Gilbert Ryle: Felsefenin Konusu Nedir?
20. yüzyılın başlarında, psikolojiye dayalı felsefe anlayışlarının dışlanması ile felsefenin konusunu fiziksel olana karşıt olarak zihinsel olanın teşkil ettiğine ilişkin kanı artık kabul görmez bir hale gelmişti.
Ryle bu dönemde felsefecilerin kendilerine ne fiziksel ne de zihinsel olan bazı nesneler aradığını, Platoncu idealardan, önermelere, mantıksal biçimlerden, duyu verilerine ve yönelimsel nesnelere pek çok bu tür nesnenin, bu konu hakkında çalışan felsefeciler için konu teşkil ettiğini öne sürmüştür. Ryle’a göre ise felsefeyi felsefe yapan şey, özel bir takım nesnelerle ilgili konuşuyor olması değildir. Felsefe bazı sorunları kendine özgü bir tarzda konu edinmektedir. Ryle’a göre bir dili yetkin bir biçimde konuşan kişilerle felsefeciler arasındaki ilişki, belli bir yöreyi orada uzun yıllar yaşadığı için bilen köylülerle o yörenin haritasını çıkaran bir haritacı arasındaki ilişki gibidir. Söz konusu yerli, yöreyi kendi deneyimleri ve hafızası üzerinden bilir. Nereden nereye nasıl gideceği hakkında kişisel fikirleri vardır. Oysa yörenin haritasını çıkarmak isteyen uzman, bu kişisel bakış açılarını terk etmek ve daha genel bir bakış açısıyla konusunu ele almak durumundadır. Ölçüm birimlerini, cetvel, pergel gibi araçları kullanmak durumundadır. Söz konusu yörenin yerlisine bir harita çizmesi ya da mevcut bir haritayı kullanarak bir tarifte bulunması istense, o kişinin haritacının kullandığı araçlar ve birimlerle konuşmaya başlaması beklenir.
Bizim gündelik dili öğrenmemiz de o yerlinin yaşadığı bölgeyi öğrenmesine benzer. Dili konuşmayı öğrenirken dili belirleyen kuralları ifade etmeyi öğrenmemiz gerekmez. Öte yandan, dili konuşmayı öğrenirken bir sözcük ya da sözcük grubunu bir başkası ile değiştirdiğimizde, söz konusu ifadenin anlamının ve içerdiği sonuçların farklılaştığını öğreniriz. Bu durum, kendi yöresinde bir yerden bir yere giderken farklı yollar izleyen ve seçtiği bazı yollarla farklı noktalara varan yerlinin durumuna benzerdir. O kişi de bu farklılıkları bilir, öte yandan kendi bölgesinde hareket ederken bu farklılıklar hakkında düşünme gereği hissetmez. Ancak gündelik dilde farklı ifadeleri kullandığımda, bu ifadelerin içerdiklerinin birbirleriyle zıt bazı anlamlara (zıt yönlere) doğru bizi yönlendirdiğini de fark ederiz.
Ryle bu noktayı açabilmek üzere, yorgun bir denizcinin bir fırtınadaki eylemini betimleyen sözcükler arasındaki gerilimleri örnek olarak verir. Denizci fırtınada gönüllü olarak (İng. voluntarily) ama içinden gelmeksizin (İng. reluctantly) çabalamaktadır (“Abstractions”, s.443). Burada kullanılan iki sözcük bir karışıklığa yol açmaktadır. Denizci bir zorlama nedeniyle değil “gönüllü olarak” ne yapıyorsa yapmaktadır. Ama her ne yapıyorsa “içinden gelmeden” bunu yapmaktadır. Her iki ifadenin içermelerinin beni taşıdığı yerler (İng. implication threads) birbirine terstir.
Burada karşılaştığım karmaşık durumu çözebilmek üzere, öncelikle söz konusu çatışmanın sadece görünüşte olduğuna ikna olmam gerekir. Her iki ifadenin içerdiklerinin bir araya gelebileceğini çözmek üzere, kavramsal bir çözümleme yapmam yeterli olacaktır. Ancak bunu yapabilmem için, artık söz konusu denizciye veya içinde bulunduğu duruma bir gönderimde bulunmama gerek yoktur. Artı k eylem, güdü, tercih, irade gibi daha genel kavramlardan genel bir üslup içerisinde söz etmeye başlarım.
Ryle felsefî sorunların tekrar tekrar karşımıza çıkan bu tür çatışmalardan kaynaklandığını düşünmektedir. Ryle’ın verdiği bir başka örneği kullanırsak, biz, aynı anda hem insanların özgür olduklarından hem de davranışlarının bir nedensellik ağı içerisinde öngörülebilir ve açıklanabilir olmasından söz ederiz. İnsan davranışını, kullandığımız farklı ifadelerle, hem mekanikmiş hem de mekanik değilmiş gibi ele alırız (“Abstractions”, s.444). İşte bu durum, özgürlük ve gerekircilik arasındaki gerilimin ele alındığı felsefî bir sorunun ortaya çıktığı çatışmadır. Nasıl olup da bu iki farklı ifade biçimini kullanageldiğimiz sorusu, felsefenin çalışma alanına girmektedir. Artık, gündelik olarak rahatça yürüyüp dolaştığımız bir alana ilişkin bir kurama ihtiyacımız vardır.
Sistemli Muğlaklık
Ryle’ın felsefenin konusunu bu biçimde belirlemesi, bir başka açıdan genel felsefî kuramların oluşturulmasını da imkânsız hale getirmektedir. Sözcükler ve daha karmaşık ifadeler, farklı bağlamlarda farklı anlamlara ve gönderimlere sahip olmakta ve bu sadece, muğlaklık içeren belli bir grupla sınırlandırılamamaktadır. Farklı sözcük ve ifadelerin farklı bağlamlarda farklı içermelere sahip olması, sistemli bir muğlaklık yaratmaktadır. Felsefe, anlamların bu farklılaşma ve sapmalarını dikkate almak ve izlemek durumundadır. Öte yandan, bu sistemli muğlaklıkların farkına varmamak pek çok felsefî sorunun kaynağında yer almaktadır. Başka bir deyişle söz konusu muğlaklıkları giderememekten dolayı bazı sahte sorunlar ortaya çıkmaktadır.
Kavramlar, Önermeler ve Anlam
Ryle dilin muğlaklıklarına ilişkin bu anlayışı “anlam” ve “anlamına gelmek” sözcüklerinin kendisine de uygular. “x, y ne anlama geliyorsa o anlama gelir.” gibi bir ifade bizi yanlış yönlere sevk etmeyebilir. Ancak “x’in anlamı ile y’nin anlamı aynı dır.” veya “x’in anlamı açık değildir.” gibi ifadeler bizi “anlam” gibi çok farklı bir şeyin var olduğu düşüncesine sevk edebilir. Ryle’a göre, kavramlar, idealar, terimler, yargılar vb. şeyler hakkında geliştirilen yanlış doktrinlerin temelinde, “x sözcüğünün anlamı” gibi ifadelerin bir şeye gönderim yapması gerektiğini düşünmemize yol açan mantıksal yanlışlık (İng. fallacy) bulunmaktadır.
Bir ifadenin anlamı, o ifade tarafından kast edilen bir şey değildir. Ryle bu konuda, Wittgenstein’a benzer bir görüşü savunur: Anlamları veya kavramları dille bütünleşik olarak düşünülen veya söylenilen, içinde ayırt edilen fakat dilden koparılıp ayrılamayan şeyler olarak ele almak daha doğrudur. Söz konusu anlamlar ve kavramlar, tam bir cümlenin birliğe sahip anlamı içerisinde farkına varılan fakat o anlamdan bağımsız olarak var olamayan şeylerdir. Onları, katkıda bulundukları anlamla ilişkileri içerisinde ele almaktan başka bir yol yoktur. Kavramları ve anlamları kendi başlarına, yalıtılmış şeyler olarak düşünmek, dilin bazı kullanımlarının bizi yanıltmasının bir sonucudur.
Dolayısıyla, ifadeleri ancak bazı şeylere karşılık geldikleri sürece anlamlı olduklarını söylemek kabul edilebilir bir görüş değildir. Bazı ifadeler, elbette ki bazı şeylere işaret ettikleri için anlamlıdır. Öte yandan, bir ifadenin anlamını öğrenmek o ifadeyi doğru bir biçimde kullanmayı öğrenmektir. Bu, tıpkı bir el aletini çalıştırmayı öğrenmeye benzer.
Ryle bu noktadan hareketle, Moore ve Russell’ın felsefe anlayışlarını eleştirir. Ryle bu noktada Aristoteles’in bir konuyu ele alırken, bu dünyada var olmayan bir öze ilişkin bir değerlendirme yapmaktansa, söz konusu terim her ne ise onun dil içerisindeki farklı kullanımlarını değerlendirmesini, felsefe için doğru bir başlangıç noktası olarak görür.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı