan ve alıcısına ulaşana dek birçok kez açılıp okunmuş bir mektuba benzer. Böyle bir anlatı kurarak Heidegger felsefeye özünde Eski Yunan kökenli bir kimlik kazandırmaktadır. Ancak felsefenin Eski Yunanlı olduğunu söylemek Heidegger için felsefenin Batılı veya Avrupalı olduğunu söylemektir. Varlığın yazgı sı sanki Eski Yunanlılar ile modern Avrupa’yı aynı maceranın başı ve sonu haline getirir. Bu maceranın yönü nedir peki? Bir gelişme veya ilerleme içerir mi? Heidegger’in düşüncesi bu noktada bir modernlik eleştirisi biçimini alır. İçinde yaşadığımız çağ “teknoloji çağı”dır, bu çağda varlığı gerektiğinde kullanılmak üzere saklı durabilen, depolanabilen enerji olarak anlıyoruz, varolanları da bu anlama içinde açığa çıkarıyor, tecrübe ediyoruz. Teknoloji makineleşmeden ibaret değildir: Teknolojinin özü varlığı bir açığa vurma, bilme tarzıdır. Varlığı enerji kaynağı olarak görme veya açığa çıkarma, varlığın başka bir şey olarak belirmesini, açığa çıkmasını da engeller. Teknoloji çağında varlığın hakikati Gestell, yani çerçevelemedir. Bu çağın asıl sorunu araçsal aklın hâkimiyetini kurması, her şeyin araçsallaştırılması mıdır? Her şeyin faydaya tabi olarak değerlendirilmesi midir? İlginç olan bir nokta Heidegger’in hiçbir şeyin tamamen araçsallaştırılamayacağını düşünmesidir. İnsanlar en kötü şartlarda yaşadıkları hallerde, mesela kamplarda bile araçsallaştırılamayacak bir an vuku bulur, bir resim, bir oyun, bir şarkı çıkıverir ortaya. Aslında en korkuncu insanın kendi kendisini araçsallaştırmasıdır, kendisine, farkında bile olmadan, bir enerji kaynağı olarak bakmasıdır.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...