Felsefe hakkında her şey…

Kierkegaard ve Ölüm Kavramı

22.05.2020
2.500

Ölüm düşüncesi kuşkusuz her insanı meşgul eden bir konudur. İnansın ya da inanmasın pek çok düşünür bu konuyla ilgilenmiş ve sistemlerinde bu konuya yer vermiştir. Kierkgaard da kendi sisteminde ölüm konusuna değinmiştir.

İnsan doğası gereği ölümden sonrası için ve de yaşadığı anlar için kaygı duymaktadır. Kendi hayatına bir anlam verebilmek için de anlam arayışlarına girmektedir. “İnsanın, hayatın anlamı ile ilgili varoluşsal ihtiyacına dinin verdiği perenniyal cevap, tam anlamıyla pozitif bir cevaptır.”

Kendinden üstün bir varlığa inanmadan insan, evrende sonsuz bir yalnızlık içindedir. O, fizik dünyanın şartları altında ezilmektedir. Gücü oranında dirense de yine de mağlup olmaktadır. Bundan dolayı “insan, kaçınılmaz olarak ‘korkunun içinde’ ve ölüme götüren hastalığın getirdiği umutsuzluk içinde yaşar.”

Sınırlı ve sonlu yaradılışa sahip olan insan, terkedilmişliğiyle akibeti hakkında korku içindedir. Yüce Varlık düşüncesini kabul etmeden insan geçmişi ve geleceği konusunda derin bir kaygı duymaktadır. Hiç bir felsefi sistem yoktur ki bireyin bu konulardaki kaygılarını giderebilecek tezler ortaya koyabilmiş olsun. “Hayatın anlamı sorusuna dinin verdiği cevap daha doyurucu olmaktadır. Dine göre hayatın her anı anlamlıdır. kişinin hem bu dünyadaki mutluluğu hem de ölüm sonrası için dinin sundukları daha tatmin edici olmaktadır.”

“Yeryüzüne bırakılmış insanın varoluşu özü gereği sonludur, ölümle sınırlıdır.”103 Ne yaparsa yapsın insan bu sonu değiştirememektedir. Ölüm ise en kötü sondur. Dünyevi düşünce içinde bir anlamda imkanların son bulması her şeyin donmasıdır. Sartre, bir oyununda bu temayı işler. Ölen bir insanın, öbür dünyadaki yaşantısını aktarır. Oyundaki kişi, cehenneme gelir, orada dini literatürde aktarılan hadiselerin olmasını bekler; ancak ne ateş ne zebani ne de kazıklar vardır. Üstelik kendisine hizmet eden bir de hizmetkâra sahiptir. Her şey çok iyidir. Kendisi de bulunduğu yerin cehennem olduğuna inanamaz. Zaman geçtikçe sıkılmaya başlar, yapacak bir şey yoktur. Eli kolu bağlıdır. Ölüm, “başkasının bakışı ve yargısı önünde beni silahsız bırakır, benim bütünsel sahipsizliğimi simgeler.”

Sartre’ın oyunundaki kişi, öldüğü için dünyada olan şeylere de müdahale edemez. Artık imkanların imkansız olduğu bir yere geldiğini anlar. Fiziki bir acı yoktur; ancak ondan daha çok acı veren şey vardır. Her şeyin sonuna geldiğini fark eder. Sonunda gerçek cehennem burasıdır der. Ölümden sonrası hiçliktir, metafizik alanı kabul etmeyen için. Yaşamının önünde sınırın olduğunu bilen kişi bir boşluğa düşer. Yaşamanın ve ölmenin anlamını kavrayamaz. Bir anlamsızlık içinde bulur kendini. Tüm bu düşünceler onu umutsuzluğa sevk eder.

Teist varoluşçular ise Sartre’ın aksine ölümün hem hayata anlam katmak hem de varoluş için gerekli olduğu kanaatindedirler. Varolma çabasındaki insan, son aşamaya ancak ölümle gelir. Onlara göre, “varoluş, tamamlanışına ve ereğine ancak ölümle kavuşur.” Kierkegaard için de ölüm önemlidir. İnsan, varoluşunu ölüm ile kazanmaktadır.

Egzistansiyalistler için iki türlü ölüm vardır. İlki, objektif ölümdür ki herkesin başına bir gün gelebilecek bir hadisedir. Objektif ölüm, genel olarak herkesi kapsamaktadır. Ölüm vardır ve bir gün biz de öleceğizdir. Ancak bu yaklaşımda, kabul edilen bu gerçek, çok da benimsenmemiştir. Henüz bu gerçek, idrak edilmemiştir. Her an için herkesin başına gelebilecek bu hadise bizden ve yakınlarımızdan çok uzaktır. Subjektif tarzda düşünülen ölüm ise, başımıza gelebilecek çok yakın bir ihtimaldir. Belki biraz sonra, belki yarın belki daha sonraki gün olacak bir hadisedir.

Ölüm hadisesinin taşıdığı anlam, bakış açısına göre değişmektedir. Ölüm, Aşkın bir Varlığa ve kutsal alana inanmayanlar için ihtimallerin son bulduğu bir olaydır. Ölüm hayatı anlamsızlaştırmaktadır. Ne yaparsanız yapın sonunda her şey ölüm ile birlikte yok olup gidecektir. İnsan, onun karşısında çaresizdir. Oysaki aynı olaya inanan perspektifinden bakıldığında, durum çok farklı olmaktadır. “Dine göre ölüm, insan hayatının sonu yahut insan için yokluk anının başlangıcı demek değildir.” Mutlak Varlığa inanan kişi için ölüm, hayatın dönüm noktasıdır. Sonunda ölümün olduğu bilinerek alınan “her karar, kendine has bir önem kazanır. Eğer ölüm başa gelmesi çok yakın bir ihtimalse, her seçim, ölçüye sığmaz bir mana taşır.”

Ölüme, hayata anlam kazandıran bir olay gözüyle bakanlara göre insan doğumundan itibaren bir eksiklik ile dünyaya gelmiştir. Doğa olayları, karşılaştığı hadiseler ve ölüm karşısında çaresizlik içindeki insan “eksi bir durumdan artı bir duruma geçmek için sürekli çaba içindedir. İnsandaki eksiklik duygusu da bireyin gelişimi ve insanlığın evrimi için gerekli bir dürtüdür. Çünkü eksikliğin fark edilmesi insanı güdüler ve eyleme geçirir”

Ölümün olması hayata anlam katmaktadır. Bu, zamanın az kaldığı anlamına gelmektedir. Kısa denebilecek bir yaşama sahip olan insanın, boşa harcayacak zamanı yoktur. Yaptığı her seçimde, attığı her adımda daha dikkatli olmak durumundadır. Ölüm ile yaşamının sonlu ve sınırlı olduğunu anlayan insan için aldığı her nefesin paha biçilmez bir değeri bulunmaktadır.

“Ölüm, ihtimalleri yok eder. O, artık değişmez ve tamdır.” Ölümün, insanlar için en korkutucu yanı, ondan sonra her şeyin artık statik olmasıdır. O, geldiği zaman ne yapıyorsanız ya da ne yapmıyorsanız, zamana işlenecek olan odur. Bir şeyi tamamlama ya da yıkma ihtimali gibi olumlu ve olumsuz her şeyden mahrumsunuzdur. Ölüm ile hayat, o kişi için artık o noktada donmuştur. Hayatı geriye alma ya da yanlışları düzeltip daha doğru yaşama şansı son bulmuştur. Ölüm, bir cila gibi yaşamın üstüne atılmıştır.

Kierkegaard, ölümü, subjektif ve objektif olmanın dışında, bu dünyada ve öbür dünyada olmak üzere de iki açıdan değerlendirir. O, bu dünyada kurtuluşa ermenin yolu olarak ölümü görür; ancak bu ölüm, bildiğimiz anlamda ruhun bedenden ayrılması değildir. Kierkegaard’ın kastettiği ölüm, tasavvufi anlamdaki “ölmeden ölmedir.” Kişinin nefsini dizginlemesi, terbiye etmesidir. Bir anlamda kişinin kendisini tedavi etmesidir. Bu konuya önem veren Kierkegaaard, “bu dünyada ölme yoluyla tedavi olanların böylece sonsuz yaşama sıçradığı ” görüşündedir.

Sınırlı ve sonlu bir varoluşa sahip olan insan, ölüm yoluyla bu sınırlarını aşma çabası içindedir. “Her insanın varoluşunda eksiklik duygusu vardır.” Bu eksiklik duygusu ancak ölüm ile son bulacaktır. Ölüm, seçeneklerin sonu, tercihlerin tükenmesi, dolayısıyla beşeri dünyanın son bulmasıdır. Dünyada kendini tamamlama çabası içinde olan insanın ölüm ile bu çabaları son bulmaktadır. Bundan dolayı insanın yapıp etmeleri ancak ölüm ile nihayete erecektir.

Kişinin, birey olabilmesi, yığınlardan sıyrılıp kendi kararlarıyla tek başına ayakta durabilmesi Kierkegaard için gerçek kurtuluştur. Ancak bu, o kadarda kolay bir şey değildir. İnsan doğası gereği zor olanı değil de hep kolay olanı yapma peşindedir. Kierkegaard’ın ortaya koyduğu bu yol ise en zor olandır. Kişi kendi olmak için kendi isteklerini sınırlamalıdır. Bir anlamda nefis terbiyesi diyeceğimiz bu yolla kişi kurtuluşa erecektir. Kierkegaard’ın sisteminde bunun anlamı, kişinin “kendi olmasının kendini öldürmesidir.”

Ölüm için, tüm insanların yaşadığı tek ortak tecrübe olduğunu söyleyen Kierkegaard, ölümün bireyselliğinden bahseder. Kalabalık içindeki yığınları ham bir varoluş olarak değerlendiren Kierkegaard’a göre, kişi, topluluktan sıyrılmadan birey olamaz. Hayatta iken yığınların arkasına saklanan insan, çoğu kez başkalarının yolundan giderek birey olmanın sorumluluğunu almaktan kaçar. Böylesi birey olmaktan kaçan kişilerin bile hayatta iken en az bir kere saklanamayacakları bir durum vardır. O da kendi ölümleridir. İnsan yalnızca “kendi ölümünü ölebilir.”

Ölüm, yaşam ile iç içedir. İnsan, dünyaya geldiği andan itibaren ölüme yaklaşmaktadır. Yaşanılan her an bizi ölüme götürmektedir. Bir anlamda yaşam, geriye bırakılmış bir ölümdür. Ölüm ile bu kadar yakın bir yaşam sürdüğünün farkına varan insan, şayet bu dünyadan sonraki yaşama inanmıyorsa bu durum onun için bir kabustur. Attığı her adımda ölümün izlerini görmek insanı, dipsiz bir umutsuzluğa sürüklemektedir. Yaşamın anlamı onun için ölüm ile birlikte farklılaşmıştır.

“Kendisine ayrılan zamanın sınırlı olduğunun ve bir yaşamının sona ereceğinin bilincinde olmak, insanı anlamlı yaşayıp yaşamadığı konusunda kaygılandırır.” Ölümün gölgesinde bir yaşam, hayatın sonlu olduğunun her hatırlatılması, dünyevi zevklerin önünü kesmiştir. Yaşamdan dünyevi anlamda zevk alamayan insan, artık bu hayatın anlamsızlığından bahseder olmuştur. Ölümün varlığı, dünyevi yaşam süren insana her attığı adımda kendi sonluluğunu hatırlatmaktadır. Yaşamın belirlenmiş bir sonunun olması, o yaşamı sürdüren insanın da bir sonu olduğu anlamına gelmektedir. Fani ve geçici olan insan için baki olarak kalacak bir şey yoktur. Ölümün gelmesiyle birlikte mutlak bir karanlığa dalıp bu karanlıkta yok olacaktır. Hayatın bir sonunun olması, kendisinin de fani yaradılışlı olması sebebiyle insan, geleceği hakkında derin bir umutsuzluk içine düşmüştür. Diğer taraftan ölümün varlığı Tanrı’ya inanan kişi için mutlak bir karanlık anlamına gelmemektedir. Bu konuya “dinin cevabı, her türlü kötümser bakış ve olumsuz yorumdan uzaktır.”

“İnsanların dilinde ölüm, her şeyin sonudur.”117 Maddi yaşamı kendileri için yegâne yaşam olduğunu düşünenler için gerçekten ölüm, her şeyin sonudur. Tüm yaşanabilirliliklerin gerçekleşmeksizin nihâyete ermesidir. Bu düşünce, Kierkegaard’a göre fazlasıyla materyalisttir. O, Kutsal ile irtibatlı kişiler için ölümün, bir son değil farklı düzenekte yeni bir başlangıç olduğunu düşünmektedir.

Düşüncesinde Aşkın alana yer vermeyen kişi için “Ölüm, yaşama bir anlam veremez; doğrusunu söylemek gerekirse bunu bekleyemeyiz de ; tersine, ölüm, geçmişe anlamını verecek olan bir geleceği acımasız bir biçimde yok ederek yaşamın alacağı her türlü anlamı ortadan kaldırır. Üstelik varlığını hiçbir şey üretmeyecek olan bir şeyin devinimsizliği içinde dondurur.”

Ölümden sonraki sonsuzluğu bilmeyen için son olan ölüm ile her şey boşlukta kaybolur. Tanrı olmaksızın bu evrende yalnız kalan insan, zaten bir bunalımdadır. Terkedilmişliğin acısını ve yalnızlığını duymaktadır. Maddi dünya ile tek başına mücadele etmesi mümkün değildir. Tüm bu olumsuz unsurların birleşmesiyle insan evrende, bugünü ve geleceği hakkında kaygılanmakta, ümitsizliğe düşmektedir.

Ona göre yüreği gerçek bir İsa sevgisiyle dolu olan inanan, ümitsizliğe düşmez. O, ümitsizliğe düşen insanın, imanında bir sorunun olduğunu söyler. Çünkü onun anlayışına göre gerçek bir inanan, yani sonsuz hayata inanan kişi, geleceği ile ilgili bir kaygı duyup ümitsizliğe kapılmaz.

Ölüm düşüncesiyle birlikte umutsuzluğa kapılan insanlar, bu ümitsizliğe düşmemek için günlük yaşamlarında mümkün olduğunca ölüm kavramından uzak dururlar. Bu düşünce, gerçek bir imana sahip olanlar dışında gerçekten rahatsızlık verecidir. İnsanlar “biz mümkün olduğu kadar ölüm düşüncesinden kaçmak istiyoruz. Ölüm düşüncesinin bizi rahatsız etmesini istemiyoruz; ancak Hıristiyanlık da ölümü mümkün olduğunca yakınımıza getirmek istiyor,” der. Tüm semavi dinler, ölüm düşüncesini gündemde tutarak insanların hayatları konusunda yapacakları tasarruflarda daha dikkatli olmaları konusunda onları uyarmaya çalışmaktadır.

Gerçek Hıristiyanlar için ölüm, “ne her şeyin sonudur ne de sonsuz yaşam olan tek gerçekliğin içinde yitmiş basit bir dönemdir.” Ölüm, insan yaşamı için hayati bir öneme sahiptir. Dünyevi yaşamı, ölüm ile nihayete erdiren insan, artık farklı bir düzlemde uhrevi yaşamını sürdürecektir. İnanan için bu anlamda ölüm, bitiş değil yeni bir başlangıç olmaktadır.

Epikür’ün ölüm korkusu hakkında söylediği, diğer söylediklerinden daha muhteşemdir. Ölüm, beni ele geçiremez der; çünkü ben yaşadığımda ölüm yok; ölüm olduğunda da ben.” Epikür’ün bu sözü aslında ölüm düşüncesiyle baş edemeyen insanın, bu fikri yadsıması girişimidir. Ölüm korkusu, ölümün bir son olduğu ve her şeyin sona erdiği anlayışıyla yakın ilişkidedir. Çünkü bu anlayışta ölüm, hiçliğe doğru atılmış bir adımdır. İnsanların en büyük korkusu da varlığı kaybetmek ve yok olma korkusudur. Dünyevi inanıştaki insanlar için ölümün taşıdığı anlam budur.

Genel anlamda inananlar, özelde ise Hıristiyanların ölüme bakışı oldukça farklıdır. “Hıristiyan için ölüm bile yaşama bir geçiş yoludur. Böyle düşünüldüğünde hiçbir bedensel hastalık onun için ölümcül hastalık değildir. Ölüm, hastalıkları sona erdirir, ama kendi içinde bir son değildir.” Dünyevi yaşam ölüm ile son bulur. Dünyada yaşanan tüm acılar, eziyetler, hayal kırıklıkları, hastalıklar ölüm ile nihayete erer. Duyulan maddi acıların hepsi, bu adımdan sonra insan için önemini yitirir.

İçsel dindarlığa büyük önem veren Kierkegaard için kişinin ölümü bu dünyada yaşaması önemlidir. Ölmeden bu dünyada nefis terbiyesi ile ölen kişiler, son adımı atmadan ebediliğin tadına varacaklardır.

İnsanların büyük çoğunluğu için ölüm büyük tehlike, istenmez bir hadisedir. Bu, daha çok insanların yaşamdan beklentileriyle ilişkili bir anlayıştır. Bir anlamda bu kişinin yaşama yüklediği değer ile doğru orantılıdır. Yani kişi yaşamdan ne kadar çok şey bekliyorsa ölüm onun için o kadar büyük bir tehlikedir. Bu, “ölüm en büyük tehlike olduğu sürece, yaşamdan bir şeyler bekleniyor” anlamına gelir.

Kierkegard’a göre, salt madde ve mânânın; ruh ve bedenin birleşmesiyle birey olunmamaktadır. Doğuşuyla birlikte şekilsiz bir biçimde dünyaya gelen insan yapıp etmeleriyle daha sonradan kendisine şekil verecektir. Varoluşçuluğun en temel öğretisi olan bu anlayışa göre insan kendi varoluşuna sahip çıkarak bu dünyadaki yerini belirleyecektir. Buna göre gördüğümüz herkes de gerçek bir varoluşa sahip değildir. Kimisi, benliğinin farkına varıp yığından sıyrılarak tek başına birey olmanın ağırlığını taşırken kimisi de yaşamı boyunca ham bir varoluşa sahip olduğunun farkında bile olmayacaktır. Kierkegaard da insanlar arasında böylesi bir ayırım yapar. Ona göre, bu dünyada tek başına ayaklarının üzerinde duramayan kişi, gerçekten yaşıyor değildir. Yani ona göre böylesi kişiler hayatta iken ölüdürler.

Kaynak: T. C. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, KIERKEGAARD’IN TANRI ANLAYIŞI, Selda ATAER, 2006

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...