İnsan Hakları Nedir, Nelerdir?
İnsan hakları genellikle insanın insan olarak -yalnızca insan türünün bir üyesi olması nedeniyle- sahip olduğu haklar olarak tanımlanır.
Bununla, bu hakların taşıyıcısının dil, ırk, din, cinsiyet, millet gibi sosyal, kültürel ve ırksal-fiziksel özelliklerinin bu haklara sahip olmasında hiçbir rolünün olmadığı, bu niteliklerden tümüyle bağımsız olarak kişilerin bu haklara sahip olduğu vurgulanmaya çalışılır. Bu nedenle insan haklarının “evrensel” olduğu söylenir.
“Evrensellik”le kast edilen, insan haklarının her kültürde veya toplumda geçerli olması, insan haklarına sahip olmada tarihsel, toplumsal veya kültürel koşulların hiçbir önem taşımamasıdır. İnsan haklarının insan olan herkesin hakları olduğu, bu haklara sahip olmada yurttaşlık, din, dil, ırk, cinsiyet gibi hiçbir faktörün önemli olmadığı, sadece insan olmanın bu haklara sahip olmada yeterli olduğu, iyi bilinen ve sıkça da tekrarlanan bir saptamadır.
Söz konusu haklar temel haklar ya da insan hakları olduğunda bu doğrudur da. Ama sürekli genişleyen insan hakları listelerine bir göz atıldığında, kimi hakların bu sınırları ya da belirlemeyi zorladığı görülecektir. Bu listeler, kimi zaman temel haklar yanında sosyal, ekonomik ve kültürel hakları, kişi hakları yanında grup haklarını da kapsayacak biçimde -çok geniş- yapılırken; kimi zaman insan hakları yalnızca yaşama hakkı ve kimi dokunulmazlıklarla sınırlanmakta; kimi zaman ise yaşama hakkının yanına düşünce ve inanç özgürlüğü gibi birkaç temel hak daha getirilerek insan hakları bunlardan ibaret görülmektedir.
Daha yaygın bir uygulama ise uluslararası insan hakları belgelerinde, özellikle de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde yer alan hakları, “insan hakları” olarak kabul etme eğilimidir. İnsan haklarının, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde ve 1966 BM Sözleşmeleri’nde yer alan haklar olduğu görüşü, bu konuda bir görüş birliğinin olması, sonuçta bu hakları temellendiren bir araç hâline getirilmektedir. Kimilerine göre bu konudaki görüş birliği insan haklarının neler olduğu konusunda elimizdeki tek somut dayanaktır (Donnelly 2007, s. 24).
Nereye baksanız veya hangi konuya el atsanız bir yanından insan ile ilgili bir boyut ortaya çıkıyor ve insanın gündeme gelmesiyle beraber de insan hakları kavramı önem kazanıyor. İnsan hakları kavramının temelinde insan olgusu yatmaktadır. İnsan bir canlı olarak vardır, doğar, yaşar ve ölür. Tüm canlıların geçtiği aşamalardan doğal olarak insan da geçer. İnsan haklarının temelinde yatan insan kavramı yalnızca biyolojik anlamda insan değildir. Akıl taşıyan, düşünen ve aynı zamanda psikolojik varlık olarak insanın, sadece insan olması nedeniyle, doğuştan bazı haklarının var olduğu savı, insan hakları düşüncesinin başlangıcı olmuştur.
İnsan, doğanın olduğu kadar toplumsal yaşamın da ürünüdür. İnsanların tek tek bir araya gelmesi nasıl ki toplumları yarattıysa, günümüz anlamında insanı da bu toplumlar ortaya çıkarmışlardır. İnsanın hem doğadan gelen bir yanı, hem de toplumdan gelen bir yanı bulunmaktadır. İnsan genelde bu iki kaynaktan gelen boyutları ile anlam ve kişilik kazanmaktadır. İnsanı, insan yapan doğa ve toplum kaynakları, insan haklarının genel boyutlarının belirlenmesinde de en önemli göstergelerdir.
İnsan üzerine her bilim dalı tarafından değişik tanımlar geliştirilmiştir. İnsan için getirilen her tanımın değişik yanları gerçekliğe uygun ve doğrudur. Ne var ki, hiçbir tanım yeterli bir açıklama getirememiş ve insan olgusunu bütün boyutlarıyla ortaya koyamamıştır.
İnsan kavramının günümüzdeki içeriğine kavuşmasında, insanın doğuştan gelen bazı haklarını araması, ve bunları zaman içerisinde toplumsal gerçeklik içinde kazanmasının önemli işlevleri bulunmaktadır. Her dönemin değişen koşullarında, insan kendi kişiliğini bulmaya ve beğendiğini toplumsal gerçeklik içinde kanıtlamaya çaba göstermiştir. Toplumların olduğu kadar, dönemlerin de koşulları birbirlerinden farklı olmuş ve bunlar insan kavramı ile insan hakları anlayışlarına belirli etkiler yapmışlardır.
İnsan haklarının düşünsel temelleri, çok eski dönemlere kadar uzanır. Dört yüz yıl önce başlayan insan hakları anlayışı, günümüzde de sürmektedir. Bu arayış her zaman daha iyiye, daha gelişmişe ve daha yeniye doğrudur. Nitekim çağımızda artık uluslararası bildiriler ile belirlenen insan haklarına sürekli olarak yeni haklar çağdaş belgelerle ve sözleşmelerle eklenmektedir. İnsan gibi yaşama isteği ile başlayan bu savaş giderek insan hakları üzerinde bireyler arası ve uluslararası etkin bir kamuoyu yaratılmasını sağlamıştır. Bu da kamuoyunun giderek bilinçlenmesine ve insan hakları sorununu sürekli olarak gündemde tutulmasına neden olmuştur. Dünya ülkelerinde evrensel insan hakları; kamuoyu, baskı ve teröre yönelen ülkelerdeki siyasal rejimleri fazlasıyla etkilemiş ve uygar ülkelerin önde gelen kuruluşları ile toplum kesimleri, sürekli olarak geri kalmış ülkelerdeki baskı ve terör rejimlerini denetleyerek, onların insan haklarını çiğnemelerine izin vermemiştirler.
Ekonomik gelişimlerin yeni aşamaya ulaşması ve özellikle ekonomide görülen tekelleşme eğilimleri de insan haklarını olumsuz yönde etkilemiştir. Ekonomik çıkarlar doğrultusunda işbaşına gelen iktidar ve yöneticilerin, insan haklarını umursamaz tutumları karşısında, baskı ve terör altında ezilen dünya halkları, insan hakları kavgasını giderek artan bir bilinçle yürütmüşlerdir.
Herkesin daha iyi, gelişmiş ve refah içinde bir dünya düzeni kurulmasını istediği günümüzde, artık insan haklarının bugün varmış olduğu düzeyden geri dönülmesini beklemek boş bir düştür. Ne var ki, insan hakları ve özgürlüklerine dayalı dünya nimetlerinin ve ulusal gelirlerin dengeli dağıldığı, adil ve korkusuz bir dünyanın gerçekleşmesinde, ülkeleri ve halkları yönetenler birleşmedikçe insanların hakları konusunda kendilerini güvence altında görebilmeleri son derece zor görünmektedir. İnsanlığı, kitleler halinde ezmeye ve yok etmeye yönelik silahlanma yarışı sürdükçe, insanlık ne yoksulluktan, ne de bu gibi tehlikelerden kurtulamayacak ve insan hakları, hiçbir zaman güvence altında olmayacaktır.
Her ülkenin halkı, özgür ve bağımsız biçimde, dünya kamuoyu önünde ağırlığını koymadıkça; insan haklarının çağdaş anlamda bir düzene kavuşabilmesi ve güvenceli bir düzene geçebilmesi biraz zor görünmektedir. Büyük ülkelerin ekonomik ve siyasal üstünlükleri, teknolojik devrimin yarattığı olanaklar ve üstün silah gücü insan haklarının başlıca düşmanları olarak varlıklarını sürdürmektedirler.
Zamanla ortaya çıkan haklar, belirli bir süreç içinde uluslararası bildiriler ve sözleşmelerle hukuksal bir nitelik kazanmış ve evrensel düzeyde geçerliliğe sahip olabilmiştir. Uluslararası bildiri ve sözleşmelerin yarattığı dayanışma, güvence konusunda yeni bir aşama sağlamış ve demokratik ülkeler, bu alanda kararlı bir örgütlenmeye giderek, insan haklarının çiğnenmesine karşı evrensel bir tavır geliştirebilmişlerdir.
Konu Başlıkları:
- “İnsan” ve “hak” kavramları
- Liberal düşünürlerin insan hakları kavramı
- İnsanın değerini korumanın ön koşulu olarak insan hakları kavramı
- Kültürel Kimlikler ve Hak Talepleri
Derleyen: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 3. Sınıf “Çağdaş Felsefe Tarihi” Dersi Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı