Wittgenstein: Yaşam, Felsefe ve Konuşma
Wittgenstein’ın felsefe çalışmaları boyunca etkili olan temel kaygısının “Nasıl yaşamalıyız?” sorusuna bir cevap bulmak olduğu söylenebilir. Wittgenste’ın, imparatorlukların tasfiye olduğu, eski düzenlerin yıkıldığı ancak yenisinin kurulamadığı, sahte, ikiyüzlü, yapay vb. yaklaşımların kültürel ve politik yaşamda etkili olduğu bir dönemde yaşadığı düşünülürse, kendisinin bu kaygısı daha iyi anlaşılabilir.
Wittgenstein, yaşamı boyunca yalınlık ve uç noktada bir dürüstlük değerlerini sergilemiş, belki de bu değerler sayesinde çağın karmaşasından kendisini koruyabilmiştir. Wittgenstein’ın nasıl yaşamamız gerektiği konusunda ortaya koyduğu bir doktrin ya da sistem olduğu söylenemez. Bu konuda ne kadar konuşabileceğimiz de tartışmalıdır. Wittgenstein’ın konuya yaklaşımının daha çok neyin söylenemeyeceğini açığa çıkarmak olduğu söylenebilir. Söylenebilir olanı söylenemez olandan ayırmak, Wittgenstein’ın felsefî projesine ana rengini vermektedir, diyebiliriz.
Wittgenstein’ın bu yaklaşımı, Kant’ın metafizik eleştirisini hatırlatmaktadır. Kant, Kritik der reinen Vernunft adlı eserinde aklın kendi sınırları içerisinde neyi bilebileceğini ortaya koyarak, bilinemez ve üzerinde söz söylenilemez olanı açığa çıkarmaya çalışmıştır. Kant’a göre bizim bilgimiz, görüngüsel olanla sınırlıdır; kendi başına olanı düşünebilmekle beraber onun hakkında bir bilgi sahibi olmamız olanaksızdır. Ayrıca Tanrı, ruh ya da evrenin tamamı gibi, görümüzde temsil edemeyeceğimiz idealar hakkında akıl yürütmemiz ve doğru bir takım sonuçlara ulaşmamız da olanaksızdır. Wittgenstein da benzer bir çizgide ilerlemektedir. Ancak, belki de onun projesi daha da köktencidir. Wittgenstein, neyin düşünülemez olduğunu dilin sınırları içerisinde belirlemeye çalışmaktadır.
Antik Yunancada “kritikos” sınır çizmek anlamına gelir ve Kant’ın Kritik der reinen Vernunft adlı eserinin başlığındaki “kritik” bu anlamda bir sınır çizme işlemin ifade eder.
Ancak burada, bir sorun mevcuttur. Sınır çizmek, akla öncelikle coğrafî bir resmi getirmektedir. Bu bağlamda çizilen bir sınır, belli bir bölgeyi sınırın içi ve dışı olarak ikiye ayırır. Dolayısıyla, sınırın içi kadar dışına da bir varlık atfedilmiş olur. Nasıl olur da sınırın dışındaki bölgeye varlık atfetmeksizin bir sınır çizilebilir? Wittgenstein bu işi dilin içerisinden ve yine dil vasıtasıyla başarmaya çalışmaktadır. Şimdi, Wittgenstein’ın Tractatus’ta bu amaca ulaşmak üzere izlediği yolu anlamaya çalışalım.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı