Fırsat Eşitliği Nedir?
Fırsat eşitliği düşüncesini Antik Yunan’a kadar götürmek mümkündür.
Platon, sosyal makamlara gelebilmek için tüm çocukların yeteneklerinin eşit şartlarda geliştirilmesini öngörürken fırsat eşitliği düşüncesine dair belki de ilk sistematik fikirleri ortaya atmaktaydı. Bugün için fırsat eşitliği sosyal demokrat düşünceden liberal düşünceye kadar tüm ana akım siyasal düşüncede temel bir değer olarak kabul görmektedir.
Kişilerin hukuki statülerini esas alan şekli eşitlik, onların içinde yaşadıkları somut şartları ve o somut şartları oluşturan fırsatları dikkate almaz. Fırsat eşitliği ise aksine tam da bununla, bireyin yaşamını şekillendiren başlangıç şanslarının, fırsatlarının eşit olması ile ilgilenir.
Bu anlamda fırsat eşitliği, kişilerin kabiliyet, beceri ve yeteneklerinin artırılmasına yönelik bir eşitlik anlayışı üzerine kuruludur. Bir kez tüm bireyler bu konuda eşit imkânlara kavuştuktan sonra, kazanmaya veya kaybetmeye bağlı olarak ortaya çıkan eşitsizlikler meşru kabul edilir. Başka bir deyişle fırsat eşitliği bireyleri tümden eşitlemeyi değil, “yarışa başlangıç” anındaki kabiliyetlerini eşitlemeyi hedefler. Aslına bakılırsa fırsat eşitliği düşüncesinin altında liyakat fikri yatmaktadır.
Bu fikre göre bazı bireyler doğuştan yetenekli ve çok çalışmaya eğilimli, diğerleri de tembel ve yeteneksizdir. Dolayısıyla bu farktan doğan eşitsizlikler doğaldır, gayri-meşru ilan edilemez. Fırsat eşitliği yaklaşımı da kişilerin bu efor süreçlerinden önceki durumlarını eşitlemeyi, bu sürece girmeden önceki durumdaki eşitsizlikleri gayrı-meşru görmeyi, ama bu eşitlik sağlandıktan sonra ortaya çıkan eşitsizlikleri de liyakat anlayışı gereği doğal kabul etmeyi öngörür.
Fırsat eşitliği bireylerin başlangıç şartları ile fazla belirsiz kalmakla eleştirilmektedir. Örneğin, eğitim gibi konularda belirli düzeyde bir fırsat eşitliği sağlansa da, bu, bireyin hayatını çevreleyen ailelerin de eşit oldukları anlamına gelmeyecektir. Zengin ailelerin çocukları, fakirlerinkine göre çok daha avantajlı konumlarda eğitim göreceklerdir. Dolayısıyla toplumsal eşitsizlikler bizzat fırsat eşitliğini zedelemeye devam etmektedir.
Öte yandan fırsat eşitliğinin yeterli bir çare olmadığını söyleyenler de vardır. Bu kesim fırsat eşitliğinin ötesinde “pozitif ayrımcılık” denen bir ilkeyi savunmaktadır. Buna göre toplum içerisinde zaten hâlihazırda avantajsız ve ezilen kesimlere fırsat eşitliğinin ötesinde, bazı konularda pozitif ayrımcılık uygulanması gerekir. Örneğin artık hukuki olarak olmasa da politik ve kültürel olarak hâlâ avantajsız durumda oldukları bilinen ABD’deki siyah nüfusa veya yine toplumsal alanda erkek egemen uygulamalar dolayısıyla ikinci planda kalan kadınlara yönelik fazladan avantaj içeren siyasaların uygulanması pozitif ayrımcılık olarak isimlendirilebilir. İddia, bu eşitsiz kesimlerin ancak bu türden fazladan avantaj içeren uygulamalar üzerinden eşit bir konuma gelebilecekleridir. Bu, aslında daha gerçek bir eşitlik adına şekli eşitliğin kısmi olarak askıya alınması anlamına gelmektedir.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM