Edmund Burke ve Muhafazakâr Düşünce
1789’un hemen akabinde, Devrim’in aşırılıklarını eleştiren ve neden olduğu sosyopolitik sorunlara dikkat çeken birçok düşünür yetişmiştir. İrlanda asıllı Edmund Burke (1729-1797) bu düşünürler arasında yer almaktadır.
Burke genel olarak liberalizme karşı değildir. İngiliz faydacılığından esinlenen liberal düşünceyi benimser fakat bazı çekinceler öne sürer. Fakat Burke’ü nitelemek için en uygun ifade “muhafazakâr”dır. 1790’da yayınladığı Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler adlı eserinde Burke, gelenekçi ve muhafazakâr düşüncelerini açıkça sergiler. Muhafazakârlık, genel hatlarıyla, geçmişe özlem duyan, gerçeği geçmişte arayan ve mevcut durumu korumaya çalışan bir siyaset düşüncesi, bir ideoloji olarak tanımlanabilir.
İngiliz parlamentosu üyesi olan Burke, Amerikan bağımsızlık hareketini desteklemesine rağmen Fransız Devrimi’ne, 1789’un devrim anlayışına şiddetle karşı çıkmıştır. Burke, İngiliz özgürlük anlayışını, yani faydacılık felsefesinin bir ürünü olan somut özgürlük anlayışını savunmuştur. İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin evrensel, her yerde herkes için geçerli olan soyut özgürlük anlayışına ise karşı çıkmış, anlamsız bulduğu bir özgürlük anlayışını kıyasıya eleştirmiştir. 26 Ağustos 1789’da Fransız Devrimi’nin temel metni olarak yayınlanan 17 maddeden oluşan bu metin, 1791’de kabul edilen Fransız Anayasası’na önsöz olarak eklenmiştir. Bildiri; insanların eşit ve özgür doğduğu, egemenliğin ulusa ait olduğu ve mutlak egemenliğin bir kişi ya da grubun elinde bulunamayacağı, devleti idare edenlerin esas olarak millete karşı sorumlu olduğu, hiç kimsenin dini ve sosyal inançları yüzünden kınanamayacağı, güçler ayrılığı ve mülkiyetin dokunulmaz ve kutsal olduğu ilkelerini ortaya koyuyordu.
Burke bu ilkelerin, soyut bir insana (bir Fransız veya İngiliz vatandaşına değil de insana) hitap ettiği için hiçbir kıymetinin olmadığını ileri sürmüştür. Burke, kendisi için asıl önemli olanın İngilizlerin hakları olduğunu ifade eder. İngilizlerin, yönetime katılmak gibi bir talepleri olmadığını, sadece iyi yasalar, etkin ve dürüst bir hükûmet ve kralın askerlerinin ve donanmasının koruduğu bir mülkiyet hakkı istediğini belirtir.
Burke’e göre zamanın ve insanların yarattığı özel durumlar dikkate alınmadan yapılan soyut tartışmalar hiç bir olumlu sonuç doğurmaz. Tecrübeler, geçmiş, gelenekler ve özel koşullar göz önünde bulundurulmadan soyut bir hukuktan bahsetmek de yersizdir. Anayasalar da soyut bir biçimde, irticalen (doğaçlama yoluyla) yoktan var edilemezler; bütün insani yapıtlar gibi sürekli, yavaş ve doğal bir gelişimin ürünü olmalıdırlar. Burada altı çizilmesi gereken bir nokta, Burke için doğal olanın, “tüm insanlar için geçerli olan” anlamına gelmediğidir. Doğal olan, uzun bir tarihi gelişmenin sonucu olarak ortaya çıkandır. Kısacası doğa tarihtir, ya da tarihi tecrübedir.
Burke yukarıdaki görüşleri çerçevesinde bazı Fransız düşünürleri de eleştirir. Örneğin Sieyès’in anayasa anlayışına karşı çıkar, geliştirdiği egemenlik anlayışının son derece soyut olduğunu ileri sürer. Rousseau’nun “toplum sözleşmesi” de Burke’e göre anlamsız bir varsayımdır, somutlaşma ihtimali bulunmayan, uygulanması mümkün olmayan bir kuramdır. Burke, genel olarak tüm bu soyut kavram ve varsayımları düzeni, otoriteyi ve gelenekleri yok ettikleri için kınar. Aynı şekilde, evrensellik iddiasındaki aydınlanma düşüncesini de soyut bulduğu için eleştirir. Kısaca söylemek gerekirse Burke soyut bulduğu Fransız akılcılığına (usçuluk) karşı, İngiliz ampirizmini (deneycilik, görgücülük) savunur.
Burke’ün değerli bulduğu tek Fransız düşünür ise Montesquieu’dür. Çünkü Montesquieu özgürlüğü, düzeni yıkmadan sağlamaya çalışmış; tıpkı İngiltere’de olduğu gibi sınıflar arasında bir denge kurmaya önem vermiştir.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM