Felsefe hakkında her şey…

Plotinos’un tanrı anlayışı

11.11.2019
2.268

Plotinus’un Tanrı’yı tanımlarken en sık kullandığı kavram “Bir”dir. Tanrı hem nesnelerin ilk ve tek nedeni olduğu hem de kendisine benzer başka herhangi bir varlık bulunmadığı için Bir’dir.

Tanrı eşyanın ilk ve tek nedenidir” seklindeki bir önerme muhtemelen Plotinus’un Tanrı’ya dair kullanabileceği istisnai olumlu önermelerden birini teşkil etmektedir. Zira, Plotinus’a göre, Tanrı hakkında, onun ne olduğunu belirten önermeler kurulamaz. Tanrı’nın ne olduğu değil, ne olmadığı söylenebilir. Başka bir deyişle, Plotinus negatif bir teoloji anlayışına sahiptir.

Tanrı’nın ne olduğundan çok ne olmadığı üzerinde duran söylem apofatik teoloji olarak nitelendirilmektedir. Tanrı’nın niteliklerinin olduğu ve bunlar hakkında konuşulabileceği düşüncesine ise katafatik teoloji denilmektedir. Apofatik teoloji negatif, katafatik teoloji ise pozitif birer söylem olarak nitelendirilebilir.

Plotinus Tanrı’yı her şeyin ilk nedeni olarak görürken aslında Platon’un yürüttüğü bir muhakemeyi kullanmaktadır. O da tıpkı Platon gibi maddi dünyanın sürekli bir değişim halinde bulunduğu, dolayısıyla da bir gerçekliğe sahip olmadığı kanaatindedir. Sürekli değişen bir şeyin gerçek anlamda var olduğu söylenemez. Bu nedenle, değişmeyen gerçekliğin maddi dünyadan farklı ve ayrı bir gerçeklik olarak mevcut olması gerekir. Bu da Tanrı’dır (Cevizci, 2015, s. 146).

Peki, her şeyin ilk ve tek nedeni olan Tanrı hakkında olumlu ifadeler kullanılamıyor oluşunun nedeni ne olabilir? Plotinus negatif teolojisini hangi gerekçeye dayandırmaktadır? Bu soru, genellikle din felsefesinin önemli mevzularından biri olan “din dili” başlığı altında tartışılmaktadır. Negatif teolojiye dair tartışmalar oldukça eskidir. Bu tartışmaları Plotinus’tan önce de yürüten filozoflar olmuştur. Örneğin Platon, Timaeus adlı diyalogunda, Tanrı’yı bilmek mümkün olsa da onun hakkında bilgi aktarımında bulunmanın imkânsızlığından bahsetmektedir (Platon, 2008, s. 17).

Yukarıdaki soruya verilen cevaplar büyük oranda sonsuz ve sonlu varlık arasındaki farka vurgu yapmaktadır. İnsanlar sonlu varlıklar olarak sonsuz varlığı, yani Tanrı’yı nasıl kavrayabilir ve onu sonsuzluğuna halel getirmeyecek şekilde nasıl tasvir edebilirler? Sonsuz varlık hakkındaki olumlu nitelemeler, örneğin onun “iyi” veya “güzel” olduğu seklindeki önermeler en nihayet onu sınırlandırmak demek değil midir? (Philly, 2000, s. 224). Şu halde, Tanrı hakkında onun temel niteliklerini sayıp dökmeyi mümkün kılacak şekilde olumlu ifadeler kullanmamak gerekmektedir.

Plotinus’un negatif teolojisinin bir diğer dayanağı ise Tanrı’nın askın bir varlık olduğu düşüncesidir. Tanrı neden olduğu evrenden tamamıyla farklıdır ve onu bütünüyle asmaktadır. Onun bir parçası değildir. Ona varlık bahsetmekte, fakat bunu yaparken kendisinden bir şey kaybetmemektedir. Her şey ona muhtaçtır ve ona dayanmaktadır, o ise hiçbir şeye muhtaç değildir. O salt varlıktır ve basittir. Bu nedenle parçalarının olduğu söylenemez. Eğer parçalardan teşekkül etseydi, mevcudiyeti için bu parçalara ihtiyaç duyardı, oysaki böyle bir durum söz konusu değildir. Şu halde, parçalar hakkında kullanılan nitelemelerin Tanrı hakkında kullanılması mümkün değildir.

Tanrı hakkında yalnızca negatif bir dilin kullanılması gerektiği yönündeki bir iddia beraberinde çeşitli problemleri getirecektir elbette. Hakkında olumlu ifadeler kullanamadığımız bir varlığın, pozitif bir yargıda bulunarak, söz gelimi “var” olduğunu nasıl iddia edebiliriz? Plotinus Tanrı’nın mevcudiyetini değil onun hakkında kurulabilecek pozitif önermelerin mahiyetini tartışma konusu ettiğine göre, bu soruya makul bir cevap vermek durumundadır. Görülebildiği kadarıyla, Yeni-Platoncu düşünce açısından en makul cevap, dinî tecrübeye başvurmaktır. Kişi Tanrı hakkında bilgi edinecekse, bedeninin sınırlarını aşan bir düzeye yükselmeli ve aşkın bir varlık olan Bir’i mistik bir şekilde tecrübe etmelidir.

Hemen belirtmek gerekir ki Bir’in ancak mistik bir şekilde tecrübe edilebileceğine dair bir iddia, yukarıda temas edilen meselenin halli bakımından yeterli değildir. Üstelik bunun bir cevap olduğu dahi tartışmalıdır. Zira mistik/dinî tecrübeden türetilen bilgi gündelik, teknik, estetik ya da bilimsel bilgiden tamamen farklıdır. Vecd halindeki bir bilginin objesini tanımlamak, buna dair kanaatleri veya izlenimleri dile getirmek mümkün değildir. Bu bakımdan, böyle bir tecrübenin sübjektivizm ithamlarından kurtulabilmesi zor gözükmektedir. Ayrıca, Bir’in sonsuzluğu yalnızca onun hakkında olumlu bir dil kullanıldığında ihlal ediliyor değildir. Negatif bir teolojinin Tanrı’nın sonsuzluğunu sonlu bir dil dâhilinde aktarmaya çalıştığı pekâlâ söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında, negatif teolojinin, kısmen de olsa, olumlu önermelere dayanmak durumunda kalacağı ortadadır. Zira, bütünüyle negatif önermeler yığınından oluşan bir teolojinin Tanrı’nın var olduğunu iddia etmesi mümkün olmayacak ve agnostisizm kaçınılmaz olacaktır. Plotinus’un negatif teolojisinin agnostisizm’i doğurduğunu söylemek ise zordur.

Agnostisizm “bilinemezcilik” demektir. Teoloji tartışmalarında çok sık karşılaşılan bu kavram Tanrı’nın var olup olmadığını, varsa onun hangi sıfatlara sahip olduğunu söylemenin mümkün olmadığını belirtir. Agnostisizme göre, Tanrı’nın varlığına ya da sıfatlarına dair yargıda bulunmayı mümkün kılacak verilere ulaşmak imkânsızdır. Bu nedenle, bu hususlarda bildirimde bulunmak yerine, yargıyı askıya almak gerekmektedir.

Plotinus Tanrı’nın niteliksiz olduğu kanaatindedir. Aslında onun hakkında pozitif yargılarda bulunmanın imkânsızlığı bir noktada bu niteliksiz oluş ile de alakalıdır. Nitelik, değişen dönüşen şeylerde bulunur. Tanrı ise kendi kendisiyle özdeştir ve onda asla bir değişim vuku bulmaz. Bu bakımdan Plotinus Parmenides’in izinden gidiyor gözükmektedir (Carabine, 1995, s. 111). Parmenides de Bir olarak nitelendirdiği varlığın niteliksiz olduğu kanaat indedir. Ona göre de nitelik görünüşler dünyasının bir ürünüdür. Plotinus teolojik düşüncelerinde yalnızca Parmenides’ten değil, antik dönem düşünürlerinin pek çoğundan ve bu arada özellikle Pythagoras ve Epmedokles’ten de etkilenmiştir (Stamatellos, 2007, s. 37-38).

Tanrı salt ve mutlak varlıktır. Zamanın ve mekânın ötesindedir, kendi kendisiyle daima özdeştir ve basit bir ilke olarak vardır. “Tanrı vardır” önermesi ile “insanlar vardır” önermesi, uzanımları bakımından birbirinden tamamen farklıdır. Biri zorunlu ve mutlak anlamda vardır, diğeri ise arızi ve mümkün bir varlık olarak mevcuttur. Tanrı varlığın ve iyiliğin ötesindedir. Bu, Yeni-Platonculukta Tanrı’ya atfedilen varlık ile evrene ve onun içerdiği şeylere atfedilen varlığın aynı niteliğe tekabül etmediği anlamına gelmektedir. Hatta, Tanrı söz konusu olduğunda varlığın dahi bir nitelik olduğu söylenemez. Zira Tanrı’nın herhangi bir niteliği yoktur. Tıpkı bir iradesi, bilinci ve düşüncesi olmadığı gibi. “Düşünce”, düşünen ile düşünülen arasında bir ayırımı gerektirir. İnsan için eylem düşüncenin bir sonucudur ve normal şartlar altında bir ihtiyacın neticesi olarak ortaya çıkar. Oysaki Bir açısından herhangi bir ihtiyaç yoktur. Dolayısıyla onun düşüncesi ile düşünce nesnesi arasında bir ayırım olamaz. Tanrı açısından bakıldığında her şey zorunlu bir şekilde meydana gelmektedir. İradi değil, zecrî bir süreç vardır.

Peki, eşyanın mevcudiyetini nasıl açıklamak gerek ir? Evrenin kaynağı Bir’in yaratma eylemi değil midir? Mademki Bir her şeyin kaynağıdır ve ilk nedenidir, bu durumda onun her şeyin kendi iradesi ile var etmiş olması gerekmez mi? Bir’in iradesi yoktur iddiası nasıl dile getirilebilir?

Hiç şüphesiz bu sorular monoteist dinler söz konusu olduğunda bir anlama sahiptir. Yaratma monoteizmin tasavvur ettiği Tanrı’nın en temel niteliklerinden biridir. Monoteist dinler, Tanrı’nın her şeyi iradi bir şekilde var ettiği iddiasındadır. Tanrı bir şeyi arzu ettiğinde ona “ol” demekte, o da “oluvermekte”dir. Monoteist yaratma doktrininin özü budur. Fakat Plotinus’un öğretisinde bir yaratma doktrini yoktur. Ona göre, her şey Tanrı’dan zorunlu olarak “taşmış”tır. Tanrı eşyanın var olmasını istemiş ve eşya bu isteğin neticesinde var olmuş değildir. Eşya, Tanrı’dan, onun iradesi olmaksızın (çünkü bir iradesi yoktur) türemiştir.

Bu teoriye “türüm” ya da “sudur” (emanation) teorisi denilmektedir. Plotinus Tanrı’yı bir güneşe, eşyayı ise o güneşten yayılan ışıga benzetir. Nasıl ki günesin ışıkları günesin iradesi neticesinde değil, zorunlu olarak güneşten yayılıyor ise evren de Tanrı’nın bir iradesi neticesinde değil zorunlu olarak ondan yayılmaktadır.

Plotinus yaratma doktrinine olduğu gibi panteizmin benimsediği Tanrı anlayışına da karsı çıkmaktadır. Tanrı’nın eşyayı yoktan var etmesine, bunun Tanrı’da bir değişmeye yol açacağı, Tanrı’nın sükûnetini ve kendi kendine yetme halini bozacağı gerekçesiyle karşı çıkan Plotinus, Tanrı’nın kendisini bölerek, bireysel yaratıklara aktardığı düşüncesini de kabul etmemektedir (Cevizci, 2015, s. 148). Panteizm karşıtı bu yaklaşımı göz önünde bulundurulduğunda, Plotinus’un Stoacı düşünceyle bir diğer noktada da ayrıldığı tebarüz edecektir, zira Stoa düşüncesi sıkı bir panteizm anlayışını yansıtmaktadır.

Yeni-Platoncu öğreti Tanrı’dan tasan şeylerin ona yakın veya uzak oluşlarına göre bir değere sahip olduklarını iddia etmektedir. Ona yakın olan varlık değerli, ondan uzak olan ise değersizdir. Işık kaynağı olan güneşten ne kadar uzaklaşılırsa karanlığa (maddeye) o denli yaklaşılmış olur. Varlık hiyerarşisinde ne denli aşağıya inilirse o denli yetkin olmayana, çoğulculuğa, değişime ve ayırıma ulaşılır. Daha sonraki her evre, bir önce gelenin gerekli etkisidir – onun kopyası, gölgesi ve ilineğidir. Ancak sonraki her evre, daha yüksek seviyeye ulaşma çabası içindedir, kaynağa geriye doğru dönüş çabası yaşanmaktadır (Thilly, 2000, s. 225).

Plotinus evreni tasvir etmekle yetinmemiştir. Evrenin kaynağı, insanın bu evrendeki yeri, insanların karsı karsıya bulundukları ahlaki ve manevi güçlüklerin üstesinden nasıl gelecekleri gibi hususlara dair de açıklamalar sunmuştur (Cevizci, 2015, s. 145). Başka bir deyişle, Yeni-Platonculuk Bir’i hem felsefî bir ilke hem de dinî tecrübenin nihai objesi olarak tasavvur etmiştir. Bir sadece eşyanın nedeni olarak var değildir; o aynı zamanda dönüş yeridir. İnsanın nihai hedefi Tanrı ile bir olmaktır. Ruhun dünya üzerinde geçirdiği her macera aslında Tanrı’ya dönüşün bir adımıdır.

Kaynak: İLKÇAĞ FELSEFESİ, s. 193-196, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3550, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2384

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...